ÇIRAĞAN SAHİLSARAYI

İstanbul’da Beşiktaş ile Ortaköy arasında Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılan saray.

1910’da geçirdiği bir yangın sonucu tamamen harap olarak günümüze sadece iskelet halindeki dış duvarları kalan ve Çırağan Sahilsarayı’nın esas binasını teşkil eden Hünkâr Dairesi’nin bulunduğu alanın son yüzyıllarda hayli önem kazanmış bir mevki olduğu bilinmektedir. Burada XVII. yüzyılda Kazancıoğlu bahçesi adıyla tanınan bir bahçe bulunuyordu. Evliya Çelebi, sonradan IV. Murad’ın (1623-1640) kızı Kaya Sultan’a hediye ettiği bu bahçede sultan tarafından bir yalı köşkü yaptırıldığını ifade etmektedir. Daha sonra burada Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa (ö. 1730) eşi Fatma Sultan için büyük bir saray yaptırmıştır. Bahçesinde, III. Ahmed ile (1703-1730) Damad İbrâhim Paşa başta olmak üzere bütün saray erkânının katıldığı çırağan (çerâğan) âlemlerinin yapılmasından dolayı Çırağan Sarayı adıyla anılmaya başlanmıştır. I. Mahmud’un (1730-1754) ilk yıllarında bakımsız kalan saray daha sonra padişahın emriyle onarılarak özellikle yabancı sefirlerin ağırlanmasında kullanılmıştır. Saray, aynı yüzyılın sonlarında III. Selim’in (1789-1807) kız kardeşi Beyhan Sultan’a verilmişse de Beyhan Sultan bir süre sonra yapıyı iade etmiş, III. Selim de sarayı bazı eklemelerle büyüttürmüş (1803-1804) ve saltanatının son iki yazını burada geçirmiştir. II. Mahmud döneminde de (1808-1839) yazlık saray olarak kullanılan yapı, 1836 yılında yan kısımda bulunan Hanım Kadın Mescidi ile bir mektep yıktırılarak mevcut alanı genişletilmiş ve bazı eklemelerle de büyütülmüştür. Mimar Karabet Balyan’ın ahşap olarak yaptığı ek bölümler saraya bu dönemde daha değişik bir görünüm kazandırmıştır. 1839’da yeni bölümleriyle birlikte açılışı yapılan saray, Sultan Abdülmecid (1839-1861) tarafından da önceleri yine yazlık saray olarak kullanılmış, ancak Dolmabahçe Sarayı’nın inşasından (1842-1853) sonra yavaş yavaş terkedilerek yine kâgir bir saray yaptırmak amacıyla 1276 (1859-60) yılında tamamen yıktırılmıştır.

Abdülmecid’in ölümü sebebiyle ertelenen yeni sarayın yapılışı Abdülaziz’in (1861-1876) tahta geçmesinden sonra hemen ele alınmış ve inşaat işiyle, Nikogos Balyan’ın çizdiği mevcut planı uygulamak üzere oğulları Sarkis ve Agop Balyan görevlendirilmiştir. Yeni plana göre arsanın ortasında kalan Beşiktaş Mevlevîhânesi’nin kaldırılmasına karar verilmiş ve Maçka’da bir yenisi yaptırılarak mevlevîhâne buraya taşındıktan sonra eski bina yıkılmıştır (bk. BEŞİKTAŞ MEVLEVÎHÂNESİ). 1863’te fiilen başlayan inşaat 1871 yılında tamamlanmıştır. Abdülaziz inşası bittiğinde yeni saraya yerleşmiş, ancak birkaç ay gibi kısa bir süre sonra rutubetli olduğu gerekçesiyle burayı terkederek Dolmabahçe Sarayı’na dönmüştür. II. Abdülhamid ise (1876-1909) tahta geçtiği zaman burayı tahttan


indirilen ağabeyi V. Murad’a tahsis etmiş ve böylece saray eski padişahın ölümüne kadar (1904) yirmi sekiz yıl süreyle onun ve ailesinin ikameti için kullanılmıştır. V. Murad’ın saraya kapatılmasından iki yıl sonra, onu kurtarmak ve tekrar tahta geçirmek için 20 Mayıs 1878’de gazeteci Ali Suâvi ve arkadaşları tarafından saraya bir baskın düzenlenmiş, ancak Beşiktaş Karakolu zaptiyelerinin müdahalesiyle teşebbüs önlenerek Ali Suâvi ve yandaşları öldürülmüştür (bk. ÇIRAĞAN VAK‘ASI).

II. Meşrutiyet’in ilânından dört ay kadar sonra saray Meclis-i Meb‘ûsan’a tahsis edilmiş ve toplantılara cevap verecek şekilde yeni bir düzenleme yapılarak üst kattaki üç salondan Boğaziçi’ni gören birincisine padişah için taht konup ortadaki Meclis-i Meb‘ûsan’a, İstanbul tarafındaki ise Âyan Meclisi’ne verilmiştir. Meclis-i Meb‘ûsan’ın ikinci devre oturumu 14 Kasım 1909’da açılmış, ancak bu açılıştan sonra sarayın ana binası, 19 Ocak 1910 günü öğle üzeri kalorifer bacasından veya elektrik kontağından çıktığı söylenen ve bütün çabalara rağmen söndürülemeyerek beş saat süren bir yangın sonucunda tamamen yanmış, geriye yalnızca günümüze kadar ulaşan dış beden duvarları kalmıştır. Yangın bina ile birlikte çok değerli bir kültür hazinesinin yanı sıra yakın tarihe ışık tutabilecek çeşitli belgelerle orada muhafaza edilen jurnalleri de yok etmiştir.

Çırağan Sarayı, mermerden zengin süslemeli cephesi ve son derece görkemli iç mimarisiyle hiç şüphesiz ait olduğu dönemin en dikkat çekici binalarından biriydi. Sarayın yapımı için hiçbir fedakârlıktan kaçınılmamış, inşaat ve dekorasyon işlerinde kullanılan mermer, somaki, sedef gibi malzemelerin birçoğu yurt dışından getirtilmiştir. Tophane, tersane ve hazîne-i hâssa gelirleriyle Mısır’dan alınan paralar da dahil olmak üzere yapı 5 milyon Osmanlı altınına mal olmuştur.

Çırağan Sahilsarayı aslında çeşitli birimlerden oluşan kompleks bir yapıydı. Bugüne sadece duvarları ulaşan ana bina ile (Hünkâr Dairesi) Harem Dairesi ve Ağalar Dairesi olmak üzere üç bölümü incelenebilmektedir. Bünyesinde ayrıca Yalı Köşkü’nü, çeşitli bahçeler ve bunların içindeki köşklerle havuz ve kayıkhâneleri de barındıran sarayın geniş bir alana dağılmış Fer‘iye sarayları denilen değişik yapı birimlerinden meydana geldiği anlaşılmaktadır. Günümüzde sarayın ayakta kalan Harem Dairesi Beşiktaş Kız Lisesi, Ağalar Dairesi de restore edilip yol tarafına yeni bir bina ilâvesiyle Devlet konukevi olarak kullanıma hazırlanmaktadır. Ortaköy Camii tarafındaki bölümleri ise Yüksek Denizcilik Okulu, Galatasaray Lisesi ve Kabataş Lisesi’ne aittir.

Asıl Çırağan Sarayı’nı teşkil eden ana bölüm, genel hatlarıyla neoklasik üslûpta yapılmış üç katlı bir binadır. Rıhtım boyu 750 m., denize bakan cephesinin uzunluğu 120 m., eni ise 42 metredir. Yüksek bir bodrum katının üzerine binanın esasını oluşturan iki kat yerleştirilmiştir. Bodrum katında küçük ölçüde pencerelerin yer aldığı saray, iki kat boyunca âbidevî ve zengin süslemeli bir cephe mimarisine sahiptir. Süslemelerin yoğunlaştığı deniz tarafındaki cephenin iki katında da aynı düzen uygulanarak alttan ve üstten düz söveli, iki yanda sütunçelere oturan kemerli pencerelerle gayet hareketli bir mimari kompozisyona gidilmiştir. Cephenin orta kısmına çift kollu bir merdiven yerleştirilmiş ve bu merdivenle ulaşılan giriş bölümü, her iki katta da dörder adet âbidevî ince yivli çift sütunla dışa taşkın bir profil halinde belirtilmiştir. Cepheyi, iki kat arasında sınır çizen plastik bir friz ortadan ikiye bölmekte ve üst tarafını da ajurlu ve düz mermer panoların meydana getirdiği geniş bir korniş taçlandırmaktadır. Buradaki ajurlu şebekelerin benzerine dekoratif bir unsur olarak sarayın diğer cephelerindeki pencerelerde de rastlanır. Binaya giriş, deniz tarafındaki iki kollu merdivenin dışında diğer cephelerden de yine merdivenlerle sağlanmakta ve sarayın dört adet merasim kapısı bulunmaktadır. Gösterişli süslemelere sahip olan bu kapılardan cadde tarafında yer alan ikisi Saltanat Kapısı ve Vâlide Sultan Kapısı adlarıyla, deniz tarafında kalan diğer ikisi ise Koltuk Kapısı olarak tek bir isimle anılır. Bunların dışında cadde tarafındaki cephede diğer bir kapı daha bulunmakta ve caddeyi boydan boya kaplayan bir köprünün altına denk geldiği görülen bu kapının servis kapısı olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu köprü, Çırağan Sarayı’nın yapıldığı dönemden kalan ve zamanında sarayı Yıldız Sarayı’nın bahçesine bağlayan bir üst geçit durumundaki köprüdür. Yakın zamanda restorasyon çalışması içine alınan köprü, bir zafer takı formunu hatırlatacak şekilde ortadaki geniş, yanlardakiler daha dar ölçülerde üç gözlü olarak düzenlenmiştir. Ana binada son yapılan çalışmalar sırasında değişik zamanlara tarihlenen sıva altında kalmış bazı kapılar bulunmuştur. Bu kapıların zaman içinde kullanılıp sonradan örülerek kapatılmış oldukları düşünülürken bir yandan da bunların bir önceki ahşap saraya ait


olabilecekleri ihtimali üzerinde durulmaktadır. Fonksiyonları bugün kesin olarak anlaşılamayan bu kapıların, V. Murad’ın burada tutulduğu sırada sarayın dışarıyla bağlantısını kesmek için sonradan örülmüş olmaları da muhtemeldir.

Sarayın mimari açıdan dışı kadar içinin de gösterişli olduğu bilinmektedir. Bütün duvarların değişik renk mermerlerle kaplandığı iç mekânlarda çok sayıda mermer ve somaki sütun taşıyıcı olarak kullanılmış, arabesk üslûptaki at nalı kapı kemerlerinde ise kırmızı-beyaz mermerlerle iki renkli bir taş işçiliğine gidilmiştir. Ahşap işçiliğinin en zengin örnekleri bir arada uygulanmış, kapılarla masa, dolap, kanepe, koltuk gibi değişik türdeki eşya abanoz ve ceviz üzerine sedef, bağa ve fildişi kakmalarla süslenmiştir. İnşaat ve dekorasyonda kullanılan malzemelerin seçiminde büyük bir özen gösterilmiş, çoğu yurt dışından getirilen bu malzemeden başka değişik türdeki aksesuarların da birçoğu yine dışarıdan temin edilmiştir. Sarayın bütün odalarını süsleyen duvar nakışları ve resimlerinin yapımında devrin en ünlü usta, ressam ve dekoratörleri görev almışlardır.

Bahçesi uzun yıllar futbol sahası olarak kullanılan ve eski ihtişamı yalnızca Meclis-i Meb‘ûsan olduğu dönemden kalma fotoğraflarında görülebilen saray, günümüzde bahçesine yaptırılan büyük ve modern otelin bir bölümü olarak restore edilip düzenlenmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 448; Yıldız Albümleri, İÜ Ktp., nr. 90853; Sedat Hakkı Eldem, Köşkler ve Kasırlar, İstanbul 1969, II, 213-222; Pars Tuğlacı, “Çırağan Sarayı”, Balyan Ailesi, İstanbul 1981, s. 59-61, 178-184, 346; H. Y. Şehsuvaroğlu, Boğaziçi’ne Dair, İstanbul 1986, s. 131-137; a.mlf., “Çırağan Sarayı”, TTOK Belleteni, sy. 117 (1951), s. 9-10; Çelik Gülersoy, Çerâğan Sarayları, İstanbul 1992, tür.yer.; Kürşat Ekrem Uykucu, “Çırağan Sarayı”, Hayat Tarih Mecmuası, II/7, İstanbul 1967, s. 46-50; M. Tayyib Gökbilgin, “Çırağan Sarayı”, İA, III, 390-392; R. Ekrem Koçu, “Çırağan Sahil Sarayı”, İst.A, VII, 3934-3936.

Selda Ertuğrul