CİN SÛRESİ

سورة الجن

Kur’ân-ı Kerîm’in yetmiş ikinci sûresi.

Mekke devrinde nâzil olmuştur, yirmi sekiz âyettir. Fâsılası “elif” (ا) harfidir. Adını, bir cin topluluğunun Hz. Peygamber’den Kur’an dinlediğini bildiren birinci âyetten alır. Sûrenin nüzûl sebebini açıklayan rivayetlerin de temas ettiği bu dinleme olayı Ahkāf sûresinde de (46/29-31) söz konusu edilmektedir. İbn Hişâm’ın rivayetine göre (es-Sîre, I, 421-422) cinlerin Hz. Peygamber’in Kur’an okuyuşunu dinlemeleri, hicretten üç yıl önce Tâif dönüşü sırasında vuku bulmuştur. Bu sûreye, birinci âyetinin ilk kelimelerinden dolayı “Kul ûhiye” sûresi de denilir. Kur’an’da “kul” (de ki) emriyle başlayan beş sûrenin en uzunudur (diğerleri Kâfirûn, İhlâs, Felak ve Nâs sûreleridir).

Cin sûresinde, Kur’an dinleyen ve onun üstün belâgatı ile yüce gerçeklerinden etkilenip imana gelen cinlerin ilâhî vahye duydukları hayranlık dile getirilirken vahyin etkili gücü ve çarpıcı özelliği ortaya konmakta, Kur’an âyetlerinin ihtiva ettiği iman gerçekleri cinleri bile etkileyip yola getirdiği halde Mekke müşriklerinin bu gerçeklere karşı direnmelerindeki tutarsızlık gözler önüne serilmektedir. Üstelik onların inancına göre cinler sıradan yaratıklar olmayıp çok defa Tanrı yerine koyarak taptıkları ve Tanrı’ya ait yetkilerle donatılmış sanıp sığındıkları üstün varlıklardır (bk. el-En‘âm 6 / 100; es-Sâffât 37 / 158; Sebe’ 34 / 14).


Sûrenin nüzûl sebebine gelince, Abdullah b. Abbas’tan nakledilen bir rivayete göre, şeytanların semadan haber almaktan menedildiği bir dönemde Hz. Peygamber ashabından birkaç kişiyle birlikte sûk-ı Ukâz’a doğru gidiyordu. Semadan kovularak geri dönen şeytanlara kavimleri neden hiçbir haber getiremediklerini sorunca onlar da engellendiklerini ve üzerlerine alevlerle saldırıldığını söylediler. Bunun üzerine kavimleri onlardan bunun sebebini her tarafta araştırmalarını istedi. İçlerinden Tihâme’ye doğru ilerleyenler, sûk-ı Ukâz’a gitmek üzere Nahle’de bulunan Hz. Peygamber’in olduğu yere varmışlardı. Bunlar, o sırada ashabına sabah namazını kıldırmakta olan Resûl-i Ekrem’in okuduğu Kur’an âyetlerini işitince haber almalarını engelleyen şeyin ne olduğunu anlayarak geri döndüler ve kendilerini hayran bırakan Kur’an’a inandıklarını, artık rablerine hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını açıkladılar. (Buhârî, “Ezân”, 105, “Tefsîr”, 72). Bu rivayet bazı hadis kaynaklarında, Buhârî’de yer almayan, “Resûlullah cinlere ne Kur’an okumuş ne de onları görmüştür” cümlesiyle başladığından (Müslim, “Salât”, 149; Tirmizî, “Tefsîr”, 70), söz konusu olayda Hz. Peygamber’in kendisinden Kur’an dinleyen cinleri görmediği anlaşılmaktadır. Gerek Cin sûresinin ilk iki âyetinde, gerekse konu ile ilgili diğer âyetlerde (el-Ahkāf 46 / 29-31) bu hususta bir açıklık bulunmamaktadır. Bununla birlikte bu tür rivayetlerden, Hz. Peygamber’in cinleri hiçbir zaman görmediği gibi bir sonuç çıkarmak da gerekli değildir. Mi‘racda rabbini gördüğü bazı âlimlerce kabul edilen ve en büyük meleklerden biri olan Cebrâil ile sürekli görüşen Hz. Peygamber’in cinleri ve şeytanları görmüş olması da tabiidir. Ayrıca konuyla ilgili çeşitli rivayetlerden ve bilhassa Abdullah b. Mes‘ûd’dan gelen hadislerden, Hz. Peygamber’in cinlere de vahyi tebliğ etmek için değişik zamanlarda altı defa kendilerine Kur’an okuduğu anlaşılmaktadır (Kurtubî, XIX, 3-5; Âlûsî, XXIX, 83; Tecrid Tercemesi, II, 766-767; X, 46-48).

Sûrenin muhtevası Allah’ın birliği, yüceliği, gizli âşikâr her şeyi hakkıyla bildiği, cinler hakkında abartılmış bilgi ve inançların yanlışlığı ve asılsızlığı, Kur’an vahyinin cinler üzerindeki etkisi ve âhiret hayatının kesin olduğu gibi hususlardır. Bu gerçekler, sûre içindeki çok kesin ifadelerle gözler önüne serilmiştir. Buna göre cinlerin de mümini, kâfiri, iyisi ve kötüsü vardır. Allah’a inanmayan cinler de tıpkı insanların kâfirleri gibi cehennemin yakıtı olacaklardır. İnanan insanların onlardan çekinmesine gerek yoktur. Çünkü onlar, Allah’a sığınanlara ve O’nun koruduklarına hiçbir zarar veremezler, kendilerine sığınanlara da bir fayda sağlayamazlar. Zaten Kur’an geldikten sonra cinler eskisi gibi etkili olamamaktadır. Cinlerin gaybı bildikleri ve her şeyden haberdar oldukları sanılmamalıdır. Allah, murad ettiği peygamberler hariç, kendi gayb bilgisine kimseyi muttali kılmamıştır. Âhiretteki azap ve mükâfat dahil olmak üzere Allah’ın vahiy yoluyla bildirdiği her şey gerçekleşecektir.

Sûrenin ilk yarısında cinlerin diliyle ifade edilmiş olan dinî gerçekler, ikinci yarısında ya doğrudan ilâhî ifadeler şeklinde veya Hz. Peygamber’e söyletilmek suretiyle tekrar dile getirilir. İlk bakışta aynı şeyleri tekrar eder nitelikte görünen bu ikinci grup âyetin sûrede yer alışı, vahiy bilgisinin -cinlerin elde ettikleri de dahil- her türlü bilgi ve habere üstünlüğünü vurgulama ve sıradan bir bilgi olmadığını belirtme hikmetine bağlı olmalıdır. Nitekim ilk çağlardan beri cinlerden bilgi toplama peşinde koşanlar ve bu uğurda ömür tüketenler, bütün insanlığın değil bir tek insanın hidayetine yetecek kadar bilgi birikimi elde edememişlerdir. Ortaya koydukları bazı bilgi kırıntıları ise son derece çelişkili ve tutarsız şeylerden ibarettir.

Cin sûresini okumanın faziletlerine dair Sa‘lebî ve Vâhidî gibi bazı müfessirlerce Übey b. Kâ‘b’den rivayet edilen ve daha sonraki bazı tefsirlerde yer alan, “Kim Cin sûresini okursa kendisine Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanan ve inanmayan bütün cinlerin sayısınca köle âzat etmişcesine sevap verilir” (Zemahşerî, IV, 633) anlamındaki hadisin mevzû* olduğu kabul edilmiştir (Zerkeşî, I, 432).

Cinlerin insan türünü etkilediği ve onların sağlığına zarar verdiği inancıyla, cin şerrine mâruz kaldığı kabul edilen bazı hastaların üzerine Cin sûresinin kırk bir defa okunması, sûre içinde beş defa tekrarlanan “ahadâ” kelimelerinde hastaya üflenmesi bazı yörelerde benimsenen bir usuldür. Ancak İslâm literatüründe bununla ilgili olarak güvenilir herhangi bir kayıt mevcut değildir.

BİBLİYOGRAFYA:

Buhârî, “Ezân”, 105, “Menâkıbü’l-ensâr”, 32, “Tefsîr”, 72; Müslim, “Salât”, 149; Tirmizî, “Tefsîr”, 70; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 421-422; Zemahşerî, el-Keşsâf, IV, 622-633; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, VII, 387-389; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXX, 148-170; Kurtubî, el-CâmiǾ, XIX, 1-31; Zerkeşî, el-Burhân, I, 432; Âlûsî, Rûhu’l-meǾânî, XXIX, 81-100; Tecrid Tercemesi, II, 756-767; X, 46-50; XI, 60-64; Elmalılı, Hak Dini, VII, 5381-5417; Kâzım Öztürk, Kur’ânın 20. Asra Göre Anlamı, İzmir 1976, II, 169-199; Mehmet Sofuoğlu, Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, İstanbul 1987-89, II, 774-776; VIII, 3608-3611.

Emin Işık