CEZAYİR

الجزائر

Cezayir Cumhuriyeti’nin başşehri.

Kuruluşu ve Tarihi. Akdeniz kenarında, kıyıya parelel olarak uzanan Sâhil (Sahel) tepelerinin yamaçlarında yer alan şehir adını, körfezde eskiden var olan adalardan (cezâir) almıştır. Bugün bunlardan biri hariç diğerleri ya kara ile bağlanarak ya da liman yapımı sırasında ortadan kalkmıştır.

Cezayir şehrinin tarihi, Fenikeliler döneminde burada bulunan İkosim adındaki yerleşim yerine kadar geriye gider. Romalılar, Kuzey Afrika’daki Kartaca eyaleti sınırları içinde kalan bu yerin adını Latince’ye uydurarak Icosium şeklinde telaffuz etmişlerdir. V ve VI. yüzyıllarda Vandallar’ın Kuzey Afrika’yı işgalleri sırasında yıkılan Icosium’un Fenikeliler ve Romalılar dönemindeki özellikleri hakkında fazla bilgi yoktur. Bir ara piskoposluk merkezi de olmuş olan Icosium, muhtemelen deniz ulaşımında küçük bir öneme sahipti. Vandallar’dan sonra bölgeye yönelen İslâm fütuhatında önemli bir rol oynamayan şehir, ahalisi tarafından terkedilmiştir. Sanhâce’ye mensup Benî Mezgennâlar bölgeye gelip yerleşmişlerse de şehir X. yüzyılın ikinci yarısına kadar harabe halinde kalmıştır. Fâtımî Halifesi Mansûr, Sanhâcîler’den Zîrî b. Menâd’a (ö. 360 / 971) Mağrib valiliğini, göstermiş olduğu başarılar sebebiyle oğlu Bulukkîn b. Zîrî’ye de (ö. 373 / 984) yeni kurulmuş olan Cezâirü Benî Mezgennâ, Milyâne (Miliana) ve Medye (Médéa) şehirlerinin idaresini verdiğine göre (960) Cezayir şehri Zîrîler dönemine rastlayan X. yüzyılın ortalarında yeniden kurulmuş veya ihya edilmiştir. O sırada bölgede yaşayan Benî Mezgennâ kabilesinden dolayı yeni şehre Cezâirü Benî Mezgennâ adı verilmiştir. İslâm coğrafyacıları da şehri bu adla anmışlardır (İbn Havkal, s. 67).

Cezayir tabii güzelliği, iklimin yumuşaklığı ve limanın sağladığı rahatlıkla halkı kendisine çekebilmiştir. Ortaçağ İslâm coğrafyacıları, Cezayir şehrinin güzel camileri, işlek imalâthaneleri ve ticarî faaliyetlerin yoğun olduğu pazar yerleriyle geniş bir alana yayılmış, kalabalık nüfuslu bir yerleşim merkezi olduğunu, halkın su ihtiyacını kıyıdaki kuyulardan karşıladığını ve şehrin çevresindeki tepelerde tarım ve hayvancılıkla uğraşan


Berberî kabilelerin oturduğunu kaydederler (İdrîsî, s. 103; Géographie d’Aboulféda, s. 175; el-İstibsâr fî Ǿacâǿibi’l-emsâr, s. 132).

XI-XVI. yüzyıllar arasında Orta Mağrib’de hâkimiyet kuran bütün hânedanların kısa sürelerle eline geçmiş olan Cezayir’de Hammâdîler, Murâbıtlar, Muvahhidler, Abdülvâdîler, Benî Gāniyeler, Hafsîler ve Merînîler çeşitli tarihlerde hüküm sürdüler. XIII. yüzyılın ikinci yarısında kısa bir dönem bağımsız halde kalan Cezayir’e, XIV. yüzyılda Miticeli Arap kabilesi Seâlibe, Sanhâcîler’i buradan çıkararak hâkim oldu. XV. yüzyıl karışıklıklar içinde geçti.

XV. yüzyılın sonlarına doğru Endülüs’ten çıkarılan müslümanların bir kısmının Cezayir’e gelip yerleşmesiyle şehrin nüfusu birden arttı (İA, III, 147). Giderek stratejik önem kazanan şehri hıristiyanlar ele geçirmek için harekete geçtiler. Kuzey Afrika’ya hâkim olmak isteyen Katolik krallar, XVI. yüzyılın başlarında sahil boyundaki kalelere saldırılarını yoğunlaştırdılar. Don Pedro Navarro, Vehran’ı (1509) ve Bicâye’yi (1510) işgal ettikten sonra Cezayir açıklarındaki Penon adasına yerleşerek burada bir kale inşa etti, yerleştirdiği bir grup askerle şehri tâciz etmeye ve deniz trafiğini kontrole başladı. Korsanlıkla geçinen Cezayir halkı için bu durum son derece olumsuz bir gelişme olmakla beraber İspanyollar’a karşı direnemeyeceklerini anladıklarından boyun eğdiler ve imzalanan bir antlaşmaya göre İspanya kralına vergi vermeyi, korsanlık yapmamayı, hıristiyan esirleri serbest bırakmayı, limanları İspanyollar’ın düşmanlarına kapatmayı kabul ettiler (1510).

Her geçen gün artan İspanyollar’ın zulmüne karşı koymak isteyen Cezayir halkı, 1513’ten beri Cicelli’nin hâkimi olan Oruç Reis’ten yardım istemeye karar verdi. Cezayir Emîri Şeyh Selîm et-Tûmî’nin muhalefetine rağmen parlak bir törenle Cezayir’e giren Oruç Reis idareyi ele aldı (1516); fakat Penon adasını zaptedememesi ve Türkler’in şehre yerleşmeleri bazı Berberî grupların tepkisine yol açtı. Kaleye yerleşen Oruç Reis kuvvetlerine yapılan saldırılara sert şekilde karşılık verildi. Bunların müttefiki İspanyollar’ın denizden hücumları da püskürtüldü. Don Diego de Verra (1516) ile Don Ugo de Moncada (1519) kuvvetleri Oruç Reis karşısında başarı sağlayamadılar. Oruç Reis’ten sonra yerine geçen Hızır Reis (Barbaros Hayreddin Paşa) Penon’u fethedip İspanyollar’ı buradan çıkardı (1529). Şehirde bulunan kaleyi yıktırarak taşlarıyla mendirek yaptırdı. Buranın Osmanlı Devleti sınırlarına dahil edilmesiyle Hayreddin Paşa’ya beylerbeyilik verildi ve Cezayir şehri de yeni oluşturulan beylerbeyiliğin merkezi oldu. Cezayir’in müslümanların elinde bulunmasını hıristiyanlar için tehlikeli gören Mukaddes Roma-Germen İmparatoru V. Karl (Charles Quint), 1541’de Andrea Doria kumandasında bir ordu ile şehre saldırdı, fakat başarı sağlayamadı ve geri dönmeye mecbur oldu.

Cezayir’de 1516 yılında başlayan ve 1830’a kadar devam eden Türk hâkimiyeti döneminde şehir yeniden imar edilerek bölgenin en önemli merkezlerinden biri haline getirildi. Surların içerisinde küçük bir kasaba olan şehrin XVI. yüzyıl başlarında beş, XVII. yüzyılda dokuz kapısı mevcuttu. Oruç Reis surları devamlı tahkim ettirerek savunma amacıyla muhtelif istihkâmlar inşa ettirmişti. Düzenli şekilde akan bir içme suyundan yoksun olan şehirde Türk yöneticiler vakıflar sayesinde su şebekeleri kurmuş ve Sâhil bölgesindeki su kaynaklarını şehre getirerek çeşmeler yoluyla dağıtmışlardır. Hasan Paşa 1550’de Telemly, Arap Ahmed Paşa da 1573’te Birtrariya ve 1611’de Hama su kemerlerini inşa ettirmişlerdir. Diğer taraftan çevredeki tepelerden şehre inen sular için kanallar ve sarnıçlar yapılmıştır. 1840’ta Cezayir’de ortalama 70 m³ kapasiteli 1100 sarnıç vardı.

Osmanlı yönetiminde mahallî bir merkez haline gelen Cezayir’de nüfusun giderek artması üzerine şehir surların dışına taştı. XVI. yüzyılın sonlarında şehirde 12.000 ev bulunuyordu. Kale içinde sıkışık halde bulunan evler kıyıya doğru kademe halinde iniyordu. Etraftaki tepelerde genellikle zenginlerin oturduğu köşkler vardı. Mitice ve Sâhil bölgesindeki çiftliklerde köleler çalıştırılıyordu. XVII. yüzyılda şehirde on büyük cami, iki sinagog ve iki kilisenin bulunduğu, şehrin çeşmeler ve hamamlarla imar edildiği bilinmektedir. Hayreddin Paşa’nın oğlu Hasan Paşa şehrin imarına büyük önem vermiş, hamamlar, çeşmeler, su kemerleri, hastahaneler ve kışlalar inşa ettirmiştir. Ancak çeşitli tarihlerde meydana gelen depremler ve salgın hastalıklar şehrin gelişmesini olumsuz yönde etkilemiştir. 1654’teki veba salgınında nüfusun üçte biri ölmüş, 1712’deki depremde de ahalinin çoğu şehri terkederek kırlara çekilmiştir.

XVII. yüzyılın başlarında 100.000’e ulaşan Cezayir şehrinin nüfusu XVIII. yüzyılın sonlarına doğru 50.000’e kadar düştü. Bu nüfusun 6000’i kuloğlanı, 3000’i Türk levanten, 7000’i yahudi, 2000’i köleler ve hıristiyanlar, 32.000’i de Mağribliler’den oluşuyordu. Cezayir’in nüfusu zaman içinde azalıp çoğalmıştır. Osmanlı hâkimiyetinin son bulduğu 1830’da şehrin nüfusu 30.000’e inmişti. Bunun 4000’ini Türkler, 18.000’ini Mağribliler, 2000’ini zenciler, geri kalanını da yahudiler oluşturuyordu. Şehrin ticarî hayatı yahudilerle Endülüs’ten gelen müslümanların elindeydi. Yerli halkın başlıca meşgalesi ise korsanlıktı.

Osmanlı döneminde şehirde muhtelif halk grupları ve küçük zanaat erbabı, “emîn” adı verilen kişilerin başkanlık ettiği loncalar meydana getirmişlerdi. Emînler “şeyhülbeled”e bağlı idiler. Şehrin pazar, temizlik, güvenlik, su, vakıflar gibi işlerine bakan özel görevliler vardı.


1830’da şehirde mevcut on iki büyük caminin en ünlüsü, XI. yüzyılda Murâbıtlar döneminde inşa edilmiş olan el-Câmiu’l-kebîr idi. Hanefî ve Mâlikî mezheplerine mensup müftü ve kadılar bu camide otururlar ve davalara burada bakarlardı. Osmanlılar döneminde inşa edilen el-Mescidü’l-cedîd (1660) de önemli camilerdendi. Fransızlar’ın işgali arefesinde şehirde on iki büyük camiden başka 109 küçük cami, otuz iki mescid ve beş zâviye bulunuyordu. Anılan iki camiden başka Câmiu Sefîr (1534), Câmiu Ali Biçinî (1623), Mescidü Sîdî Abdurrahman (1696), Mescidü Dây (1819) bugüne ulaşan önemli yapılardır. Çeşitli yüksek öğrenim kurumları, millî arşiv ve müzeler yanında ülkenin en büyük üniversitesi olan Câmiatü’l-Cezâir ve yaklaşık bir milyon cilt kitabın bulunduğu millî kütüphane (el-Mektebetü’l-vataniyyetü’l-Cezâiriyye) de bu şehirdedir.

Cezayir’in 1830 yılında Fransızlar tarafından işgal edilmesi şehrin tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Fransızlar’ın buraya hâkim olmalarından sonra yerlilerin bir bölümü şehri terkederken dışarıdan Avrupalılar’ın akını başladı. 1830’da 600 civarında olan Avrupalı sayısı 1845’te 42.000’e yükseldi. Büyük değişikliğe uğrayan Cezayir’in merkezi tamamen yıkıldı. Şehrin pazarları, önemli camileri, idarî yapıları ile malî binaları içine alan merkezin Türk - Mağribî özelliği ortadan kaldırıldı ve yerine Avrupaî tarzda askerî ve idarî yapılar inşa edildi. Askerî bir garnizon şehrine dönüşen Cezayir XIX. yüzyılın sonlarına doğru gelişerek büyük bir şarap pazarı, sömürge merkezi ve önemli bir liman haline geldi.

Sömürge döneminde Avrupa’dan ve taşradan yoğun şekilde gelenlerle artan nüfus 1911 yılında 162.000 ve 1921’de 207.000 iken 1936’da 264.000’e yükseldi. Buna paralel olarak şehir giderek sahil boyunca ve çevredeki tepelere doğru genişledi. Ticarî faaliyetlerin artması üzerine liman tesisleri de genişletildi. Çoğu Fransız olan Avrupalı nüfusun artmasıyla müslümanlar azınlığa düştüler. 1930’larda şehrin nüfusunun ancak % 30’u müslümanlardan ibaretti.

II. Dünya Savaşı’nda müttefik kuvvetlerin karargâhı olan Cezayir, Ağustos 1944’e kadar özgür Fransa hükümetinin geçici başşehirliğini de yaptı. Savaştan sonra hürriyet ve bağımsızlık yanlısı gösteri, hareket ve teşkilâtlanmalara sahne olan Cezayir, 1954’te Fransa’ya karşı başlatılan kurtuluş savaşında önemli rol oynadı. Ülkenin bağımsızlığa kavuşmasından (1962) sonra Cezayir Cumhuriyeti’nin başşehri olarak kaldı.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Havkal, Sûretü’l-Ǿarz, s. 67, 76-77; İdrisî, Description de l’Afrique et de l’Espagne (trc. R. Dozy – M. J. de Goeje), Leiden 1968, s. 103; el-İstibsâr fî Ǿacâǿibi’l-emsâr (nşr. Sa‘d Zağlûl Abdülhamîd), Dârülbeyzâ 1985, s. 132; Géographie d’Aboulféda, s. 175; Vezzân ez-Zeyyâtî, Vasfü İfrîkıyye, II, 37-40; Aziz Samih, Şimali Afrika’da Türkler, İstanbul 1936, s. 74-76, 89, 104-106, 111-113; J. M. Abun-Nasr, A History of the Maghrib, Cambridge 1975, tür.yer.; V. de Paradis, Tunis et Alger au XVIIIe Siècle, Paris 1983, s. 107-265; Ahmed Tevfik el-Medenî, Kitâbü’l-Cezâǿir, Cezayir 1984, s. 206-216; A. Raymond, Grandes villes arabes à l’époque Ottoman, Paris 1985, s. 163-167, 180; I. M. Lapidus, A History of Islamic Societies, Cambridge 1989, s. 680-697; Ertuğrul Önalp, “Cervantes’in Türklere Esir Düşmesi ve Esaretinin Eserlere Yansıması”, Osmanlı Tarih Araştırmaları Mecmuası, sy. 3, Ankara 1992, s. 305-309; G. Yver, “Cezayir”, İA, III, 146-151; R. Le Tourneau, “al-Djazāǿir”, EI² (Fr.), II, 533.

Davut Dursun





Bugünkü Cezayir.

Cezayir’in 1962 yılında bağımsızlığına kavuşmasından günümüze kadar olan dönemde Cezayir şehrinin gelişiminde, yüksek orandaki nüfus artışı ve taşradan buraya yönelen iç göç dikkati çeker. Bu dönemde körfez çevresinden dışarıya taşan şehir Sâhil tepeciklerinin dört bir yanına ve bilhassa Mitice’nin zengin tarım topraklarına yayıldı. Sonuçta Cezayir, bugün anakent ve çevre belediyelerle nüfuzu 1,7 milyona ulaşan bir şehir haline geldi.

Şehrin yapısı, tarihî gelişimi ve kurulduğu yerin topografik durumu ile yakından ilgilidir. Eski tarihî merkez olan Kasbe, çok kalabalık ve iyice küçülmüş bir alan olup yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Burası özellikle çok popüler ve çok yoğun Vâdikurîş mahallesiyle birlikte 110.000 nüfusu barındırmaktadır. Kasbe’de hem körfez yönünde hem de Sâhil yamaçları üzerinde sömürge dönemi Cezayir’inin mahalleleri yayılır. Kuzeydeki Bâbülvâd (110.000 nüfus), Hama, Hüseyin Dây ve Harrâş mahalleleri (180.000) karma semtlerdir. Burada oturmaya ayrılmış yerler, doğum oranı yüksek halk gruplarınca yoğun şekilde işgal edilmiştir. Son otuz yıl içindeki şehirleşme bütün yönlere nüfuz etmiştir. Harrâş’ın doğusunda blok halindeki inşaatlardan önce oluşan büyük semtler körfez boyunca gelişerek Mitice ovası üzerinde yayılmışlardır. Sâhil platosu 1970’ten beri tamamıyla yeni inşaatlarla dolmuşken Haydare güzel bir mahalle olarak kalmıştır. Kube ve Becâre, yaklaşık 200.000 nüfusun üst üste yaşadığı yerlerdir. Diğer taraftan Mitice doğuya doğru gelişirken batıdaki küçük tepecikler ve güneydeki Sâhil yamaçları kalabalık topluluklarca işgal edilmiştir.


Cezayir şehri ülkenin en büyük ekonomik metropolüdür. Endüstri sektöründe çalışan iş gücünün % 30’u buradadır. 40.000 kişinin istihdam edildiği küçük ve orta ölçekli endüstri, yer yer rahatsız edici bir biçimde şehrin dokusuyla bütünleşmiştir. Yeni endüstri faaliyetleri ya şehir dokusunun kenarlarında, ya Ruybe Regāye’deki büyük endüstri bölgesinde, ya da son derece basit şekilde projelendirilmiş orta kırsal alanda toplanmıştır. Millî kuruluşların çok sayıda sosyal konutu da buradadır. Petrol dışında yıllık 5,5 milyon ton yük kapasiteli limanı ülkenin ticarî faaliyetleri için hayatî öneme sahiptir. Buranın hinterlandı Sahrâ’ya kadar uzanmaktadır. Cezayir’de çeşitli faaliyetlerin yoğunlaşması, iş gücünün etkili biçimde toplanmasına sebep olmuştur. Ülkede yönetimdeki görevlilerin % 20’si, hizmetlerdekilerin % 25’i, tıp alanındakilerin % 42’si, ayrıca telefonların % 45’i bu şehirdedir.

Yöneticiler 1969-1983 arasında şehirleşme planlarını uygulamaya koyarak şehrin plansız gelişmesini denetim altına almaya çalıştılar. Bu konudaki iki ayrı teşebbüste de başarı sağlanamadı. Cezayir nüfusunun düzenlenmesiyle genel ve yönlendirme konularındaki plan 1975’te kabul edildi. Bu plan, Cezayir’in genişlemesinin bir bölge çerçevesinde organize edilmesini ve yeni merkezler kurularak başşehre yeniden biçim verilmesini öngörüyordu. Fakat gerekli malzemenin ve alt yapının yokluğu sebebiyle bu plan uygulanamadı ve 1979’da bundan resmen vazgeçildi. 1980’de önceki projenin yerine konulan bir başka proje de başarısız oldu.

Konut problemi de büyük boyutlara ulaşmıştır. Binalar eski ve yetersizdir. Yöneticiler 1980’li yıllarda 50.000 konut inşa etmek üzere geniş bir programı uygulamaya koyarak krizi atlatmayı denediler. Başşehrin kenarında Şerâje’den Harrâş’a kadar uzanan şehirleşme alanı bu amaç için ayrıldı. Kamu imkânlarını aşan ve pahalı olan bu teşebbüs zamanında bitirilemediğinden nüfusun yoksul kesimi şehrin kenarına itilmiş ve siteler halinde şahsî inşaatlar yoğunlaşmıştır. Yöneticiler faaliyetlerini eski şehir dokusunun yeniden oluşturulmasına yöneltmişlerdir. Örnek olarak Sâhil’in yükseklikleri üzerinde tamamlanan Riyâzülfeth gösterilebilir. Bu faaliyet, körfez kıyısından altta kalan Hama mahallesinin düzenlenmesiyle birlikte yürütülmektedir. Burada kamuya ayrılmış olan 18 hektarlık bir alan üzerinde yeni millet meclisi binası, kongre sarayı, milletlerarası otel gibi yapılar inşa edilmiştir. Böylece ülkenin yeni siyasî merkezi tamamlanmıştır. Bu arada gecekonduların ortadan kaldırılması için de çalışmalar yapılmaktadır. Buna karşılık Kasbe’nin tarihî ve kültürel bir merkez haline getirilmesi için başlatılan iyileştirme çalışmaları başarılı olmadı.

Şehirde ulaşım şebekesinin düzenlenmesi son yıllara kalmış olup bu alandaki önemli faaliyetleri iki büyük arter oluşturur; bunlardan biri kıyı boyunca uzanan otoyol, diğeri Sâhil’in yükseklikleri üzerindeki yol genişletme çalışmasıdır. İkisi arasındaki zorunlu içiçe geçişler ve birleşmeler havaalanına ve çevreye girişi kolaylaştırmıştır. Buna karşılık yığılma sebebiyle içerideki trafik akışının zorlukları, alanın baskıları ve yolların yetersizliği sebebiyle büyük sıkıntılar mevcuttur. Buna çözüm olacak metro inşa projesi ise ertelenmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

R. Lespes, Alger: Etude de géographie et d’histoire urbaines. Collection du Centenaire de l’Algérie (1830-1930), Paris 1930; Comedor, Développement de l’agglomération algéroise, Alger 1970; a.mlf., Plan d’orientation général pour le développement et l’aménagement de l’agglomération d’Alger, Alger 1976; F. Benattia, Alger, agrégat ou cite, l’intégration citadine de 1919 à 1979, Alger 1980; Cneru, El. Djazair 1981: Données et perspectives, Alger 1983; D. Lesbet, La Casbah d’Alger, gestion urbaine et vide social, Alger 1985; G. Mutin, “Aménagement et développement d’Alger”, Bulletin de la Société Languedocienne de Géographie, Montpellier 1986, s. 298-318; J. J. Deluz, L’Urbanisme et l’architecture d’Alger, aperçu critique, Alger 1988.

Georges Mutın