CEVÂMİU’l-KELİM

جوامع الكلم

Hz. Peygamber’in veciz sözlerini ve kendisinin veciz konuşma özelliğini ifade eden bir tabir.

“Toplayıp bir araya getiren” anlamındaki câmi‘ ile “söz” anlamındaki kelimenin çoğul şekillerinden meydana gelen bu tamlama daha çok veciz sözleri ifade etmekle beraber hadis ilminde Hz. Peygamber’in az sözle çok mâna ifade etme özelliğini belirtmekte ve az da olsa câmiu’l-kelâm ve câmiu’l-kelim şekillerinde de kullanılmaktadır. Hz. Peygamber, diğer peygamberlerden farklı olarak sadece kendisine verilen özellikleri saydığı bir hadiste “Ben cevâmiu’l-kelim ile gönderildim” (Buhârî, “Cihâd”, 122, “TaǾbîr”, 22, “İǾtisâm”, 1; Müslim, “Mesâcid”, 6); “Bana cevâmiu’l-kelim verildi” (Müslim, “Mesâcid”, 5, 7-8, “Eşribe”, 71) demektedir.

Bazı âlimler sözü edilen hadisin bir rivayetindeki “gönderildim” (بعثت) ifadesini dikkate alarak cevâmiu’l-kelimin Kur’ân-ı Kerîm olduğunu, diğer bazıları da cevâmiu’l-kelimle Kur’an ve hadisin birlikte kastedildiğini söylemişlerse de başta İbn Şihâb ez-Zührî olmak üzere birçok âlim cevâmiu’l-kelimi hadis olarak anlamışlardır. Buna göre Hz. Peygamber kendisine verilen fesahat ve belâgat kabiliyetleri sayesinde mânaların derinliğine kolaylıkla nüfuz edebilmekte, daha önce gelen ilâhî kitaplardaki uzun bahisleri ve kendisine ilham edilen konuları hikmetli sözlerle kısaca ortaya koyabilmektedir. Zira onun sözleri vahyin nuru ile aydınlanan bir gönülden kaynaklanmakta, bu husus sözlerinin zengin muhtevasından da anlaşılmaktadır. Meselâ, “Ameller niyetlere göre değerlenir” hadisini Abdurrahman b. Mehdî, İmam Şâfiî, Ali b. Medînî, Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Dârekutnî gibi muhaddislerden bazıları İslâmiyet’in üçte birinin, bir kısmı da dörtte birinin özeti niteliğinde kabul etmişlerdir. Abdurrahman b. Mehdî bu hadisin İslâmî konulardan otuzunu, İmam Şâfiî ise yetmişini ilgilendirdiğini ileri sürmüşlerdir. Nitekim Buhârî bu hadisi el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’in on bir yerinde tekrarlamıştır. Cevâmiu’l-kelim niteliğine sahip pek çok hadisten birkaçı şunlardır: “Sana şüpheli geleni bırak, şüphe vermeyene bak!” (Buhârî, “BüyûǾ”, 3). “Sizden biriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe iyi mümin olamaz” (Buhârî, “Îmân”, 7; Müslim, “Îmân”, 71, 72). “Dünyaya iltifat etme ki Allah seni sevsin; insanların eline bakma ki halk seni sevsin” (İbn Mâce, “Zühd”, 1). “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” (Müslim, “Îmân”, 62). Abdullah b. Mes‘ûd namaz kılarken tahiyyatta ne okuyacaklarını bilemediklerini, bunun üzerine Hz. Peygamber’in kendilerine cevâmiu’l-kelim olan “et-tahiyyâtü” duasını öğrettiğini söylemektedir (Nesâî, “Tatbîk”, 100).

Hz. Peygamber’e verilen cevâmiu’l-kelimi mutasavvıflar farklı şekilde yorumlamaktadır. Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Allah Teâlâ’nın bütün isimleri Hz. Âdem’e öğretmesinden (bk. el-Bakara 2/31) bahsederken Hz. Âdem’in eşyanın sadece isimlerini bildiğini, Hz. Peygamber’in ise eşyanın mânalarına da vâkıf olduğunu belirtmektedir (el-Fütûhât, II, 171). Ona göre her peygamber bir “kelime”dir ve diğer peygamberlerden farklı bir hakikattir (bk. HAKÎKAT-i MUHAMMEDİYYE). Bu kelimelerin her biri Hz. Peygamber’e verildiğinden onun şahsında bütün kelimeler toplanmış durumdadır. “Bana cevâmiu’l-kelim verildi” sözüyle işaret edilen husus budur. Buna “kelime-i Muhammediyye” ve “hakîkat-i Muhammediyye” de denir. Bu hakikati elde eden her ârif cevâmiu’l-kelime sahip olabilir.

Resûl-i Ekrem’in cevâmiu’l-kelim mahiyetindeki sözlerini muhtelif hacimlerde derleme faaliyetleri IV. (X.) yüzyılda başlamış olmalıdır. Bu türün ilk örneğini el-Müctenâ (Haydarâbâd 1342) adlı eseriyle İbn Düreyd (ö. 321/933) ortaya koymuştur. İbnü’s-Sünnî’nin (ö. 364/974-75) el-Îcâz fi’l-hadîs (el-Îcâz ve cevâmiǾu’l-kelim mine’s-süneni’l-meǿsûre, bk. Keşfü’z-zunûn, I, 205) adlı eseri de aynı konudadır. Kaffâl eş-Şâşî’nin (ö. 365/976) CevâmiǾu’l-kelim fi’l-hadîs mine’l-mevâǾiz ve’l-hikem adlı eseri Mısır’da İskenderiyye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Sezgin, I, 498). Cevâmiu’l-kelime dair daha sonraki yüzyıllarda yazılan on dört eseri Selâhaddin Müneccid zikretmektedir (MuǾcem mâ üllife Ǿan Resûlillâh, s. 275-276).

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, II, 268; VI, 148, 189; Buhârî, “Îmân”, 7, “BüyûǾ”, 3, “Cihâd”, 122, “TaǾbîr”, 22, “İǾtisâm”, 1; Müslim, “Îmân”, 62, 71, 72, “Mesâcid”, 5-8, “Eşribe”, 71; İbn Mâce, “Zühd”, 1; Nesâî, “Tatbîk”, 100; Kadî İyâz, eş-Şifâǿ, I, 95107; İbnü’l-Arabî, el-Fütûhât, II, 55, 57, 120, 124, 171, 182, 302, 306, 340-341; a.mlf., Fusûś (Afîfî), II, 333; İbn Teymiyye, Ǿİlmü’l-hadîs (nşr. Mûsâ Muhammed Ali), Beyrut 1405/1985, s. 405-408; İbn Receb, CâmiǾu’l-Ǿulûm, Beyrut, ts. (Dârü’l-Ma‘rife), s. 2-3, 423-426; Aynî, ǾUmdetü’l-kārî, Kahire 1392/1972, XII, 51; Keşfu’z-zunûn, I, 205; Mustafa Sâdık er-Râfiî, İǾcâzü’l-Kurǿân, Kahire 1381/1961, s. 332-338; Sezgin, GAS, I, 498; el-MuǾcemü’s-sûfî, s. 274-275; Müneccid, MuǾcem mâ üllife Ǿan Resûlillâh, Beyrut 1402/1982, s. 275-276.

M. Yaşar Kandemir