CEMÂLÎZÂDE TEKKESİ

İstanbul’da Eğrikapı dışında bulunan bir Halvetî-Uşşâkī tekkesi.

Halvetiyye-Uşşâkıyye’nin şubelerinden Cemâliyye tarikatının âsitânesi ve pîr evi olan tekke, İstanbul’un kara surlarındaki kapılarından Eğrikapı’nın hemen dışında, Kırkçeşme su şebekesine bağlı Eğrikapı savaklarının karşısında yer alır. Kaynaklarda Cemâleddin Halvetî, Cemâleddin Uşşâkī, Cemâlî, Cemâlî Efendi, Savaklar, Seyyid Cemâleddin, Seyyid Cemal Efendi, Şalcızâde gibi çeşitli isimlerle anılmaktadır.

Vezir Hırâmî Ahmed Paşa tarafından XVI. yüzyılın son çeyreğinde bir mescidzâviye olarak kurulan tekkenin başlangıçta hangi tarikata bağlı olduğu tesbit edilememiştir. Muhtemelen XVIII. yüzyılın başlarında Halvetiyye’ye intikal etmiş, 1742’de postnişin olan Uşşâkıyye’nin Cemâliyye şubesinin kurucusu Edirneli Şeyh Mehmed Cemâleddin Efendi’nin (ö. 1164/1751) buraya gömülmesi üzerine adı geçen tarikatın âsitânesi ve pîr evi vasfını kazanmıştır. Mehmed Cemâleddin Efendi’nin oğlu ve halefi Şeyh Mehmed Nizâmeddin Efendi mescid-tevhidhânenin dârülkurrâ olarak da kullanılması için bir vakıf yapmış ve bu görevi Ayvansaray’daki Toklu Dede Mescidi’nin imamı Şeyh Halil Efendi’ye (ö. 1167/1753-54) havale etmiştir. Cemâlîzâde Tekkesi’nin bundan sonra geçirdiği merhaleler arasında, tahvil kesedarı Sabih Ali Efendi’nin (ö. 1183/1769-70) mescid-tevhidhâneye minber koydurması ve tekkenin yakınında bir mektep inşa ettirmesi, Sadrazam Silâhdar Seyyid Mehmed Paşa’nın (ö. 1788) ahşap minarenin yerine tuğladan bir minare yaptırması, Cemâleddin Uşşâkī’nin torunlarından Mevleviyye’ye mensup Seyyid Mehmed Nûri Efendi ile yakınlığı olan ünlü Hâlet Said Efendi’nin 1817’de türbeyi tamir ettirmesi zikredilebilir. Tekke son olarak 1305 (1887-88) yılında II. Abdülhamid, türbe ise 1905’te padişahın bendegânından olduğu anlaşılan Hamdi Bey tarafından yenilenmiştir. Tekke ve zâviyelerin kapatılmasından sonra mescid-tevhidhânesi cami olarak kullanılmaya başlanan tekke 1958’den az önce yanındaki türbeyle birlikte onarım görmüş, bu tarihten sonra ise cami harimi ile türbe arasına duvar çekilerek yapının en önemli mimari özelliği yok edilmiştir. Söz konusu bölümler dışında kalan tekke birimleri tamamen yok olduğu gibi son yıllarda cepheleri seramik karoları ile kaplanan türbe de tanınmaz hale gelmiştir.

Cemâlîzâde Tekkesi’nden artakalan ve aynı çatı altında toplanan mescid-tevhidhâne ile türbe bölümleri bugünkü şekillerini son devirde almış olduklarından tekkenin daha önce sahip bulunduğu yerleşim düzeni ve mimari özellikleri aydınlatılamamaktadır. Yine de önceki mescid-tevhidhânenin bugünkü ile aynı yerde bulunduğu, aşağı yukarı aynı boyutlara ve tasarım özelliklerine sahip olduğu, derviş hücreleriyle diğer tekke bölümlerinin de bunun kuzeyinde muhtemelen şadırvanlı bir avlunun çevresinde sıralandığı tahmin edilebilir. Birbirine bitişik tasarlanmış olan mescid-tevhidhâne ile türbe dikdörtgen planları, moloz taş ve tuğla örgülü duvarları, ahşap çatılarıyla son devir Osmanlı mimarisinin özelliklerini sergileyen alelâde mekânlardır. Mescid-tevhidhâne kapalı son cemaat yeri, kuzey duvarının eksenindeki girişi, doğu ve batı duvarları boyunca sıralanan yuvarlak kemerli pencereleri, zemindeki erkek mahfilleri ve son cemaat yerinin üstüne rastlayan kafesli kadın mahfilleriyle herhangi bir geç devir mescidinden farksızdır. Silindir gövdeli bodur minarenin kesme köfeki taşından örülü kaidesiyle prizmatik üçgenlerden oluşan kürsü kısmı günümüze kadar değişmeden gelebilmiştir. Mehmed Efendi ve haleflerine ait altı adet ahşap sandukayı barındıran türbenin pencereleri sepet kulpu biçiminde kemerlerle taçlandırılmış, doğu yönünde de mekâna müstakil bir giriş tasarlanmıştır. Eğrikapı yönüne bakan güney cephesinin ekseninde üst üste yerleştirilmiş


ta‘lik hatlı iki manzum kitâbeden alttakinin nâzımı ve hattatı Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’dir. 1232 (1816-17) tarihli olan bu kitâbe türbenin Hâlet Efendi tarafından yenilendiğini belgeler. Tekkenin 1905’te Hamdi Bey tarafından yeniden inşa ettirilmesi sırasında konmuş olan üstteki kitâbenin ise nâzımı Ahmed Bahâî Efendi, hattatı Mehmed Hulûsi Efendi’dir. Hemen önünde ilk mescid-zâviyenin bânisi Hırâmî Ahmed Paşa ile oğlu Mustafa Bey’in gömülü oldukları türbe kapısı da metni Şeyh Ali Fakrî Efendi’ye (ö. 1929) ait olan ve tekkenin II. Abdülhamid eliyle yenilendiğini belgeleyen ta‘lik hatlı bir kitâbe ile taçlandırılmıştır.

Cemâlîzâde Tekkesi’nin tasarımında dikkate değer yegâne mimari özellik, mescid-tevhidhâne ile türbenin duvarla ayrılmayıp aynı mekân içinde birbirlerine kaynaştırılmış olmalarıdır. Türbenin mescid-tevhidhânenin kıble yönünde yer alması ve zemininin harime göre yüksekte tutulmuş olması söz konusu kaynaşmayı daha da anlamlı kılmaktadır. Birtakım başka tekkelerde de görülen bu durum, tarikat ehlinin velîlere duyduğu bağlılıktan kaynaklanan telakkilerin mimariye yansıması olarak değerlendirilmelidir.

BİBLİYOGRAFYA:

Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 233-236; Âsitâne Tekkeleri, s. 7; Mecmûa-i Cevâmi‘, I, 116-117, nr. 171, nr. 473; Bandırmalızâde, Mecmûa-i Tekâyâ, İstanbul 1307, s. 8; Tomar-Halvetiyye, s. 107-108; 1328 Senesi İstanbul Belediyesi İhsâiyât Mecmuası 1329 r./1913-14, s. 21; Ergun, Antoloji, II, 499; Tahsin Öz, İstanbul Camileri, Ankara 1962, I, 120; Osmanlı Müellifleri, I, 83-84; Zâkir Şükrü, Mecmûa-i Tekâyâ (Tayşî), s. 52; Atillâ Çetin, “İstanbul’daki Tekke, Zâviye ve Hânkahlar Hakkında 1199 (1784) Tarihli Önemli Bir Vesika”, VD, XIII (1981), s. 587; Pakalın, I, 277; Semavi Eyice, “Ahmedpaşa Mescidi”, İst.A, I, 440.

M. Baha Tanman