CEM

جم

Klasik Fars ve Türk edebiyatlarında çokça anılan efsanevî İran hükümdarlarından biri.

İran’da hüküm süren ilk sülâlelerden Pîşdâdiyân’ın dördüncü ve en büyük hükümdarıdır. Hamdullah Müstevfî Târîh-i Güzîde’de (s. 80 vd.), Cem’in bazı tarihçilere göre Hz. Âdem’le aynı kişi, bazılarına göre ise Hz. Âdem’in yedinci oğlu Geyûmers’in torunu olduğuna dair rivayetleri naklederek soyunu şöyle kaydetmektedir: Tahmûras-Hûşeng-SiyâmekGeyûmers. Cem’e güzel yüzlü oluşu sebebiyle Pehlevîce “ışık ve nur” anlamına gelen Şîd lakabı verilmiş ve Cemşîd adıyla da anılmıştır (İbnü’l-Belhî, s. 29-30; Mîrhând, I, 516). Bu görüşe Arap tarihçileri de katılmaktadır (Taberî, I, 174). İbnü’l-Esîr ise Cem‘in “ay” mânasına geldiğini söyler (el-Kâmil, I, 64).

İran mitolojisine göre insanlar ilk defa Cem döneminde askerler, sanatkârlar ve çiftçiler olmak üzere üç sınıfa ayrılmış, birçok meslek de yine onun zamanında ortaya çıkmıştır. Topraktan maden üretimi ve savaş aletleri yine ilk defa Cem zamanında yapılmış, tıp ilmi bu sırada Yâbel adlı bir kişi tarafından başlatılmış, Yâbel’in kardeşi Yübel mûsikiyi icat etmiştir. Yâbel’in diğer kardeşi Tübel ise birçok sanatın kurucusudur. Çok akıllı bir hükümdar olan Cem, dönemindeki bu büyük ilerlemenin verdiği gururla tanrı olduğunu iddia etmiş ve insanların tapmaları için heykellerini yaptırarak her tarafa göndermiştir. 700 yıl hüküm süren Cem, yine Pîşdâdiyân soyundan gelen Dahhâk tarafından tahtından indirildikten sonra 100 yıl daha yaşamıştır. Zalim bir hükümdar olan Dahhâk da Gâve adlı bir demircinin başlattığı isyan sonucu öldürülmüş ve tahta Cem’in neslinden adaletiyle tanınan Ferîdûn geçmiştir.

Yine mitolojiye göre Cem, güneşin Koç (Hamel) burcuna girdiği 21 Mart günü Azerbaycan’a gelmiş, doğu yönünde yüksekçe bir yere tahtını kurdurarak oturmuş, güneş doğunca Cem’in taht ve tacında bulunan mücevherlerin parlaması ve gece ile gündüzün eşit olması sonucu bu güne “nevruz” (yeni gün) denilmiştir. Nevruzu bayram olarak ilân eden Cem’e halk Şîd unvanını vermiştir


(Sâdık Kiyâ, s. 103). Cem’le ilgili bu efsanenin Hint kaynaklı olduğu ileri sürülmektedir. Nitekim İran’ın İslâm öncesi kutsal kitabı Avesta’da Zerdüşt’ün Brahman’ın dininden ayrılıp yeni bir din icat ettiği, ülkesinden uzaklaştırılınca İran’a giderek orada halka eski Hint mitolojisini öğrettiği anlatılmaktadır. Cem’in adı Avesta’da Pehlevîce şekliyle “Yima”, lakabı Şîd ise “Haseeta” olarak geçmektedir.

Öte yandan İran’ın İslâmlaşmasından sonra İran mitolojisiyle Sâmî peygamberler hakkındaki kıssalar arasında ilgi kurulmuş (Muhammed Muîn, s. 83), bu arada bazı özellikleri dolayısıyla Hz. Süleyman Cem’e benzetilmiştir. Bu sebeple Cem klasik Fars ve Türk edebiyatlarında kuş, dev, peri ve yüzük kelimeleriyle birlikte kullanıldığında Hz. Süleyman kastedilmiştir. Efsaneye göre bir gün havada ayaklarına yılan sarılmış bir kuş gören Cem, okçularına kuşu yaralamadan yılanı öldürmelerini emreder. Okçular kuşu kurtarırlar, kuş da bu iyiliğine karşılık Cem’e birkaç tohum getirir. Cem bu tohumlardan yetişen asmalardan üzüm, üzümden de şarap elde eder; yedi köşeli bir kadeh (câm) yaptırarak kabiliyetlerine göre çevresindekilere bu kadehin birer köşesinden şarap sunar. Câm-ı Cem, câm-ı Cemşîd, câm-ı cihânnümâ, câm-ı gîtî-nümâ gibi adlar verilen Cem’in bu kadehinin özelliği sadece onunla içki sunulmasıdır. Kâinatta olup biten her şeyin görüldüğü, aynı adlarla anılan kadeh şeklindeki aynayı ise yine Pîşdâdiyân soyundan Keyhusrev yapmıştır. Firdevsî, Şehnâme’sindeki “Bîjen ile Münîje” hikâyesinde Keyhusrev’in bu aynada Bîjen’in nerede olduğunu görüp onu kurtardığını anlatır.

Câm-ı Cem tabiri İslâmî dönem İran edebiyatında tasavvufî bir muhteva kazanmıştır. Senâî ona gönül, Attâr Hızır ve âb-ı hayât, Mevlânâ gönül gözü ve gönül aynası, Şebüsterî nefs-i dânâ (insân-ı kâmil) mânasını vermiştir. Hâfız ise câm-ı cihân-bîn, kadeh-i âyîne-kirdâr, âyîne-i İskender tamlamalarını câm-ı Cem anlamında kullanmıştır (M. Kelîm Şehresâmî, s. 109 vd.).

Divan edebiyatında Cem genellikle kadehiyle birlikte ve şarabın mucidi olarak anılmıştır. Bezm (içki meclisi) ve Nevruz vesilesiyle de zikredilen Cem aynı zamanda kudretiyle ele alınır. Fuzûlî’nin, “Hâk-i Cem üzre çıkıp lâle tutup câmını der/Ki kimin var ise bir câmı bugün oldur Cem” beyti bütün bu özellikleri hatırlatan bir örnektir. Cem, ayna ile beraber kullanıldığında ise İskender kastedilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Türk Lugatı, II, 316; Gıyâseddin Mustafa Âbâdî, Gıyâsü’l-lugāt, Leknev 1359, “câm-ı cem” md.; Şükûn, Farsça-Türkçe Lûgat, I, 659; Mustafa Nihat Özön, Edebiyat ve Tenkit Sözlüğü, İstanbul 1954, s. 48; Ca‘fer Seccâdî, Ferheng, Tahran 1983, s. 148-151; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), I, 174; Firdevsî, Şehnâme (trc. Necati Lugal), Ankara 1967, I, 38-98; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 64; İbnü’l-Belhî, Farsnâme (nşr. G. Le Strange), London 1962, s. 29-30; Müstevfî, Târîh-i Güzîde (Browne), s. 80 vd.; Mîrhând, Ravzatü’s-safâ, I, 516; Necmettin Halil Onan, İzahlı Divan Şiiri Antolojisi, İstanbul (1940) 1989, s. 494-495; Levend, Divan Edebiyatı, s. 156-157; Sâdık Kiyâ, Aryâmihr, Tahran 1346 hş., s. 101-108; Abdülbaki Gölpınarlı, Mesnevi ve Şerhi, İstanbul (1973-74) 1985, I, 284; II, 256-257; Harun Tolasa, Şeyhülislâm Bahâyî Efendi Dîvânı’ndan Seçmeler, İstanbul 1979, s. 250-251; Cemal Kurnaz, Hayâlî Bey Dîvânı Tahlili, Ankara 1987, s. 123-124; Osman Horata, Nedîm-i Kadîm Dîvançesi, Ankara 1987, s. 191; Muhammed Muîn, Mecmûa-i Makalât, Tahran 1367, s. 83; İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989, s. 182-183; Muhammed Kelîm Şehresâmî, “Istılâh-ı Câm-ı Cem der Şir-i Hâfız”, Dâniş, XIII, İslâmâbâd 1367, s. 109-116; Kamûsü’l-a‘lâm, III, 1834; IV, 2997; Dihhudâ, Lugatnâme, X/2, s. 87-88; Selçuk Eraydın, “Cem”, TDEA, II, 33-34.

Nurettin Albayrak