CELÂLEDDİN KARATAY

(ö. 652/1254)

Anadolu Selçukluları’nın tanınmış devlet adamlarından.

Doğum tarihi bilinmemektedir. İbn Bîbî, Celâleddin’in aslen bir Rum gulâm*ı olduğunu söyler. Ebü’l-Ferec İbnü’l-İbrî ise onu Alâeddin Keykubad’ın yetiştirmelerinden biri olarak kaydeder. Ancak bu bilgi, Karatay’ın sultanla mevcut münasebetleri dolayısıyla bir yakıştırma olmalıdır. Bu iki kaynağın onun hakkında kullandığı “Rûmî” nisbesi, o dönemde Bizanslı, daha genel anlamıyla Ortodoks mezhebinde bulunan her kavme mensup hırıstiyan ve Anadolu’da yaşayan müslüman Türk mânasına gelen bir tabirdir. Bununla beraber Karatay büyük bir ihtimalle müslüman Türk asıllı değildir. Zira o devir vesikalarında mühtedilerin baba adı daima “Abdullah” şeklinde değiştirilmektedir. Karatay’a ait vakfiye ve kitâbelerde adının her yerde Karatay b. Abdullah olarak zikredilmesi, onun müslüman olmayan bir aileden geldiğine dair görüşleri desteklemektedir.

İbn Bîbî’ye göre Karatay, Keykubad’ın tahta çıkışından ölümüne kadar hazarda ve seferde bu büyük sultanın hizmetinden ayrılmamıştır. Sultanın cülûsu sırasında onun orta yaşın üzerinde ve önemli bir mevkide bulunduğu muhakkaktır. Çünkü Keykubad’ın saltanatını tasdik ve tebrik maksadıyla halife tarafından gönderilen elçi Şehâbeddin es-Sühreverdî’yi dönüşte Konya’dan uğurlayanların başına bizzat sultan tarafından Karatay ile Necmeddin Tûsî tayin edilmişti. İbn Bîbî, onun taştdâr*lıktan önce devâtdâr* (emîr-i devât) olarak görev yaptığını kaydeder. Karatay, Keykubad’ın saltanatı süresince taştdârlık görevini muhafaza etmiş görünmektedir.

Karatay’ın sonraki yıllarda görülen nüfuz ve tesirinin yerleşmesinde, Keykubad tarafından ona verilen mevkiin ve onun da sultanın mahremi olarak edindiği tecrübe ve bilgilerin büyük rolü vardır.

Keykubad’ın âni ölümünden sonra yerine geçen oğlu II. Gıyâseddin Keyhusrev zayıf bir hükümdardı. Onun 1243’te Kösedağ’da İlhanlılar’a yenilmesi üzerine Celâleddin Karatay da bazı devlet adamlarıyla birlikte bir köşeye çekildi. Fakat işlerin kötüye gitmesi üzerine Sâhib Şemseddin Muhammed ve Mühezzebüddin Ali gibi devlet adamları tekrar iş başına getirildi; Celâleddin Karatay da eski görevi olan taştdârlıkla birlikte hazîne-i hâssa emirliğine tayin edildi. Celâleddin Karatay Keyhusrev’in ölümüne kadar bu görevde kaldı. Sultanın ölümünden sonra üç oğlunun ayrı ayrı ve birlikte saltanat sürdükleri dönemde ise daha etkin bir rol oynadı.

II. Gıyâseddin Keyhusrev, Gürcü melikesinin kızından olan en küçük oğlu Alâeddin Keykubad’ı veliaht tayin etmişti. Fakat ölümünden sonra Vezir Şemseddin Muhammed el-İsfahânî, Celâleddin Karatay, Has Oğuz, Esedüddin Rûzbe ve Fahreddin Ebû Bekir gibi devrin güçlü devlet adamlarının ortak kararı ile tahta büyük şehzade II. İzzeddin Keykâvus çıkarıldı. Karatay da nâib-i saltanat tayin edildi. İbn Bîbî, Vezir Sâhib Şemseddin’in kesin hâkimiyetinden önceki devrede Karatay’ın fikrini almadan memleket işlerini görmediğini kaydeder.

Güyük Han’ın cülûs merasimine katılmak üzere Moğolistan’a giden II. Gıyâseddin Keyhusrev’in ortanca oğlu IV. Kılıcarslan ve taraftarlarının Sultan Keykâvus ve veziri Şemseddin’in azillerine dair yarlık getirmeleri üzerine Celâleddin Karatay, IV. Kılıcarslan’ın elçisi sıfatıyla gelen Hotanlı Cemâleddin’in de katıldığı mecliste büyük kardeş dururken küçüğün sultan olmasının şeriata ve örfe uygun olmadığını, üç kardeşin birlikte tahta çıkarılmasının ve Kılıcarslan’la birlikte gelen 2000 Moğol süvarisinin geri gönderilmesinin gerektiğini söyledi. Nihayet onun nüfuz ve gayretleriyle yalnız kardeşler arasındaki ihtilâflar değil bunlara intisap ederek şahsî ihtiraslar peşinde koşan beyler de yatıştırıldı. Ancak


bu sırada Keykâvus ile Kılıcarslan arasında anlaşmazlık çıktı. Aralarındaki silâhlı mücadelede Kılıcarslan mağlûp oldu, fakat kardeşi onu affetti. Celâleddin Karatay, üç kardeşin birlikte saltanat sürmelerini temin ederek devletin parçalanmasını önledi.

Celâleddin Karatay’ın, Keykâvus’un cülûsundan ortak hâkimiyetin başladığı 647 (1249) yılına kadar yürüttüğü saltanat nâibliğini bırakarak atabeglik (atabeg-i Rûm) mevkiine geçtiği kaydedilmektedir. Ölümüne kadar kaldığı bu makamda kardeşler arasında geçimsizliğe meydan vermedi, devlet adamlarının onları menfaat ve ihtiraslarına vasıta kılmalarını önledi. Nitekim bu mevkide bulunduğu müddetçe kardeşlerin birlikte hüküm sürmeleri kabil olabilmiş ve ölümünden sonra tekrar dirlik ve düzen bozulmuştur. Karatay’ın nüfuz ve kudreti yalnız kendi mevkiinin verdiği yetkilerle sınırlı kalmamış, diğer bütün önemli işlerin hallinde ve büyük mevkilere getirilecek kişilerin seçiminde de rol oynamıştır.

Celâleddin Karatay, Moğol hükümdarı Mengü Han’ın huzuruna çıkmak üzere Moğolistan’a hareket eden Keykâvus’u yolcu etmek için gittiği Kayseri’de vefat etti. Sivas’ta iken durumu öğrenen Keykâvus memleketin başsız kaldığını görerek geri döndü. Kendi yerine ise küçük kardeşi Alâeddin Keykubad’ı bazı devlet adamlarıyla birlikte gönderdi. Karatay’ın cenazesi Konya’ya getirilerek medresesinin yanındaki (veya kervansarayındaki) türbede defnedildi.

Bütün kaynaklar, Moğol müdahale ve baskılarının en yoğun olduğu bir dönemde devlete sahip çıkan, ülkede dirlik ve düzeni sağlamak için samimiyetle çalışan Karatay’ın dindarlığı, hayır severliği, ahlâkî meziyetleri ve güçlü bir devlet adamı olduğu üzerinde birleşmektedir. İbn Bîbî Karatay’ın ibadetle meşgul olduğunu, her türlü maddî zevkten sakındığını, müslüman ve zimmî herkesin onun ihsan ve iyiliklerine nâil olduğunu yazar. Menâkıbü’l-ârifîn’de de Karatay’ın iyiliklerinden ve Mevlânâ’nın ona saygı duyduğundan söz edilir. İbn Bîbî ile Aksarâyî, menşur ve fermanlarda kendisine “veliyyullah fi’l-arz” diye hitap edildiğini kaydederler. Mübârizüddin Ertokuş’a ait 669 (1270) tarihli vakfiyede Karatay’dan “el-Emîrü’r-Rabbânî” diye bahsedilmektedir. Medresesi dışında yaptırdığı eserler üzerindeki kitâbelerde adını zikretmemesi tevazuunu gösterir. Ebü’l-Ferec de Anadolu’da halk ve yüksek tabakanın ona büyük bir hürmet beslediğini yazar.

İbn Bîbî, Karatay’ın ülkenin her tarafında mescid, medrese, hankah ve kervansaray gibi hayır eserleri yaptırdığını belirtir. Ancak vakfiye ve kitâbelerden tesbit edilebilen eserleri, Türkiye-Suriye arasındaki yol üzerinde, Kayseri’nin Bünyan ilçesi yakınlarında bulunan Karatay Kervansarayı, Konya’daki Karatay Medresesi ve Antalya’daki Dârüssulehâ’dan ibarettir.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-alâiyye, s. 226, 233, 297, 462, 569, 594; Ebü’l-Ferec, Târih, II, 549, 560; a.mlf., Târîhu muhtasari’d-düvel (nşr. A. Salhânî), Beyrut 1890, s. 255, 257, 264; Aksarâyî, Müsâmeretü’l-ahbâr, s. 36-38, 95; Eflâkî, Menâkıbü’l-ârifîn, I, 121, 181, 209, 218, 228, 292, 510, 558; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1971, s. 330, 341, 388-389, 471-479, 513, 518, 532, 534; a.mlf., Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Ankara 1980, s. 5, 18, 20, 37, 50, 54, 80, 134; a.mlf., “Selçuk Devri Vakfiyeleri III: Celâleddin Karatay, Vakıfları ve Vakfiyeleri”, TTK Belleten, XII/45 (1948), s. 17-158; Cl. Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler (trc. Yıldız Moran), İstanbul 1979, s. 142, 153, 190, 202, 242, 252, 258, 266-268, 315, 326, 333.

Aydın Taneri