CEDÎD EŞREFÎ

II. Mustafa adına 1696’da ilk defa tuğralı olarak basılan altın para.

İstanbul’da basılan eşrefî altınlarla Mısır’da kesilen altınlar arasında dirhem ve ayar farkı bulunduğu halde her ikisinin rayici eşit tutuluyordu. Fakat tam ayarlı İstanbul altınının tüccar tarafından toplanarak Mısır’a ve başka yerlere götürülmesi piyasada halis altının azalmasına, buna karşılık ağırlıkları eksik ve ayarları bozuk Mısır altınlarının çoğalmasına yol açmıştı. Hükümet bu duruma engel olmak için içine gümüş ve bakır karıştırarak ilk defa üstünde tuğra bulunan bir altın para bastırmış, buna cedîd eşrefî adı verilmiş ve bu yeni paraların 300 akçeye eş değer olması kabul edilmiştir. Cedîd eşrefîler çoğalıncaya kadar Mısır ve eski İstanbul eşrefîleriyle Tunus ve Cezayir altınlarının, zamanla taşradan gelecek olanların ve tüccar arasında tedavül eden mahlût ve 100 adedi 110 dirhem altın itibariyle rayiç meskûkâtın doğruca Darphâne-i Âmire’ye getirilip eritildikten sonra tuğralı olarak darbedilmesi, ayrıca Edirne ve İzmir’de de özel darphâneler kurularak İstanbul’dakiler gibi tuğralı altınlar kestirilmesi hakkında irade çıkmıştır. Aynı şekilde Mısır’da da bu cedîd tuğralı altınlardan 22 ayarında ve 100 adedi 115 veznine eşit sikke kesilmesi hususunda aynı yıl içinde Mısır valisine fermanlar gönderilmiştir (Hammer, XII, 409). Devrin vak‘anüvisi Râşid Mehmed Efendi, yeni meskûkâtın tedavüle girmesi ve cizye gelirlerinin de bu paralar üzerinden tahsil edilmesiyle devlet hazinesinin yüzde elli kazançlı çıktığını belirtmektedir (Târih, II, 384).

Bu altın paralar birkaç çeşit çıkarılmıştır. Bir kısmı eski eşrefîler gibi geniş, bir kısmı da küçük ve dar kuturda darbedilmiştir. Ayrıca altın meskûkâtta ilk defa olmak üzere çifte altın yani iki kat vezinde sikkeler tedavüle çıkarılmıştır. Ancak bunların hiçbirinde ölçü bakımından tam bir uyum sağlanamamış, ufak tefek noksanlıklar hep bulunmuştur. Bununla birlikte cedîd altın sikkelerin eski Osmanlı paraları arasında gerçekten özel bir yeri olduğu ve daha sonrası için de bir örnek teşkil ettiği belirtilmelidir. O zamana kadar padişah tuğrası sadece gümüş meskûkât üzerine nakşedilirken bu tarihte (1696) altın sikkelere de vurulması Osmanlı para darbı için gerçekten önemli bir olaydır. Bu


tuğralı altınlara resmen cedîd eşrefî adı verildiği halde halk arasında sadece eşrefî veya tuğralı altın denilmiştir. Osmanlılar’da kullanılan altın paraların adları genellikle Mısır’dan sirayet ederdi. Hatta İstanbul’da belli bir adla bastırılıp piyasaya sürülen altınlar Mısır’a gidince isim değiştirir ve bu yeni isimle anılmaya başlardı. Nitekim cedîd eşrefîler de Mısır’da zer-i mahbûb* adıyla darbedilmiştir. Halbuki bu adla İstanbul’da para darbı ancak III. Ahmed zamanında gerçekleştirilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Râşid, Târih, II, 383-384; Hammer, HEO, XII, 409; İsmâil Gālib, Takvîm-i Meskûkât-ı Osmâniyye, Kostantiniye 1307, s. 250-253; Hasan Ferîd, Nakd ve İ‘tibâr-ı Mâlî, 1. Kitap, İstanbul 1330-33, s. 203; Nuri Pere, Osmanlılarda Mâdenî Paralar, İstanbul 1968, s. 185; Abbas el-Azzâvî, Târîhu’n-nukūdi’l-ǾIrâkıyye li-mâ baǾde’l-Ǿuhûdi’l-ǾAbbâsiyye, Bağdad 1377/1958, s. 137; Artuk, İslâmî Sikkeler Kataloğu, II, 606-612; Pakalın, I, 267.

İbrahim Artuk