CEBERÛT

الجبروت

Mülk ile melekût âlemleri arasında veya melekût âleminin üstünde zaruretin hüküm sürdüğü âlem; Allah’ın zâtı, azamet ve celâl sıfatı.

Arap dilcileri ceberût kelimesinin “kahr, zorlama, hâkimiyet” anlamındaki cebr kökünden geldiğini, bu mânayı daha kuvvetle ifade etmesi için sonuna bir “t” harfinin eklendiğini ileri sürerler (Tâcü’l-Ǿarûs, “cbr” md.). Bunun yanı sıra ceberûtun İbrânîce’deki gebûrah kelimesinin Arapçalaşmış şekli olduğunu söyleyenler de vardır (İA, III, 40). Kur’an’da rastlanmayan ceberût kelimesi hadislerde “kibriyâ, azamet, cebbarlık, zorbalık” anlamlarında geçer.

İlk sûfîlerde genellikle ceberût tabirine rastlanmaz. Daha sonra gelen Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Azîz Nesefî, Abdülkerim el-Cîlî ve Sühreverdî el-Maktûl gibi mutasavvıflar ceberût kelimesini tasavvufî bir kavram haline getirmişler, bazan bunu ideler âlemi şeklinde açıklamışlar, bazan da a‘yân-ı sâbite* anlayışıyla birleştirmişlerdir.

Bir kısım mutasavvıflara göre ceberût, mülk* ile melekût* âlemi arasında bir orta âlemdir (Gazzâlî, IV, 250; İbnü’l-Arabî, Istılâhât, “ceberût” md.). Diğer bazı kaynaklarda genellikle üç âlemin en yükseği ceberût, ortası melekût, en alttaki mülk olarak kaydedilir. Meselâ Sühreverdî bu üçlü âlem sıralamasını verdikten sonra bunları akıl, nefis ve madde âlemi olarak da adlandırır ve feyzin yukarı âlemlerden aşağıya doğru basamak basamak indiğini belirtir (Se Risâle, s. 103, 166).

Azîz Nesefî, yokluk âleminin kuvve halinde bulunan varlıklarına ceberût, mâkul varlıklar âlemine melekût, maddî varlıklar âlemine de mülk adını verir. Mülk melekûtun, melekût da ceberûtun örneği ve aynası olduğundan bunlardan altta bulunan üstündeki âlemi daha ayrıntılı biçimde yansıtır. Bundan dolayı ceberûta “cuma gecesi”, melekûta “cuma günü” denilmiştir. Her şey ceberûtta takdir edilir, melekût ve mülkte bunların ayrıntıları verilir. Ceberût mâhiyetler, melekût mâkuller, mülk maddeler âlemidir. Erzurumlu İbrâhim Hakkı ise üç âlemin en üst tarafına arşı, ortaya ceberûtu, en alta kürsüyü koyar; bu âlemleri gösteren bir de şema verir (Ma‘rifetnâme, s. 5, 22). Bunlardan bir üstteki alttakini her yönden kuşatır. Buna göre ceberût, melekût ve mülk âlemini kuşatan geniş âlemdir. Ayrıca İbrâhim Hakkı, en latif, en nurlu ve en yüce âlemin ceberût olduğunu, bunu ruhlar âleminin takip ettiğini söyler.

Bazı mutasavvıflar Allah’ın zâtına ceberût, ezelî sıfatlarına melekût, diğer bazıları zâta lâhût, sıfatlara ceberût adını verirler. Buna göre ceberût zâtla melekût arasında bulunur. Nitekim Ebû Tâlib el-Mekkî de ceberûtu sıfatlar ve isimler âlemi şeklinde anlamıştır. Vahdet ve hakîkat-i Muhammediyye mertebesine de ceberût denilmiştir.

Ceberût âleminde tam bir cebir hali hüküm sürer. Burada Hak, halk için neyi irade ve takdir etmişse o olur. Bu âlemde insan iradesinden eser yoktur. Bütün eşyanın ceberût âlemindeki küllî sûretleri ve a‘yân-ı sâbiteleri, daha aşağı âlemlerdeki cüz’î sûretlerini varlık sahasına


çıkmaya zorladığı için buna ceberût âlemi denildiği de söylenir.

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “ceberût” md.; İbnü’l-Arabî, Istılâhât, “ceberût” md.; a.mlf., el-Fütûhât, I, 246; III, 206; IV, 461; VI, 371; et-TaǾrîfât, “ceberût” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “cbr” md.; Tehânevî, Keşşâf, “ceberût” md.; Wensinck, MuǾcem, “ceberût” md.; Seyyid Ca‘fer Seccâdî, Ferheng-i ǾUlûm-i ǾAklî, Tahran 1361, “ceberût” md.; a.mlf., Ferheng, “ceberût”, md.; Gazzâlî, İhyâ, IV, 250; İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, İstanbul 1366, II, 47-50; İbrâhim Hakkı Erzurûmî, Ma‘rifetnâme, İstanbul 1310, s. 5, 22-23; Hasan Muhammed eş-Şerkāvî, Elfâzü’s-sûfiyye, İskenderiye, ts., s. 122; Se Risâle ez Şeyh-i İşrâķ (nşr. Necef Kuli Habîbî), Tahran 1397, s. 51, 103, 166; Azîz Nesefî, İnsân-ı Kâmil (nşr. Marijan Molé), Tahran 1403/1983, s. 344-390; M. Gazî Arabî, en-Nusûs fî mustalahi’t-Tasavvuf, Dımaşk 1985, s. 26; B. Carra de Vaux, “Ceberût”, İA, III, 40; L. Gardet, “ǾĀlam”, EI² (İng.), I, 351.

İrfan Gündüz