CÂM

جام

Divan şiirinde çeşitli hayaller ve edebî sanatlarla birlikte en çok kullanılan kelimelerden biri.

“İçki bardağı” mânasında olup kadeh, rıtl, peymâne, piyâle, sâgar, sağrak, ayak, dolu kelimeleri de aynı anlamda kullanılır. Yapıldığı maddeyi ve rengini ifade eden kelimelerle câm-ı zerrîn, câm-ı zernigâr, câm-ı la‘lîn, câm-ı yâkutî, câm-ı billûr, câm-ı mînâ, câm-ı musaffâ, câm-ı rûşen, câm-ı âteş-reng, câm-ı gül-gûn (gül-fâm, gül-reng) gibi terkipler içinde yer alır. Şeklinden dolayı at kulağı, deve tabanı, dostkânî, hilâlî, rıtl-i girân gibi adlarla tanınan çeşitleri de vardır.

Câm divan edebiyatında daha çok içindeki içki ile birlikte söz konusu edilir. Renk ve şekil yönünden ağız, dudak, lâle, gül, güneş, hilâl ve âşığın gözü ile benzerlik kurularak ele alınır. Ağız ve dudak güzel söz, bûse veya gülüş dolayısıyla âşığa aşk şarabı sunan bir kadehtir. Her ikisinin rengi kırmızı olduğundan leb (dudak) ile câm arasında devamlı bir münasebet gözetilmiştir. Güneş ve hilâl de renk, şekil ve parlaklık yanında hiç durmadan dönmeleri sebebiyle mecliste elden ele dolaşan kadehe benzetilirler. “Hilâlî” denilen kadeh çeşidi hilâlle benzerliğinden dolayı bu adı almıştır. Kanlı göz yaşları şaraba teşbih edilerek kullanıldığında ortaya çıkan câm-ı çeşm terkibiyle âşığın gözleri de kadeh olarak hayal edilir. Bu münasebet ayrıca kadehlerin işlenip süslenmesiyle de ilgilidir. Zira âşığın gözlerine, tıpkı kadehin üzerine süs olarak çizilmiş şekiller gibi sevgilinin sûreti veya hayali düşmüş veya işlenmiştir. Ayrıca âşığı mest ve harap ettiği için güzellik de şarap kadehine benzetilir.

Ayak çekmek, ayağa düşmek (veya düşürmek), başını ayağa salmak gibi deyimlerde “kadeh” anlamına gelen ayak kelimesi tevriyeli olarak kullanılır. Farsça’da ayâğ “büyük ayaklı kadeh” demek olup Türkçe ayak kelimesinden bu dile girmiştir. Buna bağlı olarak ayak seyri sözü de hem gezinti hem de içki içmek demektir. Tevriyeli kullanışlarında çok defa ayak ile baş arasında tezat sanatı da yapılır: “Ayağa düş dilersen başa çıkmak/Bununla başa çıktı câm-ı sahbâ” (Hayâlî Bey).

Câm gerçek anlamda içindeki içkiden öteye, mecazi olarak, kendisiyle sunulduğu


tasavvur olunan kader, baht, ecel gibi başka şeyleri de anlatmaktadır. Şeyyad Hamza’nın şu beyti buna bir örnek teşkil eder: “Ecel tutmuş elinde bir ulu câm/Ki ol câmın içi dolu serencâm”. Tasavvufî mânada kullanıldığında kadehe konulan şarap ilâhî aşkı, kadeh de âşığın gönlünü veya mürşid-i kâmilin tâlibe telkin eylediği “ismullah”ı ifade eder.

Eski şiirde câma bağlı olarak çok geçen sözlerden biri de “câm-ı Cem”dir (bk. CÂM-ı CEM). Cem’in bu sihirli kadehinin dünyada olan biteni aksettirmesi veya göstermesi sebebiyle câm kelimesi “câm-ı cihân-nümâ”, “câm-ı cihân-bîn”, “câm-ı gîtî-nümâ”, “câm-ı âlem-nümâ” gibi terkiplerde “ayna” mânasında kullanılmıştır. “Câm-ı İskender” de bunlardan biri olarak büyük İskender’e atfedilen meşhur ayna anlamındadır. Fakat divan edebiyatında daha çok “âyîne-i İskender” ve benzeri terkipler halinde geçer (bk. ÂYÎNE-i İSKENDER).

Divan şiirinde câm nâdir de olsa “cam” anlamında da kullanılır. Bu maksatla zikredildiğinde pencerelerinde cam bulunan evin aydınlık olacağı belirtilir ve âşığın kulağı sevgilinin kapısı halkasına, gözleri de pencerelerin camlarına benzetilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Burhân-ı Katı‘ Tercümesi, s. 198; Levend, Divan Edebiyatı, s. 156-157, 336-342; A. Nihad Tarlan, Şeyhî Divanını Tedkik, İstanbul 1964, s. 142, 165; Mehmed Çavuşoğlu, Necâti Bey Divanı’nın Tahlili, İstanbul 1971, s. 47, 128, 170, 171, 210, 231; Harun Tolasa, Ahmed Paşa’nın Şiir Dünyası, Ankara 1973, s. 136, 253-254, 258, 359, 412, 440, 446, 509, 512; Cemâl Kurnaz, Hayâlî Bey Dîvânı (Tahlil), Ankara 1987, s. 157-158, 271, 361, 427, 450, 459; a.mlf., “Necati Beğ, Ahmed Paşa, Hayâlî Beğ ve Nev‘î Divanlarındaki Teşbih ve Mecaz Unsurları”, TKA, XXV/1 (1988), s. 137, 143, 147, 149, 151, 155, 159, 162, 163; Abdurrahman Güzel, “Sual ve Cevap Yoluyla Tasavvufun Tarifi”, a.e., XXIII/1-2 (1985), s. 303.

Cemâl Kurnaz