CÂBÎ

جابى

Osmanlılar’da vakıflara ait kira ve gelirleri toplayan görevli.

“Mal ve haraç toplamak” anlamına gelen Arapça cebee kökünden türetilmiştir. Osmanlı öncesi İslâm ve Türk devletlerinde haraç ve vergi toplayan görevlileri ifade etmekte iken Osmanlılar’da erken dönemlerden itibaren daha çok vakıf gelirlerini toplayanlar için kullanılmıştır.

Osmanlılar’da küçük vakıfların, özellikle aile (zürrî) vakıflarının bütün idaresi mütevelliler tarafından yürütüldüğü halde büyük vakıfların idaresinde nâzır, mütevelli, câbî veya kâtip gibi birçok görevli hizmet yapardı. Statüleri, özellikleri ve ücretleri vakfiyelerdeki hükümlerle belirlenen câbîlerin tayin, azil, teftiş gibi her türlü idarî ve hukukî işleri vakfın bulunduğu yerin kadısı aracılığı ile yürütülür, değişikliklerle ilgili olarak ayrıca merkezî idareden berat verilirdi. Câbîlerin yaptığı işe cibâyet denilirdi. Orta büyüklükteki vakıfların gelirlerini toplamak için bazan bir câbî tayin edildiği gibi bazan da birbirine yakın iki veya daha çok vakfın gelirlerini yine bir câbî toplar, bu iş için her iki vakıftan cüzi ücretler tahsis edilirdi.

Padişahlara, vâlide sultanlara ve sadrazamlara ait büyük vakıflarda ise sayıları yirmi yirmi beşe varan câbîler bulunurdu. Meselâ Fâtih Külliyesi’ne ait muhasebe defterinde, vakıf hamamların icarları ile Çorlu, Silivri, Rodos gibi birbirinden uzak yerlerdeki vakıf arazilerin gelirlerini toplayan ve her biri günde 34 akçe alan on beş kadar câbînin adı geçmektedir (Barkan, İFM, XXIII/1-2, s. 323-324). 1489-1491 yıllarına ait muhasebe defterlerine göre, Fâtih Sultan Mehmed evkafından olan Ayasofya Camii ve Eyüp Sultan Türbesi’ne ait vakıf bezzâzistan, bozahâne ve İstanbul’daki mukataa*larla Galata, Sultanpazarı, Tahtakale ve Dikilitaş’ta bulunan vakıf dükkân ve evlerin kiralarını toplamak üzere her biri günde 4 akçe alan on bir câbî bulunuyordu. Aynı şekilde Süleymaniye Külliyesi’ne ait vakıf arazi ve dükkânların gelirlerini toplayan ve her biri günde 5-6 akçe alan yirmi beş câbî görev yapmaktaydı (Barkan, VD, IX, 137-139). Ayrıca Vezîriâzam Atik Ali Paşa’nın ülkenin çeşitli bölgelerinde dağınık vaziyette bulunan vakıf arazileriyle iş yeri ve evlerinin gelirlerini toplamak üzere birçok câbînin bulunduğu ve her birine günde 5 akçe ücret ödendiği bilinmektedir.

Uzak yerlerdeki vakıf arazi gelirlerini toplayan veya câbîlerin topladığı vakıf gelirlerini vakıf merkezine getiren görevlilere atlı olmaları dolayısıyla câbî-i süvârî deniliyordu. Nitekim Atik Ali Paşa vakıflarında günde 6 akçe alan bir, Sadrazam Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa vakıflarında ise iki câbî-i süvârî görev yapmaktaydı. Öte yandan yine genellikle büyük vakıflarda sadece dükkân, han, hamam, ev gibi vakıf binaların gelirlerini toplamakla görevli câbîlere câbî-i müsakkafât adı veriliyordu. Meselâ Şam Kadısı Mehmed’in Dîvân-ı Hümâyun’a gönderdiği 1124 (1712) tarihli bir arzında, Şam Emeviyye Camii müsakkafât câbîsi ile Tavîl Ahmed vakfı câbîsi olan Mûsâ ve Mehmed’in kendi rızâları ile câbîlikten ayrılmaları üzerine bu görevin Şeyh Ahmed b. Ömer’e verilmesi istenmekteydi.

Câbîler vakfın büyüklüğüne, iş hacmine ve malî imkânlarına göre 1 ile 10 akçe arasında yevmiye alırlardı. İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde pek çok örneğine rastlandığı gibi bu ücret vakfiyelerde çok defa günlük (yevmî), bazan da aylık veya yıllık olarak belirtilirdi. Ayrıca yevmî ücrete ilâve olarak aynî ödeme de yapılabilirdi. Nitekim 997 (1589) tarihli berat ile Bursa Îsâ Bey evkafı câbîliğine tayin edilen Mehmed Halîfe’ye yevmî 3 akçe ücretin yanı sıra yılda 3 müd buğday ve 3 müd arpa tahsis edilmişti (Ongan, Ankara’nın 2 Numaralı Şeriyye Sicili, s. 58). Yine Konya’da Şeyh Sâdeddin Camii evkafı câbîsinin ücreti günde 2 akçe, yılda bir hisse buğday ve arpa idi (Konya Şer‘iyye Sicilleri, B. 24/ 184-3). Câbîler kendilerine ayrılan bu belirli ücretler yanında boşalan vakıf gayri menkullerin kiraya verilmesi, el değiştirmesi gibi işlemlerden elde edilen gelirlerin (mahlûlât muaccelesi) yarısından mütevelli ve kâtiplerle birlikte bir pay alırlardı.

Câbîler vakıf gelirlerinin toplanması sırasında birçok problemle karşı karşıya


kalıyorlardı. Bilhassa zamanında tahsil edilemeyen gelirlerin daha sonra toplanması kolay olmuyordu. Bilhassa Selâtin ve Haremeyn evkafı gibi büyük vakıflarda bu gibi paraların tahsili, mütevelliye teslimi, özellikle görev devri sırasında birçok sıkıntıya yol açıyordu. İstanbul Haremeyn Evkafı Müfettişliği Mahkemesi sicillerinde bu meselelere dair pek çok örnek bulunmaktadır: 1619’da Haremeyn evkafı mütevellisi dergâh-ı âlî kapıcılarından Hasan Bey ile aynı evkafın câbîsi dergâh-ı âlî kapıcılarından Eyüp Bey arasındaki bir davada, câbî Eyüp’ün önceki mütevelli Hamza Bey zamanında topladığı 838.693 akçeyi vakfa teslim ettikten sonra eski mütevelli döneminden kiracıların zimmetinde kalan 241.320 akçeyi toplayıp yeni mütevelli Hasan’a verdiği, fakat eski mütevelli ile yeni mütevelli zamanlarına ait kiracılar üzerinde 237.383 akçe göründüğü, bunun üzerine câbî Eyüp ile mütevelli Hasan’ın birlikte kiracıları tek tek dolaşıp hepsine borçlarını kabul ettirdikleri, sonra da câbî Eyüp’ün vakıfla ilgisinin kalmadığı, mahkemede düzenlenen ibrâ hüccetiyle şahitler huzurunda tescil edilmişti.

Öte yandan para işleriyle uğraşmaları, vakıfların idaresinde sık sık görülen suistimallerde câbîleri ön plana çıkarmıştır. Vakıfların çoğaldığı XVIII ve XIX. yüzyıllarda icâreteyn* uygulaması dolayısıyla muameleler çok karmaşık şekiller almış, mütevelli ve câbîlerin isimleri birçok yolsuzluğa karışmıştır. Hatta bu yüzden sık sık azledilmişler veya adlî takibata uğramışlardır. Mütevelli ile câbînin kendi aralarında anlaşmaları halinde kolaylıkla yapılabilen bu tür suistimal ve yolsuzlukların ortaya çıkması halinde davalara doğrudan doğruya mahallî kadılar tarafından bakılırdı. Şer‘iyye sicillerinde vakıf suistimalleriyle ilgili pek çok dava kaydına rastlanır. Ayrıca çeşitli sıkıntı ve huzursuzluk dönemlerinde geniş kitlelere gönderilen adâletnâmelerde de zaman zaman câbîlerin uygunsuz davranışlarına temas edilmiştir. Özellikle vakıf reâyâsının bir timar arazisi içerisinde bulunması, câbîlerle sipahiler arasında gelirlerin tahsili bakımından birçok probleme yol açmıştır (Uluçay, XVIII. ve XIX. Asırlarda Saruhan, s. 191-195).

Câbîlerle ilgili çeşitli konular ve özellikle vakfiye şartları ile uygulamadaki farktan doğan ihtilâflar da pek çok fetvaya konu olmuştur. Fetvalarda vakfiye şartlarına riayet esas alınmıştır. Sun‘ullah Efendi bir fetvasında, vakfiyede kitâbet ve cibâyet ayrı ayrı kişilere şart edildiği halde bunu bir şahsın uhdesinde toplamanın mümkün olup olmayacağı sorusuna olumsuz cevap vermiştir. Ancak vakfiyede “nâ-meşrû” şartların bulunması ve böylece vakfın zarar görmesi söz konusu ise o zaman alınan fetva ile değişiklik yapılabilirdi. Nitekim Ebüssuûd Efendi bir vakfiyede yer alan böyle bir şartın dikkate alınmayacağına dair fetva vermişti.

1826’da Evkaf-ı Hümâyun Nezâreti’nin kurulmasıyla câbîlikler kısıtlanmış, Tanzimat’tan sonra da câbîlik kaldırılarak bu işler için tahsildarlar görevlendirilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Konya Şer‘iyye Sicilleri, B. 24/184-3; BA, Cevdet-Evkaf, nr. 184, 229, 257; İstanbul Şer‘iyye Sicilleri Evkaf-ı Hümâyun Müfettişliği Mahkemesi, nr. 1, s. 49-50; İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546), tür.yer.; Halit Ongan, Ankara’nın 1 Numaralı Şer‘iyye Sicili, Ankara 1958, bk. İndeks; a.mlf., Ankara’nın 2 Numaralı Şer‘iyye Sicili, Ankara 1974, bk. İndeks; Uluçay, XVII. Asırda Saruhan, s. 123; a.mlf., XVIII. ve XIX. Asırlarda Saruhan, s. 191-195; Mehmet İpşirli, İstanbul Şer‘iyye Sicilleri Arşivi 1 nolu Evkaf-ı Hümâyun Defteri (lisans tezi, 1970), İÜ Ed.Fak., s. 55; a.mlf., “Şeyhülislâm Sun‘ullah Efendi”, TED, XIII (1987), s. 240; M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi Fetvaları, İstanbul 1983, s. 81; Ömer Lûtfi Barkan, “Fatih Camii ve İmareti Tesislerinin 1489-1490 Yıllarına Ait Muhasebe Bilançoları”, İFM, XXIII/1-2 (1963), s. 323-324; a.mlf., “Ayasofya Camii ve Eyüp Türbesinin 1489-1491 Yıllarına Ait Muhasebe Bilançoları”, a.e., XXIII/1-2 (1963), s. 354; a.mlf., “Süleymaniye Camii ve İmareti Tesislerine Ait Yıllık Bir Muhasebe Bilançosu 993/994 (1585/ 1586)”, VD, IX (1971), s. 137-139.

Mehmet İpşirli