BİŞR b. GIYÂS

بشر بن غياث

Ebû Abdirrahmân Bişr b. Gıyâs b. Ebî Kerîme el-Merîsî el-Bağdâdî (ö. 218/833)

Cehmiyye ile Mürcie’nin görüşlerini benimseyen kelâmcı ve Hanefî fakihi.

Doğum tarihi ve yeri kesin olarak bilinmemektedir. Seksen yaşlarında vefat ettiğine ve Ebû Hanîfe’nin (ö. 150 / 767) öğrencisi olduğuna dair rivayetler doğru kabul edilirse 140 (757) yılından önce doğduğunu söylemek mümkündür. Kûfe’de veya Bağdat’ta doğmuş olması muhtemeldir. Soyu Hz. Ömer’in kardeşi Zeyd b. Hattâb’ın âzatlı kölelerinden birine dayanır. Bir rivayete göre ailesi Mısır’daki Asvân ile Nûbe arasında bulunan Meris köyünden, diğer bir rivayete göre ise Bağdat yakınlarındaki Derbü’l-Merîsî adını taşıyan bir bölgeden geldiği için Merîsî nisbesiyle anılmıştır. Hayatının ilk yıllarını Kûfe’de geçirdi ve tahsiline Ebû Hanîfe’nin derslerine devam etmekle başladı. Hocasının vefatından sonra Ebû Yûsuf’un derslerine devam etti. Hammâd b. Seleme ve Süfyân b. Uyeyne’den hadis okuyup rivayet etti (Hatîb, VII, 56). Hocası Ebû Yûsuf’un muhalefetine rağmen kelâm tahsiline başladı. Bu ilmi kimden ve ne zaman okuduğu kaynaklarda açıkça belirtilmemekle birlikte Basralı muhaddis Hammâd b. Zeyd’in (ö. 179 / 795) Bişr’i itikadî görüşlerinden ötürü tekfir etmesinden anlaşıldığına göre genç yaşta bu ilimle uğraşmaya başlamış ve bu dalda kısa zamanda şöhret kazanmıştı. Basra, Mekke ve Medine’ye seyahatler yaptı. Muhtemelen Hârûnürreşîd zamanında Bağdat’a gitti. Bu sırada Bağdat’a gelen İmam Şâfiî ile görüşüp fıkhî konularda onunla bilgi alışverişinde bulundu, itikadî ve fıkhî meselelerde münakaşalar yaparak kendisinden rivayette bulunanlar arasına girdi (Beyhakī, I, 229, 399-400). İlk defa Cehm b. Safvân’ın ortaya attığı halku’l-Kur’ân* görüşünü hararetle savunup yaymaya çalıştığı için Hârûnürreşîd tarafından takibata uğratıldı ve ölümle tehdit edildi. Bundan dolayı halifenin ölüm tarihi olan 193 (809) yılına kadar geçen uzun süre içerisinde saklanmaya mecbur kaldı. Aynı durum Halife Emîn zamanında da devam etti. Ancak Me’mûn’un halife olmasıyla itibarlı bir mevkiye yükselerek ona danışmanlık yapmaya başladı. Me’mûn’un huzurunda birçok âlimle itikadî ve ilmî münazaralar yaptı. Abdülazîz b. Yahyâ el-Kinânî el-Mekkî, Muhammed b. Mukatil er-Râzî, Ca‘fer b. Mübeşşir, Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, Sümâme b. Eşres, Ali b. Heysem bunlardan bazılarıdır. Halifenin nüfuzundan faydalanarak halku’l-Kur’ân görüşünü devletin resmî mezhebi haline getirmeye çalıştı ve mihne* devrinin ortaya çıkmasında büyük rol oynadı. Me’mûn’un amcası İbrâhim’in Bağdat’ı ele geçirdiği 201-203 yılları arasında hapsedildi. Me’mûn’a bağlı kuvvetlerin kumandanı Herseme, halku’l-Kur’ân konusu öne sürülerek çıkarılan karışıklıklar sırasında bir müddet Bişr’i hapsettiyse de daha sonra hapisten çıkmayı başardı ve ölümüne kadar halife nezdindeki itibarlı mevkiini korudu. Tarihçilerin çoğunlukla kabul ettiklerine göre 218 (833) yılında Bağdat’ta vefat etti. 216 ve 227’de öldüğünü rivayet edenler de vardır. Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî, Bişr’in halku’l-Kur’ân konusunda Muhammed b. Mukātil er-Râzî ile yaptığı münazarada yenik düştüğü için Me’mûn tarafından idam ettirildiğini kaydederse de (Usûlü’d-dîn, s. 54) bunu halife ile Bişr arasındaki dostlukla bağdaştırmak oldukça güçtür. Zâhid ve âbid bir Hanefî fakihi olmasına rağmen cenaze namazına devrin Ehl-i sünnet âlimlerinin katılmadığı nakledilir (Hatîb, VII, 66).

Sünnî kaynaklar Bişr’in itikadî mezhebi konusunda farklı bilgiler kaydederek onu Cehmiyye, Mu‘tezile, Cebriyye veya Mürcie’ye mensup bir âlim olarak gösterirlerse de Mu‘tezile âlimlerini tanıtan tabakat kitaplarında onun ismine rastlanmaz. Görüşlerinin çoğu Cehm b. Safvân’ın fikirleriyle benzerlik arzettiği için kaynakların büyük bir kısmı Bişr’i Cehmiyye’den kabul eder.

Sadece muhaliflerinin kitaplarından öğrenilebilen itikadî görüşlerini şöylece özetlemek mümkündür: Sonsuz ve sınırsız bir varlık olan Allah “şey” olmadığından dünyada da âhirette de duyularla idrak edilemez. O gökte değil her yerdedir. Sıfatları zâtından ayrı olup hâdistir. Allah sadece ilim, kudret, irade ve halk sıfatlarıyla nitelendirilebilir. Sem‘, basar ve kelâm sıfatları ise O’na nisbet edilemez. Allah’ın bir şeyi işitmesi ve görmesi onu bilmesi demektir. Harflerin oluşturduğu lafızlardan ibaret olan Kur’an mahlûktur. İrade sıfatı zâtî ve fiilî olmak üzere ikiye ayrılır. Fiilî irade itaatı emretmesi anlamında olup ilâhî fiillerde cârîdir. Zâtî irade, ilâhî fiillerle kulların fiilleri dışında kalan her şeye şâmildir. Kulların fiillerini yaratan Allah’tır, bunların meydana gelişinde kulların hiçbir tesiri yoktur. Sorumluluğun kaynağını teşkil eden istitâat* fiille beraberdir. Vech, yed, kadem vb. haberî sıfatlar cüzi anlam taşıdıklarından te’vil edilmelidir. Âhirette Allah’ın görülmesi gözün idrakiyle ilgili bir olay olmayıp O’nun varlığı hakkında kesin bilgi sahibi olma anlamındadır (Buhârî, s. 121, 125; Dârimî, s. 359-363; Eş‘arî, s. 515; İbn Hazm, III, 31, 81; Pezdevî, s. 116, 131, 252).

Hz. Peygamber zamanında yazıya geçirilmeyen ve uydurma birçok rivayetlerle karışan hadis literatürüne dayanarak belirlenmiş olan kabir azabı, Münker ve Nekir meleklerinin sorgulaması, mîzan ve sıratın mevcudiyeti gibi konulardaki itikadî inançlara güvenilmez; cennet ve cehennemin de şu anda yaratılmış olduğu söylenemez (Hatîb, VII, 58-66).

İman kalp ile tasdikten ibarettir, dil ile ikrar da bir tür tasdiktir. Amel ise imanın aslî unsurlarından değildir. Bundan dolayı büyük günah işleyen her mümin sonunda cennete girecektir. Zerre miktarı hayır işleyen kimse bunun karşılığını göreceğine göre (bk. ez-Zilzâl 99/7) kelime-i şehâdeti benimseyenin de bunun karşılığını görmesi gerekir. Küçük günahlar, Mu‘tezile’nin iddia ettiği gibi büyüklerinden kaçınmakla affedilmez, ancak iyilik (hasenât) yapmakla bağışlanır. Esasen günahı büyük ve küçük diye kısımlara ayırmak doğru değildir, kulu Allah’a karşı âsi yapan her fiil büyük günahtır (Eş‘arî, s. 143, 149). Küfür ise bir


hükmün inkârıdır, bundan dolayı puta tapmak küfür değil sadece küfür alâmetidir.

Bişr’in itikadî cephesi değişik akımlarca benimsenen görüşlerden teşekkül etmiştir. Mezhep tarihçilerinin onu farklı gruplara nisbet etmesi de bundan kaynaklanmış olmalıdır. Zira ilâhî sıfatlar ve âhiret halleriyle ilgili konularda Cehmiyye ile Mu‘tezile’ye uymuş, kulların fiilleri ve iman-günah meselelerinde hemen hemen Ehl-i sünnet’in görüşlerini paylaşmıştır. Bu sebeple olacaktır ki onun görüşlerini savunan Merîsiyye fırkası İbn Hazm tarafından Mu‘tezile’nin Ehl-i sünnet’e en yakın grubu olarak kabul edilmiştir (el-Fasl, II, 266).

Bişr’in bilinen en meşhur talebeleri Hüseyin b. Muhammed en-Neccâr ile Yahyâ b. Kâmil el-Cahzerî’dir. Onun görüşlerini tenkit edenlerin başında Hanbelî âlimleri yer alır. Bu âlimler tenkitlerinde aşırı giderek kendisini zındık, mülhid ve kâfir olmakla suçlamışlardır. İbn Teymiyye Bişr’i te’vilcilik konusunda kelâmcıların babası olarak görür. Zira ona göre İbn Fûrek, Fahredin er-Râzî gibi meşhur kelâmcıların yaptıkları te’viller, Bişr’in Dârimî tarafından er-Red Ǿale’l-Merîsî (en-Nakz Ǿalâ Bişr el-Merîsî) adlı eserinde nakledilen te’villerinin aynısıdır (MecmûǾu fetâvâ, V, 22-23). Bişr’in itikadî görüşlerini tenkit edenler arasında Ebû Yahyâ Mansûr b. Muhammed, Abdülazîz b. Yahyâ el-Kinânî, Osman b. Saîd ed-Dârimî ve Ebû Abdullah b. Abdülhakem yer alır. Bu sebeple Abdülazîz b. Yahyâ’nın Kitâbü’l-Hayde’si (bk. Sezgin, I, 617) ile Dârimî’nin er-Red Ǿale’l-Merîsî’si (İskenderiyye 1971) Bişr’in görüşlerini günümüze kadar ulaştıran iki önemli kaynaktır. Şâfiî ile yaptığı münazaraların bir kısmı da İbn Ebû Hâtim er-Râzî’nin Edebü’ş-ŞâfiǾî’si ile Beyhakī’nin Menâkıbü’ş-ŞâfiǾî’sinde mevcuttur. Bişr b. Gıyâs, fıkhî konuların çoğunda Hanefî mezhebine uymakla beraber eşek eti yemeyi câiz görmek, kur‘ayı kumar telakki etmek, kazâ namazlarında tertibin şart olduğunu söylemek gibi bazı hususlarda cumhur*a muhalefet etmiştir.

Kaynaklarda Bişr b. Gıyâs’a atfedilmekle birlikte hiçbiri günümüze kadar ulaşmayan eserler şunlardır: el-Hucec, Kitâbü’t-Tevhîd, el-İrcâǿ, er-Red Ǿale’l-Havâric, el-İstitâǾa, er-Red Ǿale’r-Râfıza, Küfrü’l-Müşebbihe, el-MaǾrife, el-VaǾîd.

BİBLİYOGRAFYA:

Buhârî, Halku efǾâli’l-Ǿibâd (ǾAkāǿidü’s-selef içinde), s. 121, 123, 125, 129; Dârimî, er-Red Ǿale’l-Merîsî (a.e. içinde), s. 357-365; Hayyât, el-İntisâr, s. 68; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), VII, 577; Eş‘arî, Makālât (Ritter), s. 140, 143, 149, 515; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 233; Bağdâdî, el-Farķ (Kevserî), s. 204; a.mlf., Usûlü’d-dîn, s. 25-26, 256, 308; İbn Hazm, el-Fasl (Umeyre), II, 266; III, 31, 33, 81; IV, 80; Beyhakī, Menâkıbü’ş-ŞâfiǾî (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Kahire 1391 / 1971, I, 199-206, 229, 399-400, 463; II, 330; İbn Ebû Hâtim, Edebü’ş-ŞâfiǾî ve menâkıbüh (nşr. Abdülġānî Abdülhâlik), Haleb, ts. (Mektebetü’t-Türâsi’l-İslâmî), s. 70, 175, 176, 187; Hatîb, Târîhu Baġdâd, VII, 56-67; Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî, Usûlü’d-dîn (nşr. Hans Peter Lins), Kahire 1383 / 1963, s. 53, 54, 116, 131, 252; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 277; İbn Teymiyye, MecmûǾu fetâvâ, V, 22-23; a.mlf., MecmûǾâtü’r-resâǿil, Beyrut 1392/1972, I, 436; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, X, 199-202; Kureşî, el-Cevâhirü’l-mudiyye, I, 447; İbn Ferhûn, ed-Dîbâcü’l-müzheb, II, 165; İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, II, 29; Keşfü’z-zunûn, I, 632; Brockelmann, GAL Suppl., I, 339; Sezgin, GAS, I, 616-617; M. Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. Ethem Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, bk. İndeks; Ebü’l-Hayr Muhammed Eyyüb Ali, ǾAkıdetü’l-İslâm ve’l-İmâm el-Mâtürîdî, Dakka 1403 / 1983, s. 242; Carra de Vaux, “Bişr b. Gayyâs”, İA, II, 655-656; a.mlf. v.dğr., “Bishr b. Ghiyath al-Marısı”, EI² (İng.), I, 1241.

Ahmet Saim Kılavuz