Bİ‘SET

البعثة

Genel olarak peygamberlikle görevlendirme, özel olarak da Hz. Muhammed’in peygamberlikle görevlendirilmesi anlamına gelen bir terim.

“Göndermek, yöneltmek; yaratmak” gibi mânalara gelen bi‘set Kur’an’da “peygamberlikle görevlendirmek” (el-Bakara 2/129, 213), “ilham etmek” (el-Mâide 5 / 31), “ölüleri diriltmek” (el-Bakara 2 / 56, 259), “uykudan uyandırmak” (el-En‘âm 6/60; el-Kehf 18 / 12), “musallat kılmak” (el-İsrâ 17 / 5) gibi değişik anlamlarda kullanılmıştır. Kelâm terimi olarak Allah’ın, kullarından dilediğini nübüvvet ve risâletle görevlendirmesi demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de daha çok resul*ün bi‘setinden bahsedildiği için (bk. M. Fuad Abdülbâkī, s. 124) olacak ki Ebü’l-Bekā bi‘setin nebî*lere değil resullere mahsus olduğunu belirtir (el-Külliyyât, s. 99). Ancak bazı âyetlerde nebîlerin de bi‘setinden söz edilmesi (meselâ bk. el-Bakara 2 / 213), bu terimin resulün yanında nebîye de şâmil olduğunu gösterir. Kur’an’a göre bi‘set ilk insan cemiyetinin ortaya çıkmasıyla başlamıştır. Allah başlangıçta tek bir ümmet olan insanlara, tarihin en eski dönemlerinden itibaren müjdeleyeci ve uyarıcı nebîler göndermiş, anlaşmazlıkları gidermek maksadıyla verilecek hükümlere esas teşkil etmesi için peygamberlerle birlikte kitap indirmiş (el-Bakara 2 / 213); insanların kendisine kulluk etmeleri ve azgın şeytandan (tâgut) uzak durmaları konularında onlara yardımcı olmak, böylece âhirette bir bahane (hüccet) ileri sürmelerini önlemek için (en-Nisâ 4 / 165) her ümmete resul göndermiş (en-Nahl 16 / 36), peygamber gönderilmeyen insanlara azap edilmeyeceğini açıklamıştır (el-İsrâ 17 / 15).

Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen peygamberlerden sadece Hz. Mûsâ’nın bi‘setine dair ayrıntılı bilgi verilir. Bir gece ailesiyle birlikte Medyen’den Mısır’a gitmekte olan Mûsâ mukaddes Tuvâ vadisine gelince Tûr dağı tarafında bir ateş görür ve ailesini bırakıp ateşe doğru ilerler. Mukaddes yerdeki vadinin sağ yanında bulunan ağaç yönünden duyduğu, “Ey Mûsâ! Şüphesiz ki ben senin rabbinim. Papuçlarını çıkar; çünkü mukaddes bir vadidesin. Ben seni seçtim. Şimdi -sana- vahyedilene kulak ver” sözleriyle başlayan ilâhî hitapla peygamber olarak görevlendirildiği kendisine bildirilir (Tâhâ 20 / 11-24).

İnsanlara Allah’ın âyetlerini okuyan, “kitap” ve “hikmet”i öğreten, onları kötülükten arıtan bir peygamber olarak gönderilen (Âl-i İmrân 3 / 164; el-Cum‘a 62 / 2) Hz. Muhammed’in bi‘setinin nasıl başladığı konusunda Kur’an’da ayrıntılı bilgi yoktur. Hadislerde ise bi‘setin sadık rüyalarla başladığı anlatılır. Nübüvvetin ilk müjdeleri kabul edilen ve altı ay süren bu rüyalar süresince Hz. Peygamber yalnız kalmak istiyor ve Mekke’nin kuzeydoğusundaki Hira dağında bir mağaraya çekilip tefekküre dalıyordu. Hira’ya son gelişinde “kulluk yapmak” (taabbüd) mânasına gelen tahannüs (التحنث) ile meşgul olduğu nakledilirse de bu taabbüdün ne şekilde olduğu hakkında bilgi verilmez. Tahannüsün “putlara tapmaktan uzak durmak ve Hz. İbrâhim’in dinine yönelmek” anlamındaki tahannüf (التحنف) karşılığında kullanıldığını kabul edenler de vardır. Hz. Peygamber’e nübüvvetin gelişinden sonra da bir Hanîf olarak İbrâhim’in dinine uyma emrinin verilmesi (el-Bakara 2 / 135) bu görüşün doğruluğunu destekler mahiyettedir. Ancak o dönemin Arabistan’ında Hz. İbrâhim’in dinine dair doğru bilgiye sahip kimselerin bulunmadığı ve Hz. Muhammed’in peygamberlikten önce “kitap ve imanın ne olduğunu bilmediği” (eş-Şûrâ 42 / 52) dikkate alınacak olursa, onun sadece putlara tapmaktan uzak durduğunu ve Hira’da günlerini tefekkürle geçirdiğini söylemek mümkün olur. Hira’da bulunduğu son gecede sabaha karşı kendisine melek gelmiş ve ona “oku!” demiştir (el-Alak 96 / 1-5). Böylece ilk vahyi alan Hz. Muhammed’in bi‘seti kırk yaşlarında bulunduğu sırada gerçekleşmiş ve yirmi üç yıl devam etmiştir (Müsned, VI, 233; Buhârî, “Bedǿü’l-vahy”, 1; Müslim, “Îmân”, 252). Bazı âlimler onun bi‘setini üç devreye ayırır: 1. Ferdî ve gizli davet.


2. Yakın akrabasından başlamak üzere yaptığı açık davet. 3. Medine’de başlayan ve bütün milletleri kapsayan davet. Bi‘set, Hz. Peygamber’in hayatını bi‘setten önce bi‘setten sonra olmak üzere iki devreye ayırmak için bir esas teşkil etmiştir.

Bi‘set Allah’ın fiillerinden biridir. Mu‘tezile ve Şîa, kul hakkında en hayırlı olanı (aslah) yaratmanın Allah’a vâcip olduğu şeklindeki genel prensiplerinden hareketle peygamber göndermenin de O’na vâcip sayılması gerektiğini, bunun aynı zamanda ilâhî bir lutuf olduğunu savunmuşlardır (Kādî Abdülcebbâr, XV, 18, 22, 28, 63; Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, s. 99). Eş‘arî ve Mâtürîdîler’e göre ise bi‘set vâcip değil mümkin* olup Allah’ın hür iradesinin ve hikmetinin bir sonucudur (Gazzâlî, s. 121; Sâbûnî, s. 45).

BİBLİYOGRAFYA:

M. F. Abdülbâkī, MuǾcem, “bǾas” md.; Müsned, VI, 238; Buhârî, “Bedǿü’l-vahy”, 1; Müslim, “Îmân”, 252; İbn Hişam, es-Sîre, I, 233-240; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî (nşr. İbrâhim Medkûr v.dğr.), Kahire 1385/1965, XV, 18, 20, 22, 28, 63; Mâverdî, AǾlâmü’n-nübüvve, Bağdad 1319, s. 14; Gazzâlî, el-İktisâd, s. 121; Sâbûnî, el-Bidâye, s. 45; İbn Ebü’l-Hadîd, Şerhu Nehci’l-belâġa, Kahire 1385-87 / 1965-67, IX, 103-104; Nevevî, Şerhu Müslim, II, 197-209; İbn Kesîr, el-Bidâye, II, 1-18; a.mlf., es-Sîre, I, 385-414; İbn Hacer, Fethu’l-bârî, Kahire 1398 / 1978, I, 21; VIII, 548; XII, 308, 317; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, Bulak 1281, s. 99; Âlûsî, Rûhu’l-meǾânî, XV, 37, 41; Abbas el-Kummî, Sefînetü’l-bihâr, Beyrut, ts. (Dârü’l-Murtaza), I, 88; Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, Muhtasarü’t-Tuhfeti’l-İsnâǾaşeriyye (nşr. Muhibbüddin el-Hatîb), Kahire 1373, s. 99.

Ahmet Lütfi Kazancı