BEŞ KÜLLÎ

Cins, nevi, fasıl, hassa ve araz-ı âm diye adlandırılan tümel kavramları ve bunlar arasındaki ilişkiyi ifade eden mantık terimi.

İslâm mantık literatüründe “el-külliyyâtü’l-hams”, “el-elfâzü’l-hamse”, “elasvâtü’l-hamse” veya “el-hamsetü’l-müfrede” diye de adlandırılan beş küllîyi (külliyyât-ı hams) oluşturan kavramlar ilk defa Aristo tarafından ele alınmakla birlikte Plotin’in öğrencisi olan Porphyrios, Aristo’nun mantık kitaplarının ilki olan Kategoriler’e giriş olarak yazdığı Îsâgucî (Isagoge, Eisagoge) adlı eserinde beş küllîyi daha ayrıntılı ve sistemli bir şekilde incelemiştir (bk. ÎSÂGUCÎ). İlki İbnü’l-Mükaffa‘ tarafından olmak üzere birçok defa Arapça’ya tercüme edilen, daha sonra şerhi ve özeti yapılan Îsâgucî İslâm mantıkçılarının başlıca kaynaklarından biri olmuş, onlar beş küllîye büyük önem vermişler ve bu suretle küllîler İslâm mantık literatürünün temel konuları arasında yer almıştır.

İslâm mantıkçıları lafızlarla ilgili taksimlere ek olarak bu lafızların delâlet ettiği mânaları, varlık ve realiteleri de geniş bir şekilde incelemişler, bunların birbiriyle ilgileri bakımından değişik durumlar arzetmelerine göre çeşitli taksim ve tasnifler yapmışlardır. Nitekim Gazzâlî MiǾyârü’l-Ǿilm’de (s. 59-79) altı çeşit taksim yapmıştır. Bunlardan biri de İslâm mantıkçılarını beş küllîye götüren tasniftir. Buna göre herhangi bir küllî realite, varlık veya anlam öncelikle ya “zâtî” veya “ârızî” olur.

Zâtî, küllî varlığın hakikatine yani öz ve mahiyetine delâlet eden mânadır. Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî’ye göre zâtî öyle bir niteliktir ki önce onu kavrar, sonra da onun nitelediği varlığı zihnimizde canlandıracak olursak âdeta ikisi özdeşleşir ve varlığı bu nitelikten soyutlamamız mümkün olmaz; aksine, niteliğin yok farzedilmesi durumunda varlık da yok sayılmış olur. Meselâ “canlı” ve “insan” veya “şekil” ve “üçgen” arasındaki ilişki böyledir. Gerçekten de insanın canlı olmadığı düşünülecek olursa insan diye bir varlıktan söz etmek mümkün olmaz.

Ârızîde ise bunun tersi bir durum söz konusudur, yani ârızî olan nitelik konusunu her zaman nitelemez. Söz gelimi “gülme” insanda ârızî bir niteliktir, çünkü insan bazan güler, çok zaman da gülmez.

Mantıkçılar zâtî olan nitelik veya anlamları “mukavvim” (constitutif, varlığın özünü oluşturan), ârızî olanı ise “gayri mukavvim” olarak adlandırmışlar ve sonuçta küllîleri zâtî küllîler ve ârızî küllîler şeklinde iki ana başlık altında incelemişlerdir.

A) Zâtî küllîler cins, nevi ve fasıl şeklinde üçe ayrılır.

Cins. Porphyrios’a göre cins, altında nevilerin sıralandığı şeydir. Kaplam açısından cins, neviler denilen topluluğu şümulüne alan bir varlıklar grubudur. İçlem açısından cins bir vasıflar yığınıdır. Aristo’nun tarifi de içlem açısındandır: Cins, birçok nevide müşterek olan ve cevher kategorisinde bu birçok neviye yüklenebilen şeydir. İslâm mantıkçılarına göre zâtî kavramı, ortak nitelikli varlık türleri olmaları itibariyle varlıklar hakkında sorulan “nedir?” sorusunun cevabı olabilir ve bu cevap bize beş küllînin ilki olan cinsi verir. Meselâ “insan, at, ceylan nedir?” sorusuna verilen “canlıdır” cevabındaki “canlı” kavramı cinsi ifade eder. Cins, gerçeklikleri bakımından farklı ve çok sayıda olan şeyler hakkında kullanılan küllîdir.

Nevi (tür). Porphyrios’un açıklamasına göre cinsin altında ve ona bağlı olan küllîye nevi denir. Meselâ cins olarak “canlı” kavramını aldığımızda “insan” bunun bir nevidir. Başka bir tarife göre nevi, cinsin altında sıralanan ve cinsin öz bakımından kendisine yüklendiği şeydir. İslâm mantıkçılarına göre zâtî olan bir kavram, sayıları bakımından çeşitli, fakat aynı gerçekliğe sahip olan şeyler hakkında sorulan “kendi zâtı ve özü itibariyle nedir?” sorusunun cevabını veriyorsa bu cevap “nev‘”i gösterir. Meselâ “Ali, Ayşe vb. nedir?” sorusunun cevabı olan “insan” nevidir.

Fasıl (ayırım). Porphyrios faslı, bir varlığı başka bir varlıktan ayıran şeydir, şeklinde tarif eder. Ancak bu ayırıcı durum varlıkta gelip geçici de olabilir. Bu sebeple onun tam tarifi şöyledir: Fasıl, bir varlığı başka varlıklardan ayıran ve o varlıkta sürekli olarak bulunan niteliktir. İslâm mantıkçıları ise faslı bir şeyi cins bakımından ortak olduğu başka şeyden ayıran zâtî nitelik diye tarif etmişlerdir. Meselâ akıl, insanı öteki canlılardan ayıran zâtî bir nitelik olması dolayısıyla onun faslıdır.

B) Ârızî küllîler hassa ve araz-ı âm olarak ikiye ayrılır.

Hassa. İslâm mantıkçıları Porphyrios’un hassa ile ilgili dört tarifinden sonuncusu üzerinde durmuşlardır. Buna göre hassa bir nevin mahiyetine, özüne dahil olmayan fakat sadece o nev’e has olan sıfatlardır. Meselâ insan “gülen varlıktır” şeklinde nitelendirilirse de bu küllî kavram insanın mahiyetinin dışındadır. Çünkü insan her zaman gülmez. Yine de gülme sadece insana özgü bir hassadır. Aynı şekilde üçgenin iç açılarının toplamının iki dik açıya eşit olması da üçgenin hassasıdır. İnsanın ve üçgenin bu hassaları nevilerine hem eşittir hem de onlardan ayrılamaz. Fakat kitâbet de insanın hassası olduğu halde insan nevinden ayrılabilir ve ona eşit değildir, hatta daha özeldir. Yani gülme hassası bütün insanlara şâmil olduğu halde kitâbet hassasına sahip olanlar onların sadece bir kısmıdır.

Araz-ı âm. Çeşitli nevileri kapsayan, ancak varlığı her durumda nitelemeyen anlamlardır. Meselâ “hareket”, varlığı her durumda nitelemediği yani varlık her zaman hareket halinde olmadığı için arazdır; insan, at, kuş vb. nevilere şâmil olduğu için de âmdır.

Kindî’den itibaren İslâm mantıkçıları Stoa mantıkçılarından etkilenerek Porphyrios’un beş küllîsine bir de “şahıs” kavramını eklemişlerdir (bk. Kindî, s. 126-127). İhvân-ı Safâ’nın Resâǿil’de (I, 395) “beş küllî” yerine “altı lafız” (el-elfâzü’s-sitte) tabirini kullandıkları, bunlardan “nitelenen şeyler”e (el-mevsûfât) delâlet eden lafızları “şahıs, nevi, cins”, “nitelikler”e (es-sıfât) delâlet eden lafızları da “fasıl, hassa, araz” şeklinde zikrettikleri görülmektedir. İhvân-ı Safâ’nın şahıs dışındaki lafızlara dair tarifleri yukarıdaki açıklamalara benzer; şahsı ise “kendi dışındaki varlıklardan ayrılmış, seçilmiş ve duyularla algılanan varlığı gösteren lafız” şeklinde tarif etmişlerdir. Buna göre meselâ “şu adam”, “şu hayvan”, “şu ağaç” vb. ifadeler birer şahıstır. İhvân-ı Safâ, beş küllîyi ifade eden terimlere cüz’î varlıkları gösteren şahsı da eklemeleri sebebiyle artık bunlar için alışılageldiği gibi “küllîler” (külliyyât) terimini kullanmayıp “nitelenenler” (mevsûfât) ve “nitelikler” (sıfât) tabirlerini kullanmışlardır.


Öte yandan bazı müslüman usulcüler Aristo ve Porphyrios’un cins ve nevi hakkındaki anlayışlarını değiştirerek cins yerine nevi, nevi yerine cinsi kullanmışlardır. Meselâ Adudüddin el-Îcî ve Sa‘deddin et-Teftâzânî’nin bildirdiklerine göre usulcüler, mantıkçıların aksine, “insan” kavramını cins, “canlı” kavramını nevi şeklinde adlandırmışlardır (Tehânevî, Keşşâf, “cins” md.).

Müslüman düşünürler küllîler problemini beş küllînin dışında daha geniş olarak ele almışlar; mantık, tabiat bilimleri, rasyonalizm ve dinle münasebeti bakımından küllîler üzerine yaptıkları yorum ve tartışmalarla bu konuda zengin bir literatür geliştirmişlerdir (bk. KÜLLÎ).

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, “cins”, “el-Külliyyâtü’l-ham”, md.leri; Porphyre, Isagoge (notlar ilâvesiyle trc. J. Tricot), Paris 1947, s. 13-34; Porphyrios, Îsagogi (trc. H. Ragıp Atademir), Konya 1948, s. 30-48; Kindî, Fi’l-Felsefeti’l-ûlâ (nşr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Resâǿilü’l-Kindî el-Felsefiyye içinde), Kahire 1369/1950, s. 124-130; İhvân-ı Safâ, Resâǿil, Beyrut 1376/1957, I, 395-396; İbn Sînâ, Mantıku’l-meşrikıyyîn, Kahire 1910, s. 50-55; a.mlf., eş-Şifâ, el-Mantık, el-Medhal, Kahire 1952, s. 28-33; a.mlf., en-Necât (nşr. M. Takı Dânişpejûh), Tahran 1364 hş., s. 10-11, 14-17; Gazzâlî, MiǾyârü’l-Ǿilm, s. 59-79; Necati Öner, Klasik Mantık, Ankara 1970, s. 23-28; Nicholas Rescher, Tetavvürü’l-mantıki’l-ǾArabî (trc. Muhammed Mehrân), Kahire 1985, mütercimin mukaddimesi, s. 49-61.

M. Naci Bolay