BEREKET &&&(البركة)&&& Çeşitli dinlerde dua, âyin ve ibadetlerle elde edilmeye çalışılan bolluk, genişlik, hayır ve saadet anlamlarında dinî bir tabir.

Bereket kelimesinin masdarı olan bürûkün asıl anlamı “devenin bir yerde çöküp durması, orada kalıp beklemesi”dir. Bu mânaya bağlı olarak iyi ve hoş karşılanan bir şeyin süreklilik arzedişine bereket denilmiştir. Söz konusu şey maddî ise mevcudiyetini sürdürmek yani tükenmemek anlamında bolluk, mânevî ise yine aynı anlamda saadet kelimeleriyle ifade edilmiştir.

Bereket kavramıyla insan, hayvan ve daha sonraları zaman zaman aşırı bir şekilde çoğalan tarla mahsulleri arasında ilgi kurulması en eski kültürlerden itibaren bütün topluluklarda görülmektedir. Bu ilgi çeşitli motifler şeklinde dinî niteliklere büründürülmüştür. Kadının cinsiyetiyle ilgili özellikler abartılmış, böylece çok iri göğüslü kadın heykelleri ana tanrıça kültünü ortaya çıkarmış, bu da bereket ve zürriyetin kaynağı sayılmıştır. Tarımın gelişmesiyle yer ana tanrıçasıyla gök tanrısı arasındaki “kutsal” evliliğe dayanan bereket âyinleri ortaya çıkmış, bu evlilik çok defa kral ile kraliçe veya rahip ile rahibeler tarafından âyinlerle temsil edilmiştir. Bu telakkiye göre gök baba, yer de ana gibi düşünülüp yağmurla göğün yeri döllendirdiği, böylece yeryüzünün yeşerdiği, mahsulün yetiştiği, insan ve hayvanların ondan faydalandığı kabul edilmiştir.

Ön Asya’da pek çok bereket tanrıçası vardı. Mezopotamya’da Iştar; Anadolu’da Ma, Cybele; İran’da Anahita; Ken‘ânîler’de Anat, Astarte; Suriye’de Atargatis; Yunanistan ve Kıbrıs’ta Afrodit, Athena; İtalya’da Venüs bereket tanrıçaları idi. Bu ülkelerde ana tanrıçalar adına kurulmuş tapınaklarda bereket ve verimliliği arttırmak gayesiyle kutsallık adına fuhuş bile yapılmaktaydı. Bu ya kurban olarak her kadının hayatında bir defa bir erkekle cinsel ilişkide bulunması veya bir tapınakta kadının kendini devamlı bu işe vakfetmesi şeklinde yapılırdı. İbrânîler’de kutsal kitabın zemmettiği “kadeşah” âdeti bu ikinci türü ifade ediyordu (Tesniye, 23/17-18).

Bereketin cinsiyet ve cinsiyet organlarıyla sembolize edilmesi genellikle beşerî dinlerde görülmektedir. Özellikle eski Mısır ve Yunan dinlerinde, Hinduizm’de bereketle ilgili cinsî sembollere rastlanır. Bazı tanrılar, meselâ Mısır’da Amon, Min, Osiris, Bes, Yunanistan’da Hermae, Pan ve Priapus, erkek tenasül uzuvları teşhir edilmiş bir şekilde tasvir edilmişlerdir. Hindistan’da lingam tanrı Şiva’nın sembolüdür ve erkek tenasül organı şeklindedir. Paleolitik devreden bu yana erkek ve kadın tenasül organları yanında iri kadın göğüsleri de yine döl bereketini ifade etmektedir. Luka İncili’nde yer alan, “Seni taşıyan rahme ve emziren memelere ne mutlu!” (11/27) ifadesi Ortaçağ tasvirlerindeki Meryem kültünün başlangıcını gösterir.

Bazan bereketi sağlamak gayesiyle insan kurban edildiği de olurdu. Meselâ Aztekler tanrılarını beslemek veya onların kudret ve bereketini arttırmak için bu yola başvururlardı. Eski Mısır’da ülke ve insanlarının bereketini korumak için yaşlı kralı kurban etme âdeti vardı. Yine eski Mısır, Yunanistan ve Roma’da bereket âyin ve şenlikleri yapılırdı. Yahudilerde Sukot bayramı hasat bayramı olarak da adlandırılır ve eski kavimlerde hasadın semerelerini alma münasebetiyle yapılan bir tarım ve bereket şenliğinin dinî kisveye bürünmüş şeklidir. Hıristiyanlarda Pentekost, yahudilerin Haftalar bayramından gelen ve kutsal


ruhun inmesini, bereketlendirmesini ifade eden bir anlam kazandı. Kilise âyinlerinin sonunda bereket duası okunur. Papazın haç çıkararak kişiyi takdisi mübarek kılma anlamına gelir. Bu sebeple Batı dillerinde yahudi ve hıristiyan dinlerindeki bereket-mübareklikle ilgili konular, meselâ İngilizce’de “fertility” kelimesiyle değil “bless-blessed-blessing” kelimeleriyle karşılanır. Nitekim Eski Ahid’de de Yeni Ahid’de de durum böyledir.

Bereket kültüne Yahudilik’te geniş bir yer verilmiştir. Bereket Ahd-i Atîk’te “bolluk, çokluk, zürriyet, hâkimiyet” anlamlarında (Tesniye, 33/19; Tekvîn, 28/3, 14), mübarek kelimesi ise bazan “mukaddes” bazan da “mutlu” anlamında kullanılmıştır (Sayılar, 22/13; Mezmurlar, 33/12). Yine Ahd-i Atîk’te Hz. Âdem ile Havvâ’nın (Tekvîn, 1/12), Hz. Nûh ile oğullarının (Tekvîn, 9/1), Hz. İbrâhim’in (Tekvîn, 12/2-3; 13/16) ve İsmâil, İshak, Ya‘kūb, Mûsâ gibi peygamberlerin mübarek kılındığı ifade edilmiştir. İsrâil kavmi rabbin emirlerini tuttuğu takdirde rab onları dünyanın bütün milletlerine üstün tutacak, sevecek, mübarek kılacaktır (Tesniye, 28/1-6; 7/12-24; 30/9-10). Ahd-i Cedîd’de ise bereket maddîden çok mânevî bir veche kazanmıştır (meselâ bk. Efesoslular’a Mektup, 1/3; Luka, 1/28, 42, 48).

İlâhî dinlerin dışındaki dinlerde bereket tanrı veya tanrıçaları vardır. Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta Allah’tan başka insanların da bereket verebildiği, mübarek kılabildiği kabul edilir. İslâm dini ise rükû, secde, kurban, dua vb. ibadetleri yalnız Allah’a hasretmek suretiyle tevhidde gösterdiği titizliği berekette de göstererek bereketin yalnızca Allah’tan olduğu ilkesini benimsemiştir. Bazı müslümanların Kur’an’ı, Kâbe’yi, Hz. Peygamber’i, salih kabul edilen bazı kişileri ve benzeri şeyleri berekete vesile sayması bu ilkeyi zedeler nitelikte olmayıp bu inanç, onların sadece Allah’ın vereceği bereket için şefaatçı ve duacı olabileceklerinin ümit edilmesi şeklinde anlaşılmalıdır.

Kur’ân-ı Kerîm’de bereket kelimesi üç âyette çoğul olarak berekât şeklinde geçmekte, ayrıca yirmi dokuz âyette aynı kökten türeyen isimler ve fiiller bulunmaktadır. Kur’ân’da geçen “berekât” kelimelerinden biri “rahmet”, diğeri “selâm” kelimesiyle birlikte zikredilmiştir (Hûd 11/48, 73); A‘râf sûresinin 96. âyetinde ise iman ve takvâ sahibi toplumlara gökten ve yerden bereket kapıları açılacağı, insanların başına gelen felâketlerin ise onların tuttuğu kötü yol sebebiyle olduğu açıklanmıştır. Bu sonuncu âyetin tefsiri yapılırken gökten ve yerden gelecek bereketler, yağmurun yağması ve toprağın verimli kılınmasıyla mahsul ve gelirin çoğalması, bolluk ve hayrın yaygınlaşması, madenler, dağlar, denizler, göller ve akarsulardan faydalanılması, böylece nimet, refah ve saadetin artması şeklinde yorumlanmaktadır. Hûd sûresinin 48. âyetine göre tûfandan sonra Hz. Nûh ile ona inanan kimselere, yüce Allah’ın selâm ve bereketleriyle gemiden inmeleri tâlimatı verilmiştir. Ünlü dil bilgini Ferrâ bu âyette geçen “berekât”ı (et-tahiyyâttaki “ve berekâtühû” gibi) saadet ile açıklamıştır. Çeşitli tefsirlerde söz konusu âyetteki “selâm” ve “bereketler”, gemidekilerin dünyada boğulmaktan âhirette de azaptan kurtarılarak saadete, hayır ve güzelliklere ulaştırılmaları şeklinde yorumlanmıştır. Hûd sûresinin 73. âyetinde geçen “berekât” ise Hz. İbrâhim’in karısının (Sâre) yaşlı olduğu halde Allah’ın bir lutuf ve ihsanı olarak çocuk doğurabilmesini ifade etmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm nelerin, nerelerin, kimlerin bereketli ve mübarek olduğuna dair bazı örnekler vermektedir. Buna göre canlıların rızkını sağlayan yeryüzü bereketlendirilmiştir (el-A‘râf 7/137; Fussılet 41/10). Yukarıdan inen bereketli su (Kāf 50/9) kadar yerden biten zeytin ağacı da mübarektir (en-Nûr 24/35). Öte yandan feyiz kaynağı olan Kur’an da mübarek bir kitap, mübarek bir öğüttür (el-En‘âm 6/92; el-Enbiyâ 21/50; Sâd 38/29). Kur’an “mübarek bir gecede” indirilmiştir (ed-Duhân 44/3). Yeryüzünde ilk kurulan mâbed yani Kâbe mübarektir (Âl-i İmrân 3/96). Tûr ve Mescid-i Aksâ’nın çevresi, Hz. Nûh’un gemisinin karaya oturduğu yer gibi daha başka kutsal, bereketli ve mübarek yerler, kutlu şehirler de vardır (el-Kasas 28/30; el-İsrâ 17/1; el-Mü’minûn 23/29; el-Enbiyâ 21/71, 81; Sebe 34/18). Hz. İbrâhim, İshak, Mûsâ ve Îsâ mübarek şahsiyetlerdir (es-Sâffât 37/113; Meryem 19/31; en-Neml 27/8). Yine Kur’an, evlere girildiğinde “Allah katından bereket, selâmet ve güzellik” dileyerek selâm vermeyi öğütlemektedir (en-Nûr 24/61). Muhtelif âyetlerde bereket gibi bürûk kökünden türemiş bulunan, “fâni oluş niteliklerinden münezzeh” anlamındaki “tebâreke” kelimesi Allah’a nisbet edilmiştir (bk. M. F. Abdülbâkī, MuǾcem, “tebâreke” md.).

Bereket kelimesi hadislerde de yaklaşık aynı mânaları ifade edecek şekilde kullanılmıştır. Meselâ bir hadiste yağmur “gökten inen bereket” olarak nitelendirilmektedir (Müsned, VI, 2, 5). Koyun beslemeyi öğütleyen ve onda bereket olduğunu bildiren hadisteki bereket “nema, çoğalma, bolluk” anlamına gelmektedir (İbn Mâce, “Ticârât”, 69; Müsned, VI, 424). Bereketle ilgili başka bir hadisin meâli de şöyledir: “Sahura kalkın, çünkü onda bereket vardır” (Buhârî, “Savm”, 20; Müslim, “Sıyâm”, 45; Tirmizî, “Savm”, 17). Bu hadisteki bereket “ilâhî hayır ve ihsan, feyiz ve bolluk” anlamında kullanılmış olmalıdır. Yine bir hadiste selâm vermenin berekete yol açtığı bildirilirken (el-Muvatta, “Selâm”, 2) bir önceki hadisteki anlamlar yanında selâm verenin mutluluk dileğinde bulunmuş olacağı anlatılmak istenmiştir. Bazı hadislerde kelime çoğul olarak da (berekât) geçer (bk. Buhârî, “Fezâǿilü’s-sahâbe”, 31, “Edeb”, 62, “Tevhîd”, 5; Müslim, “Salât”, 56, 60, 62; Ebû Dâvûd, “Salât”, 178, 184). Diğer bir hadiste müslümanların Hz. Peygamber’e nasıl dua edecekleri şöyle açıklanmaktadır: “Allahım, salâtını, rahmetini ve berekâtını resullerinin efendisine ihsan et!” (İbn Mâce, “İkāme”, 25). Bu son hadislerde “berekât” kelimesiyle nimet, ilâhî hayır ve ihsan, feyiz, saadet gibi anlamlar kastedilmiştir.

Bereketi konu edinen âyet ve hadislerin incelenmesinden anlaşılacağı üzere bu kavram insanların gerek dünyaya gerekse âhirete yönelik kazanç veya kayıplarını ilgilendirmektedir. Buna göre mümin her türlü hayrın, nimet, bereket ve bolluğun Allah’ın kullarına bir ikramı olduğuna inanır, dua, niyaz ve dileklerinde daima O’na yönelir, her şeyi O’ndan ister, her hayrı O’ndan bekler. Böylece iç dünyasında güven ve huzura kavuşur. Onun bu inancı davranışlarına da yansıyarak kâmil bir insan olmasını sağlar.

Müslüman Türkler’in dinî kültüründe bereket kavramının ayrı bir yeri vardır. Alışverişte satıcının “Allah bereket versin” demesi, yemek üzerine varanın “Bereketli olsun” temennisinde bulunması, darlık, kıtlık, kuraklık zamanlarında “Betbereket kesildi”, “Bereket kalktı” şeklindeki ifadeler buna örnek olarak gösterilebilir. Öte yandan mübarek geceler, mübarek yerler gibi feyiz, bereket ve


mânevî destek beklenen zaman ve yer telakkileri de mevcuttur. Tarikat mensupları arasında şeyhin verdiği armağanlar hayırlı, uğurlu ve bereketli sayılır.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “brk” md.; Lisânü’l-ǾArab, “brk” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “brk” md.; Tâhir Ahmed ez-Zâvî, Tertîbü’l-Kāmûsi’l-muhît, “brk” md.; M. F. Abdülbâkī, MuǾcem, “tebâreke” md.; Mustafavî, et-Tahkīk, “brk” md.; el-Muvattaǿ, “Selâm”, 2; Müsned, VI, 2, 5, 424; Buhârî, “Ezân”, 145, “Savm”, 20, “Fezâǿilü’s-sahâbe”, 31, “Edeb”, 62, “Tevhîd”, 5; Müslim, “Sıyâm”, 45, “Salât”, 56, 60, 62, 66; İbn Mâce, “Ticârât”, 69, “İkāme”, 25; Ebû Dâvûd, “Salât”, 178, 184; Tirmizî, “Savm”, 17; Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 98, 274, 281; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XIV, 185; İbn Kesîr, Kurǿân, III, 447; Kāsımî, Mehâsinü’t-teǿvîl (nşr. M. F. Abdülbâkī), Kahire 1376/1967, VIII, 2825; Ahmed Mustafa el-Merâgī, Tefsîr, Kahire 1974, IX, 14; Elmalılı, Hak Dini, III, 2220; IV, 2785; DCR, s. 28, 29, 74, 76, 90, 107, 113, 115, 228-229, 252, 283-286, 325, 493, 494, 512-513, 581; Kasım Kufralı, “Bereket”, İA, II, 536; G. Rentz, “Barakāt”, EI² (İng.), I, 1032; ERE, II, 675-677.

Günay Tümer