BEDΑ

البديع

Belâgat ilminin ifadeyi güzelleştirme usul ve kaidelerinden bahseden dalı.

Bedî‘ kelimesinin sözlük anlamı “örneksiz ve modelsiz olarak bir şey icat eden, örneği ve modeli olmadan yaratılmış olan” demektir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “O göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır” (el-Bakara 2/117) meâlindeki âyette yer alan bedî‘ bu mânayı ifade etmektedir. Bir edebiyat terimi olarak bedî‘, edebî sanatlarla örülü ifadenin lafız bakımından kusursuz, mâna bakımından mâkul ve aynı zamanda bir âhenge sahip olmasının usul ve kaidelerini inceleyen ilim demektir.

Sözlük anlamıyla ilgili olarak, Beşşâr b. Bürd, Külsûm b. Amr el-Attâbî vb. II. (VIII.) yüzyılda yaşamış yeni (muhdes) şairlerin, lafız ve şekle dayanan edebî sanatlarda eski (kadîm) şairlerin üslûbundan ayrılıp şiire getirdikleri yeniliğe bazı münekkitler “yeni tarz” anlamında bedî‘ adını verdiler. Câhiz (ö. 255/869) el-Beyân ve’t-tebyîn’de, bedî‘ kelimesinin râviler tarafından şiire renk ve güzellik kazandıran her türlü edebî ve belâgatla ilgili maharetler için kullanıldığını misallerle anlatır. Aynı zamanda bu kelimenin artık belâgatın değişik konularını içine alan ve kapsamı genişleyen bir edebiyat terimi hüviyetini kazanmaya başladığına da işaret eder (I, 51; IV, 55-56).

Temellerini Câhiz’in attığı kabul edilen belâgat ilminin bir bölümü olan bedîi edebî bir sanat olarak ilk inceleyen, prensiplerini açıklayan, ana konularını tarif eden kimse şair Halîfe İbnü’l-Mu‘tez’dir (ö. 296/908-909). Kitâbü’l-BedîǾ adıyla kaleme aldığı, sahasının ilk müstakil eseri olan çalışmasında bedî‘in muhdes şairlerin bir icadı olmayıp aksine bunun Kur’an’da, hadiste, eski Arap şiirinde ve hatta bedevîlerin konuşma dilinde esasen var olduğunu, ilmî bir terim haline gelmeden önce şairlerin teşbih, cinas, istiare vb. bedîî sanatları, onların tesir ve güzelliklerini idrak ederek kullanageldiklerini bol misal ve delillerle ispat etmeye çalışmıştır. Muhdes şairler bu edebî sanatları sadece daha çok benimseyip işleyerek yaygınlaştırmışlardır. İbnü’l-Mu‘tez eserinde, kelimeyi mecazi anlamda kullanmak (istiare), bir kelimeyi iki mânada kullanmak (cinas), zıt anlamlı iki kelimeyi kullanmak (mutâbaka), söz veya beyit sonundaki kelimeyi başında da kullanmak (reddü’l-acüz ale’s-sadr) ve belâgatı temin gayesiyle söze delil getirmek (el-mezhebü’l-kelâmî) adlarıyla tesbit ettiği beş unsur için “bedî‘” terimini kullanır (Kitâbü’l-BedîǾ, s. 57). Bedîî sanatların bunlardan ibaret olduğunu ifade etmekle beraber başkalarının buna ilâveler yapabileceğini söyler ve kendisi de “nesir ve nazım güzellikleri” (mehâsinü’l-kelâm ve’ş-şi‘r) başlığı altında on iki sanat daha zikreder (a.g.e., s. 58-75).

IV. (X.) yüzyılda bedî‘ teriminin şümulü biraz daha genişler. Sonra gelen müelliflere en az İbnü’l-Mu‘tez kadar tesir eden Kudâme b. Ca‘fer, şiir tenkidine bir sistem getirdiği Nakdü’ş-şiǾr adlı eserinde bedî‘ terimini kullanmamakla beraber onun ortaya koyduğu edebî sanatlara yenilerini ilâve eder. Ebü’l-Hasan el-Cürcânî el-Vesâta adlı eserinde bedî‘ terimine yer vererek cinas, istiare, teşbîh-i belîğ gibi konular üzerinde ısrarla durur ve bunlara bedî‘ adı verildiğini söyler (s. 34). Aynı asırda Ebû Hilâl el-Askerî, belâgat konusunda bir sistem dahilinde kaleme alınmış ilk eser sayılabilecek, nesir ve nazım sanatlarına dair Kitâbü’s-SınâǾateyn adlı eserinin dokuzuncu babını otuz beş fasıl halinde bedî‘ ilmine ayırır. Önceki müelliflerin çalışmalarına altı tür ilâve ettiğini söyleyerek sanatları otuz yediye çıkarır. Bâkıllânî’de bedî‘ kelimesi eskilerde olduğu gibi umumi bir kavram olma niteliğini muhafaza eder ve ona göre bedî‘, Kur’ân-ı Kerîm’in taklidinin imkânsızlığını (i‘câz) ispat etmeye yetmez, ancak onu anlamaya yardım eder, çünkü bedî‘


hârikulâde bir şey değildir. Bir insan bütün konuşmalarını kafiyeli yazabileceği gibi bir diğeri bütün nutuklarını secili söyleyebilir. İ‘câz Kur’ân-ı Kerîm’deki bedîî sanatlarda değil onun nazmında, fesahatında aranmalıdır (İǾcâzü’l-Kurân, s. 35 vd., 111-112).

V. (XI.) yüzyılda İbn Reşîk el-Kayrevânî, İbn Sinân el-Hafâcî ve Abdülkahir el-Cürcânî gibi bu sahanın en önemli müellifleri yetişmiştir. İbn Reşîk el-ǾUmde adlı eserinde önceki müelliflerin tesbit ettikleri altmış kadar edebî sanatı izah etmiş ve ihtirâ‘ ile ibdâ‘ kavramlarının bedî‘ ile olan münasebetlerini açıklamıştır (I, 265). Kuzey Afrika ve İspanya’da büyük tesir bırakan ve belki de bedî‘ ilminin buralarda tanınmasına vesile olan eserinde müellif edebî sanatlara bazı ilâvelerde bulunmuş ve terimlerde bazı değişiklikler yapmıştır. Meselâ “reddü’l-acüz ale’s-sadr” adıyla bilinen iade sanatı İbn Reşîk’te (II, 3) tasdîr adını almıştır. Hafâcî Sırrü’l-fesâha adlı eserinde kelâmın fesahatından bahsederken lafızların yerinde kullanılması ve mânalarının birbirine uyumlu olması gereğine temas ederek (s. 93-232) fesahatın temininde lafız ve mâna güzelliklerinin esas unsur olduğu bedîî sanatların bulunması gerektiğine işaret eder. Cürcânî ise Esrârü’l-belâga adlı eserinde bedî‘ kavramını umumi mânasıyla alır (s. 20, 368, 371) ve cinas, tıbâk, tevşîh, reddü’l-acüz ale’s-sadr ve istiare gibi ana konuların bedî‘in bölümleri olduğunu ifade eder. O da Bâkıllânî gibi lafızlara fazla itibar etmez. Bu konudaki titizliğinden ötürü de eserlerinde bedî‘e dair sanatlara fazla yer vermez.

VI. (XII.) yüzyıl müelliflerinden Reşîdüddin Vatvât, sadece bedîî sanatları ihtiva eden Hadâǿiku’s-sihr adlı eserinde elli kadar edebî sanatı Arapça ve Farsça örneklerle anlatır. Bunları büyük çapta Muhammed er-Râdûyânî’nin (V. yüzyıl) Tercümânü’l-belâga adlı eserinden naklettiği sanılmaktadır. Vatvât’ın sonraki müelliflere -özellikle Türk edebî sanatlarının tesbitinde- önemli tesiri olmuştur. Yine bu asırda yetişen Üsâme b. Münkız, el-BedîǾ fî nakdi’ş-şiǾr adını verdiği kitabında çoğunu bedîî sanatların meydana getirdiği doksan beş belâgat terimi toplamıştır.

VII. (XIII.) yüzyıl edebî sanatların geliştiği, müstakil eserlerin yazıldığı ve bedî‘in ilim olarak ortaya çıktığı devirdir. Bu asrın başlarında Fahreddin er-Râzî, Abdülkāhir el-Cürcânî’nin belâgat sahasındaki iki meşhur eserini Nihâyetü’l-îcâz fî dirâyeti’l-iǾcâz adıyla hülâsa eder. Râzî’nin, Cürcânî’de bulunmayan bedîî sanatların büyük bir kısmını Vatvât’ın adı geçen eserinden naklettiği görülür. Hafâcî’nin başlattığı lafız ve mâna güzellikleri Râzî’de daha belirgin bir şekil almıştır. Onun konuları çok ayrıntılı bölümlere ayırarak bedî‘ ilminin müstakil olarak ortaya çıkmasına öncülük ettiği de söylenebilir. Aynı asırda yaşayan Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî ise Abdülkahir el-Cürcânî’nin “güzel söz söyleme sanatı”na (belâgat) dair vazettiği felsefî umdelere istinaden, Miftâhu’l-Ǿulûm adlı eseriyle, edebî sanatları mantıkî bir sistem dahilinde gruplandırarak belâgatın bünyesinde bir bölüm sayılan bedî‘e müstakil bir edebî sanat hüviyetini kazandıran müellif olmuştur. Sekkâkî bedî‘ terimini kullanmadan lafız ve mânaya ait olmak üzere yirmi dokuz kadar edebî terim zikreder ve konuları iç içe olmaktan ayırarak belâgat adı altında meânî ve beyân ilimlerini ayrı ayrı açıkladıktan sonra bedî‘ ilmine, “tahsînü’l-kelâm” gayesiyle kullanılan sanatlardan olmak üzere meânî ve beyândan sonra yer verir. Eserindeki üslûp ve örneklere bakılırsa tamamen Râzî’nin tesirinde olduğu görülür. Bu arada Ahmed b. Yûsuf et-Tîfâşî (ö. 651/1253) yetmişe yakın edebî sanatı ihtiva eden el-BedîǾ adlı eserini yazar. Bu asrın en meşhur simalarından İbn Ebü’l-İsba‘ el-Mısrî Tahrîrü’t-tahbîr ve BedîǾu’l-Kurǿân adlı eserlerini kaleme alır. Birinci eserinde, İbnü’l-Mu‘tez’den zamanına kadar gelen bütün gelişmeleri göz önüne alarak konu ile ilgili kırka yakın eseri inceledikten sonra kendisinin de ilâve ettiği otuz bir tür ile edebî sanatları 126’ya çıkarır. İkinci eserinde, Bâkıllânî ile Cürcânî’nin görüşlerinin aksine Kur’ân-ı Kerîm’deki i‘câzın bedîî sanatlarla da ortaya konulabileceğini iddia edip sadece âyetlerden misaller vererek bunu ispata çalışır. İbn Ebü’l-İsba‘, ikinci eserin birincisinden ihtisar edildiğini (s. 5) söylemesine rağmen orada zikredilmemiş altı kadar edebî sanata daha yer verir (s. 154, 226, 238, 305, 313, 321). Bedreddin b. Mâlik (ö. 686/1287), Sekkâkî’nin meânî ve beyâna zeyil olarak gösterdiği ve “tahsînü’l-kelâm” adıyla bildirdiği edebî sanatlar grubu için ilk defa bedî‘ terimini kullanır. Nitekim el-Misbâh, adlı eserinde bedî‘ sanatından bahsederken onu sadece lafız ve mâna itibariyle sözü güzelleştirme yönünden fesahatın tamamlayıcısı (tevâbi‘i) olarak değerlendirir (s. 75). Hatîb el-Kazvînî (ö. 739/1338-39), “Üçüncü sanat bedî‘ ilmidir” diyerek bedî‘i meânî ve beyândan sonra gelen bir bölüm olarak ele alır (Telhîsü’l-Miftâh, s. 136; el-Îzâh, II, 334). Kazvînî’nin eserlerini şerheden Halhâlî, Teftâzânî, Seyyid Şerif el-Cürcânî vb. âlimler de aynı kanaati benimsemişlerdir.

Bedî‘e dair İbnü’l-Mu‘tez’den Sekkâkî’ye kadar birçok müstakil eser kaleme alınmışken Sekkâkî ve bilhassa Hatîb el-Kazvînî’den sonra bu sanat dalı tek başına bir esere konu edilmemiş ve belâgat kitaplarına daima “üçüncü fen” olarak geçmiştir. Müstakil eserler yerine mevcut olanlara şerh ve hâşiyeler yazma yoluna gidilmiştir. Meselâ Kazvînî’nin Telhîsü’l-Miftâh, ve el-Îzâĥ’ının yüzlerce şerh, hâşiye ve ihtisarı yapılmıştır. İslâm âleminin muhtelif yerlerinde ders kitabı olarak da rağbet görmüş bu kitapların başlıcaları şunlardır: 1. Şerefeddin et-Tîbî (ö. 743/1342), et-Tibyân fî Ǿilmi’l-meǾânî ve’l-bedîǾ ve’l-beyân (nşr. Hâdî Atiyye Matarü’l-Hilâlî, Beyrut 1407/1987). 2. Yahyâ b. Hamza el-Alevî (ö. 749/1348), et-Tırâzü’l-mütazammin li-esrâri’l-belâga (I-III, Beyrut 1402/1982). 3. Bahâeddin es-Sübkî (ö. 773/1371-72), ǾArûsü’l-efrâh fî şerhi Telhîsi’l-Miftâh (Şürûhu’t-Telhîs, içinde, Kahire 1956). 4. Sa‘deddin et-Teftâzânî (ö. 793/1390), el-Mutavvel Ǿale’t-Telhîś (İstanbul 1260). 5. a.mlf., Muhtasarü’l-Mutavvel Ǿale’t-Telhîs (Bulak 1317). 6. Seyyid Şerif el-Cürcânî (ö. 816/1413), Havâşi’s-Seyyid Ǿale’l-Mutavvel (İstanbul 1241). 7. Muhammed b. Ahmed ed-Desûkı (ö. 1230/1815), Hâşiye Ǿalâ Şerhi’s-Sad et-Teftâzânî alâ Telhîsi’l-Miftâh (Bulak 1271).

Arap edebiyatında yenilik hareketleri çerçevesinde belâgat konusunda da yeni birtakım eserler yazılmaya başlandı. Bunlar ufak tefek yeniliklerle klasik tarzı devam ettiren eserler olup başlıcaları şunlardır: 1. Hüseyin b. Ahmed el-Marsafî (ö. 1307), el-Vesîletü’l-edebiyye ile’l-Ǿulûmi’l-ǾArabiyye (Kahire 1289-1292). 2. Ahmed el-Hamlâvî (ö. 1932), Zehrü’r-rebîǾ fi’l-meǾânî ve’l-beyân ve’l-bedîǾ (Kahire 1372). 3. Seyyid Ahmed el-Hâşimî (ö. 1943), Cevâhirü’l-belâga fi’l-meǾânî ve’l-beyân ve’l-bedîǾ (Kahire 1323). 4. Ahmed Mustafa el-Merâgı (ö. 1952), ǾUlûmü’l-belâga (Kahire 1334).


BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “bdǾa” md.; Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn, I-IV; a.mlf., Kitâbü’l-Hayevân, I-VII; İbnü’l-Mu‘tez, Kitâbü’l-BedîǾ (nşr. I. Kratchkovsky), London 1935; Kudâme b. Ca‘fer, Nakdü’ş-şiǾr (nşr. Abdülmün‘im el-Hafâcî), Kahire 1400/1980; Ebü’l-Hasan el-Cürcânî, el-Vesâta beyne’l-Mütenebbî ve husûmih (nşr. Ebü’l-Fazl İbrâhim Ali - Muhammed el-Bicâvî), Kahire 1966; Askerî, Kitâbü’s-SınâǾateyn (nşr. Ebü’l-Fazl İbrâhim - Ali Muhammed el-Bicâvî), Kahire 1952; Bâkıllânî, İǾcâzü’l-Kurân; İbn Reşîk el-Kayrevânî, el-ǾUmde (nşr. Muhammed Muhyiddin Abdülhamîd), Beyrut 1972, I-II; Abdülkahir el-Cürcânî, Esrârü’l-belâga (nşr. H. Ritter), İstanbul 1954; Zemahşerî, Esâsü’l-belaga, Beyrut 1965; Reşîdüddin Vatvât, Hadâǿiku’s-sihr fî dekāǿiki’ş-şiǾr (nşr. Abbas İkbal), Tahran 1308; Fahreddin er-Râzî, Nihâyetü’l-îcâz fî dirâyeti’l-iǾcâz (nşr. Nasrullah Hacımüftüoğlu), Erzurum 1986; Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî, Miftâhu’l-Ǿulûm, Kahire 1356/1937; İbn Ebü’l-İsba‘, Tahrîrü’t-tahbîr fî Ǿilmi’l-bedîǾ (nşr. Hıfnî Muhammed Şeref), Kahire 1964; a.mlf., BedîǾu’l-Kurǿân (nşr. Hıfnî Muhammed Şeref), Kahire 1377/1957; Bedreddin b. Mâlik, el-Misbâh fî Ǿilmi’l-meǾânî ve’l-beyân ve’l-bedîǾ, Kahire 1341; Hatîb el-Kazvînî, Telhîsü’l-Miftâh, İstanbul 1312; a.mlf., el-Îzâĥ (nşr. Muhammed Abdülmün‘im Hafâcî), Kahire 1400/1980, I-II; Tîbî, et-Tibyân fî Ǿilmi’l-meǾânî ve’l-bedîǾ ve’l-beyân (nşr. Hâdî Atıyye), Beyrut 1407/1987; Abdürrezzâk Ebû Zeyd Zâyid, Ǿİlmü’l-bedîǾ, Kahire 1977; Hafâcî, Sırrü’l-fesâha, Beyrut 1402/1982; Wolfhart Heinrichs, “IstiǾârah and BadîǾ”, Zeitschrift für Geschichte der Arabisch-Islamischen Wiessenschaften, Frankfurt 1984, I, 180-211; Abdülkādir er-Rabaî, “el-BedîǾu’ş-şiǾrî beyne’s-sanǾati ve’l-hayâl”, Mecelletü Ebhâsi’l-Yermûk, III/2 (1986), s. A7-A46; “Bedî”, İA, II, 442; C. C. Torrey, “İbnülmu’tez”, İA, V/2, s. 868-870; M. Khalafallah, “BadīǾ”, EI² (İng.), I, 857-858; J. T. P de Bruijn, “BadīǾ”, EIr., III, 372-376.

Nasrullah Hacımüftüoğlu