BAYRAMİYYE

Hacı Bayrâm-ı Velî (ö. 833/1429-30) tarafından Ankara ve çevresinde kurulan bir Türk tarikatı.

Anadolu topraklarında doğup büyüyen bir mutasavvıf tarafından kurulmuş ilk Türk tarikatı olan Bayramiyye daha kurucusunun sağlığında Ankara ve çevresinde büyük bir yaygınlık kazanmıştı. Tarikat hakkındaki bilgiler sadece Türk kaynaklarında yer alır. Kaynaklarda sohbeti gayet müessir olduğu ve birçok kişiyi “zirve-i velâyet”e eriştirdiği (Lâmiî, s. 684; Hüseyin Enîsî, s. 103) bildirilen Hacı Bayrâm-ı Velî’nin vefatından sonra Bayramiyye, Akşemseddin’e (ö. 863/1459) nisbet edilen Şemsiyye ve Ömer Sikkînî’ye (ö. 880/1475) nisbet edilen Melâmiyye adlı iki büyük aslî kola ayrılmış, esas Bayramiyye adı geçen kollardan ilki tarafından sürdürülmüştür.

Silsilesi. Bayramiyye’nin silsilesi konusunda iki ayrı görüş vardır. Hacı Bayrâm-ı Velî’nin şeyhi olan Hamîdüddin Aksarâyî’nin (ö. 815/1412) mürşidinin kimliği ve mensup olduğu tarikat Bayramiyye’nin silsilesindeki farklılığın temel sebebini teşkil eder. Hamîdüddin’in tarikat silsilesi, Erdebil’de intisap ettiği Hâce Alâeddin Ali Erdebîlî (ö. 832/1429) ve Sadreddîn-i Erdebîlî (ö. 794/1391) vasıtasıyla Safeviyye tarikatının kurucusu Safiyyüddîn-i Erdebîlî’ye (ö. 735/1334) ulaşır. Silsile Safiyyüddin’den sonra İbrâhim Zâhid-i Geylânî’de (ö. 690/1291) Halvetiyye (Harîrîzâde, I, vr. 343ª; Tomar Halvetiyye, s. 18), Kutbüddîn-i Ebherî’de Ebheriyye (Harîrîzâde, I, vr. 33b), Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî’de Sühreverdiyye (a.g.e., II, vr. 149ª) silsilesiyle birleşir; Cüneyd-i Bağdâdî ve Hasan-ı Basrî vasıtasıyla Hz. Ali’ye varır.

Safiyyüddin’den itibaren “Erdebil sûfîleri” diye anılan, ilk Osmanlı padişahlarının da saygı duydukları ve “çerâğ akçesi” adıyla her yıl değerli hediyeler gönderdikleri bu sûfî aile ve tarikat başlangıçta Sünnî ve Halvetî iken Hâce Alâeddin ile Şeyh Şah diye anılan oğlu İbrâhim (ö. 851/1447) dönemlerinde Şiîleşmeye başlamış, Hâce Alâeddin’in torunu Şeyh Cüneyd zamanında ise tam anlamıyla Şiî-Bâtınî bir hüviyet kazanmıştı (Hinz, s. 7-9). Bayramiyye’nin Melâmiyye kolu mensupları Hacı Bayrâm-ı Velî’nin şeyhi Hamîdüddin Aksarâyî’nin Hâce Alâeddin Erdebîlî yoluyla yürüyen bu Halvetî silsilesini benimsemiş ve Anadolu’ya velâyet sırrını ilk olarak onun getirdiğini iddia etmişlerdir (Sarı Abdullah, Semerâtü’l-fuâd, s. 230).

Öte yandan Lâmiî Çelebi (Nefehat Tercümesi, s. 683) ve ondan naklen Hüseyin Enîsî (Menâkıb-ı Akşemseddin, s. 96), Hamîdüddin’in tarikatı zâhiren Hâce Alâeddin’den almakla birlikte Üveysî olduğunu ve Bâyezîd-i Bistâmî’nin ruhaniyetinden feyiz aldığını söylerler. Enîsî Bayramiyye’nin silsilesini Hacı Bayrâm-ı Velî, Hamîdüddin Aksarâyî, Şâdî-i Rûmî, İbrâhim el-Basrî ve Ebü’l-Hasan el-Harakanî vasıtasıyla Bâyezîd-i Bistâmî’ye ulaştırır. Silsile Harakanî’de Bâyezîd’in temsil ettiği tarîk-i Tayfûriyye ve dolayısıyla Nakşibendiyye silsilesiyle birleşir. Enîsî, Bâyezîd’den sonra Nakşibendiyye’nin Hz. Ebû Bekir’e ulaşan ve daha yaygın olan Bekrî silsilesini değil Hz. Ali’ye ulaşan Alevî silsilesini kaydeder (Menâkıb-ı Akşemseddin, s. 82-83). Bayramî silsilesini veren bir başka belgede Bâyezîd’den sonra Bekrî silsilenin de verildiği görülmektedir (Bayramoğlu, II, belge nr. 144). Enîsî’nin kaydettiği silsile La‘lîzâde Abdülbâki’nin Sergüzeşt’inde (s. 15) ve Tibyân’da (I, vr. 172b) bazı küçük farklarla yer almaktadır.

Hamîdüddin’in Hâce Alâeddin’e intisabından önce Şam’da Hankah-ı Bâyezid’de uzunca bir süre kalarak burada kimliği tesbit edilemeyen bir şeyhten feyiz aldığı bilinmektedir. Bu şeyh eğer Enîsî’nin naklettiği silsilede adı geçen ve Bahâeddin Nakşibend’in halifelerinden olması muhtemel bulunan Şâdî-i Rûmî ise bu durumda Hamîdüddin’in Nakşibendiyye ile ilgisi ortaya çıkar. Nitekim Sarı Abdullah Efendi Bahâeddin Nakşibend’in halifelerini sayarken bu adı da zikreder (Semerâtü’l-fuâd, s. 131). Hamîdüddin ayrıca babasından Ebheriyye hilâfeti almış (Tibyân, I, vr. 172ª) ve meşhur Molla Fenârî’ye bu tarikattan icâzet vermiştir (Tibyân, I, vr. 33b).

Enîsî’nin Hâce Alâeddin’in adını dahi anmadan Bayramiyye’nin silsilesini Bâyezîd-i Bistâmî’ye bağlamasına karşılık Sarı Abdullah Efendi Hamîdüddin’in asıl feyiz kaynağının Hâce Alâeddin olduğunu söyleyerek Bayramiyye’yi Safeviyye’ye bağlamış (Semerâtü’l-fuâd, s. 227) ve Nakşibendiyye ile Halvetiyye’yi birleştiren bir tarikat olarak tarif etmiştir (Cevheretü’l-bidâye, vr. 273b). Torunu La‘lîzâde Abdülbâki de aynı ifadelerle Sarı Abdullah’ı tekrar eder (Sergüzeşt, s. 16). Harîrîzâde Bayramiyye’yi Safeviyye’nin bir kolu olarak gösterir ve yukarıda anlatılan her iki silsileyi de zikreder (Tibyân, I, vr. 172b vd.). Bu silsilelerden ilki Melâmiyye, ikincisi Şemsiyye kolu mensuplarınca muteber kabul edilir.

Tarihçesi. Hacı Bayrâm-ı Velî’nin, şeyhi Hamîdüddin’in Aksaray’da vefatından sonra Ankara’ya dönüp irşad faaliyetine başladığı 815 (1412) yılını Bayramiyye’nin kuruluş tarihi olarak kabul etmek mümkündür. Bu tarihten itibaren II. Murad tarafından Edirne’ye çağırılmasına


kadar geçen süre tarikatın kuruluş dönemi sayılabilir. Hacı Bayram II. Murad’ın tahta çıkışından (824/1421) sonraki yakın bir tarihte Edirne’ye çağırılmış olabileceğine göre bu dönem 1412-1422 olarak kabul edilebilir.

Hacı Bayram’ın Edirne’ye niçin çağırıldığı konusunda kaynaklarda bilgi yoktur. Sarı Abdullah Efendi, mürid ve mensupları kısa sürede büyük bir artış gösteren Hacı Bayram’ın halkı sapıklığa sevkettiği öne sürülerek padişaha şikâyet edildiğini söyler (Semerâtü’l-fuâd, s. 235). Bu iddianın Hacı Bayram’ın silsilesinin Erdebil sûfîlerine ulaşıyor olmasından kaynaklandığını düşünmek mümkündür. Şeyh Hamîdüddin’in Yıldırım Bayezid devrinde hilâfet alıp Anadolu’ya geldiği bilinmekle birlikte Hacı Bayrâm-ı Velî ile aynı tarihlerde vefat eden (1429) Hâce Alâeddin’in ve Erdebil sûfîlerinin Şiîlik temayülleri göstermeye başladıkları tarih belli değildir. Dolayısıyla bu söylentilerin gerçeklik derecesini ve Bayramiyye’nin bu dönemdeki fikrî yapısını kesin olarak tesbit güçleşmektedir. Ayrıca Şeyh Bedreddin’in asılmasıyla sonuçlanan olayların (1420) etkisiyle Hacı Bayram’ın da saltanat davasına kapılmasından kaygı duyulması Edirne’ye çağırılış sebepleri arasında gösterilir. Bu kaygı, herhalde yine Hamîdüddin’in Aksaray’dan Konya’ya giderek Şeyh Bedreddin ile görüşüp birlikte halvete girdiklerinin (bk. Halil b. İsmâil, s. 87) ve muhtemelen Hacı Bayram’ın da onlarla birlikte olduğunun devlet tarafından biliniyor olmasından kaynaklanmış olmalıdır.

II. Murad Edirne’ye getirilen Hacı Bayrâm-ı Velî ile görüşünce hakkındaki söylentilerin doğru olmadığını anlamış, büyüklüğünü kabul etmiş ve ondan özür dileyerek Ankara’ya dönmesine izin vermiş, ayrıca Bayramiyye mensuplarından vergi alınmamasını emretmiştir. Edirne’de Hacı Bayram adına bir mahalle ve zâviye ile çeşitli vakıflar da kurulmuştur (Gökbilgin, s. 36).

Hacı Bayram, Hamîdüddin Aksarâyî’den giydiği on iki terkli (dilimli) kızıl tarikat tacını muhtemelen II. Murad ile görüştükten sonra beyaz çuhaya çevirmiş (Müstakimzâde, Risâle-i Tâciyye, vr. 136b) ve bu şekilde kurduğu Bayramiyye tarikatının Erdebil sûfîleriyle hiçbir ilgisi olmadığını vurgulamak istemişti.

Hacı Bayram’ın Ankara’ya dönüşünden ölümüne kadar geçen yaklaşık on yıllık süre Bayramiyye’nin devlet nezdinde meşruiyet ve itibar kazandığı ve Sünnî temeller üzerinde gelişmesini tamamladığı dönem olmuştur. Bayramîler’in vergiden muaf tutulmaları yüzünden Ankara ve çevresinde vergi toplanamaz hale geldiğinin II. Murad’a haber verilmesi, padişahın da Hacı Bayram’dan kaç müridi olduğunu kendisine bildirmesini istemesiyle ilgili meşhur menkıbe (bk. Sarı Abdullah, Semerâtü’l-fuâd, s. 240) Bayramiyye’nin bu yıllardaki yaygınlık derecesi hakkında fikir verecek niteliktedir.

Hacı Bayram’ın vefat ettiği XV. yüzyılın ilk yarısında Bayramiyye Ankara dışında Beypazarı ve Göynük’te Akşemseddin ve Ömer Sikkînî, Gelibolu’da Yazıcıoğlu Mehmed ve kardeşi Ahmed Bîcan, Balıkesir’de Şeyh Lutfullah, Bursa’da Akbıyık ve Hızır Dede, Lârende’de İnce Bedreddin, İskilip’te Muslihuddin Halîfe, Bolu’da Uzun Selâhaddin ve Molla Zeyrek, Kütahya’da şair Şeyhî adlı halifeleri tarafından temsil ediliyordu.

Hacı Bayram’ın vefatından sonra tarikat mensupları, irşad göreviyle bulunduğu Beypazarı’ndan Ankara’ya gelerek şeyhinin vasiyeti gereği onun techiz ve tekfinini yapıp cenaze namazını kıldıran Akşemseddin’e biat ettiler. Bayramiyye tarikatı daha sonra onun tarafından sürdürülmüştür. Akşemseddin’in kurduğu Bayramiyye şubesine Şemsiyye-i Bayrâmiyye adı verilmiştir. Bayramî-Şemsîlik Akşemseddin’den sonra halifelerinden Kayserili İbrâhim Tennûrî (ö. 887/1482) döneminde Tennûriyye adını almış, bu şube Tennûrî’nin Şeyh Ali, Şeyh Lutfullah ve Şeyh Kasım adlı oğullarıyla Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi’nin babası İskilipli Şeyh Muhyiddin Yavsî (ö. 920/1514) tarafından sürdürülmüştür. Şeyh Kasım’ın halifesi Mecdüddin Îsâ’nın müridi İlyas Saruhânî’ye (ö. 967/1559) Tennûriyye’nin Îseviyye şubesi nisbet edilirse de bu şube devam etmemiştir.

Tarikat silsilesi dört kişi vasıtasıyla Akşemseddin’in Hamza Şâmî adlı halifesine ulaşan Bolulu Himmet Efendi (ö. 1095/1684) Bayramiyye’nin Himmetiyye şubesinin kurucusudur. Bayramiyye son dönemlere bu şube vasıtasıyla ulaşmıştır.

Atâî, Hamîdüddîn-i Aksarâyî ile Anadolu’ya gelip sülûkünü Hacı Bayram’dan tamamlayan İnce Bedreddin’in Bursa ve Lârende civarında pek çok müridi olduğunu ve bunların “koyun zikri” dedikleri bir tür zikir usulleri bulunduğunu söyler (Zeyl-i Şekāik, s. 64) Atâî’nin verdiği bu bilgiden İnce Bedreddin mensuplarının XVII. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da faal durumda oldukları sonucunu çıkarmak mümkündür. Ancak bu kol daha sonra devam etmemiş veya muhtemelen Himmetiyye şubesiyle birleşmiştir.

Hacı Bayrâm-ı Velî’nin halifelerinden Hızır Dede’den feyiz alan Üftâde’nin (ö. 988/1580) halifesi Aziz Mahmud Hüdâyî’nin (ö. 1038/1628) kurduğu tarikat da silsile itibariyle Bayramiyye’nin bir kolu olmakla birlikte müstakil bir tarikat olarak gelişmiştir (bk. CELVETİYYE).


Harîrîzâde, Hacı Bayram’ın damadı Eşrefoğlu Abdullah Rûmî’ye nisbet edilen Eşrefiyye tarikatını Bayramiyye’nin bir kolu olarak gösteriyorsa da (Tibyân, I, vr. 173b) bu doğru değildir. Eşrefoğlu Hacı Bayram’a intisap etmekle birlikte bizzat onun tarafından Hama’ya Kadirî şeyhi Hüseyn-i Hamevî’ye gönderilmiş ve ondan hilâfet aldıktan sonra Kadiriyye tarikatının Eşrefiyye kolunu kurmuştur (bk. EŞREFİYYE).

Silsilesinin Hacı Bayram’a ulaşması dışında Bayramiyye ile pek ilgisi kalmayan, ancak geleneksel olarak bu tarikatın bir kolu sayılan Melâmiyye’nin kuruluşuyla ilgili bilgiler, Ömer Sikkînî’nin ölümünden 100 yıl sonra Göynük’e giderek halktan duyduğu bilgileri aktardığını söyleyen Mahmud Kefevî’nin (ö. 990/1582) Ketâǿibü aǾlâmi’l-ahyâr adlı eserinde verdiği bilgilere dayanmaktadır. Kefevî’nin anlattığına göre Hacı Bayram’dan sonra Bayramiyye postuna oturan Akşemseddin ile Ömer Sikkînî arasında meşrep farklılığı ortaya çıkar. Zikir meclislerine, kılık kıyafet ve tarikata ait şeklî unsurlara karşı olan Ömer Sikkînî Akşemseddin’in yönettiği zikirlere katılmaz, mescidin bir köşesine giderek orada bekler. Bu durumdan rahatsız olan Akşemseddin Ömer Sikkînî’ye zikir halkasına katılmasını, katılmadığı takdirde Hacı Bayram’ın taç ve hırkasını kendisinden alacağını söyler. O da, “Yarın cuma namazından sonra bizim eve gelirseniz Allah’ın izniyle size tacı ve hırkayı teslim ederim” diye cevap verir. Ertesi gün evinin avlusunda büyük bir ateş yaktıktan sonra mescide gider. Namazdan sonra cemaat hep birlikte Ömer Sikkînî’nin evine gelir. Ömer Sikkînî ateşe girerek oturur, taç ve hırka yanar, kendisine bir şey olmaz (Ketâǿibü aǾlâmi’l-ahyâr, vr. 450ª vd.; ondan naklen Müstakimzâde, Risâle-i Melâmiyye-i Şettâriyye, vr. 4ª; Tomar-Melâmîlik, s. 37-38). Döneme en yakın müellifler olan Lâmiî Çelebi, Taşköprizâde ve Mecdî’nin bahsetmedikleri bu menkıbeyi Melâmî Sarı Abdullah Efendi Ketâǿibü aǾlâmi’l-ahyâr’dan söz etmeksizin kendine göre bazı değişikliklerle ve yorumlar katarak nakleder (Semerâtü’l-fuâd, s. 241 vd.) La‘lîzâde Abdülbâki de Mahmud Kefevî’nin Hacı Bayram’ın daha sağlığında hilâfet sırrını Ömer Sikkînî’ye verdiğini ispatlamak için anlattığı ve yukarıdaki kaynakların iktibas ettiği bir başka olayı (Hacı Bayram’ın ölürken su istemesi) Sarı Abdullah Efendi gibi kaynak göstermeden ve kendince ilâveler yaparak anlatır (Sergüzeşt, s. 18-19).

Mahmud Kefevî’nin anlattığı ve Melâmî müelliflerin kaynak göstermeden naklettikleri söz konusu iki olayın menkıbe yanı bir tarafa Akşemseddin’le yürüyen Bayramiyye, yine onun döneminde taç, hırka, tekke ve zikir meclisi gibi tarikat geleneklerine rağbet etmeyip melâmetî bir anlayışı tercih eden Ömer Sikkînî’nin temsil ettiği Melâmiyye koluna ayrılmıştır. Hüseyin Vassâf ilginç bir yaklaşımla Melâmiyye’yi Akşemseddin’den ayrılmış bir kol olarak gösterir (Sefîne, II, 278). Aşk, cezbe ve sohbet esasına dayanan, vahdet-i vücûdu benimseyen, Ehl-i beyt’e aşırı muhabbet duyan Bayramî-Melâmîler, tarikat geleneklerine bağlı Bayramî-Şemsîler’den ayrılarak bağımsız bir tarikat haline gelmişlerdir. İkinci devre Melâmîler’i denilen BayramîMelâmîler’in edebî, siyasî ve sosyoekonomik açılardan Osmanlı tarihinde önemli tesirleri olmuştur (bk. MELÂMİYYE).

Tarikatın Özellikleri. Hacı Bayram’ın Yûnus Emre tarzında yazılmış dört adet şiiriyle ona ait olma ihtimali çok zayıf bir risâle ve mektup dışında tarikatla ilgili görüşlerini, tarikatın âdâb ve erkânını anlatan herhangi bir eserinin varlığı bilinmemektedir. Elde bulunan çok sınırlı bilgilere dayanarak tarikatın başlangıç yıllarındaki fikrî yapısı hakkında bir görüş belirtmek son derece güçtür. Ancak Hacı Bayram’ın Edirne’den dönüşünden sonraki dönemde tarikatın Sünnî hüviyeti belirgin bir şekilde müşahede edilmektedir. Hacı Bayram’ın çiftçilik yaparak emeğiyle geçinmesi, müridleriyle imece usulü ekin kaldırması, esnaf arasında “Ahî Baba” diye tanınması gibi bilgiler onun sosyal hayatının canlılığını ve halkla bütünleşen bir tasavvuf anlayışına sahip olduğunu göstermektedir. Çarşı pazar dolaşarak dilenmesi, sadaka ve zekât toplayıp müridlerine dağıtmasından Melâmî müellifler onun melâmeti benimsediği sonucunu çıkarmışlardır (bk. La‘lîzâde Abdülbâki, s. 17). Onun döneminde Bayramiyye daha çok köylü ve esnaf zümreleri arasında yaygınlık kazanmıştı. “Şeyhü’r-Rûm” diye de tanınan Hacı Bayram’ın ve devletin resmî Sünnîlik politikası doğrultusunda hareket eden ilk Bayramî şeyhlerinin Anadolu halkı arasında birlik ve beraberliğin sağlanması ve mânevî hayatın şekillenmesi konusunda büyük katkıları olmuştur. Hacı Bayram, Sünnîliği esas alan imparatorluğun mânevî dünyasının mimarıdır denilebilir (Tanpınar, s. 10). Akşemseddin ile Akbıyık ve Molla Zeyrek’in de aralarında bulunduğu bir grup Bayramiyye mensubunun Fâtih’le birlikte İstanbul’un fethine katılmaları tarikatın devlet nezdindeki itibarını daha da arttırmıştır.

Mecdî, Bayramî dervişlerinin nefisleriyle sürekli mücahede halinde olduklarını, gece gündüz ibadet edip “savm-ı visâl” tuttuklarını, bunun sonucu olarak mazhar olacakları ilâhî nimetlerle asıl bayramı âhirette yapacakları için kendilerine “Bayramî” denildiğini söyler (Şekāik Tercümesi, s. 7).

Menâkıb-ı Akşemseddin müellifi Hüseyin Enîsî, Akşemseddin’in kendi el yazısıyla Hacı Bayram’ın irşad usulünü bir kitabın arkasına kaydettiğini bildirir. Enîsî’nin nakline göre Hacı Bayram’ın


uyguladığı irşad usulü şöyledir: On iki rek‘at teheccüd namazı kılınır. Hacı Bayram’ın tertip ettiği uzun bir vird ile Bakara, Secde, Yâsîn, Duhân, Hâ Mîm (metinde hangisi olduğu belirtilmiyor), Feth, Vâkıa, Mülk ve Amme sûreleri okunur. Zikir kelime-i tevhid zikridir. İbret almak için kâinattaki olağan üstülükleri düşünme anlamına gelen ve “tefekkür fî acâibi’l-kudre” (تفكر في عجائب القدرة) şeklinde ifade edilen düşünme tarzı da Bayramiyye’nin esaslarındandır. “Allahümme yâ nûre külli şey’in” (اللهم يا نور كل شيء) diye başlayan kısa bir münâcât okunur.

Halvetin ilk gecesi 1000 salavat, 1000 kelime-i tevhid okunur. Hz. Peygamber’in şefaatine nâil olma amacıyla (hâcet-i şefâat-i nebî) iki rek‘at namaz kılınır. İkinci gece 1000 İhlâs, 1000 kelime-i tevhid okunur ve Allah’ı görme dileğiyle (hâcet-i dîdâr) iki rek‘at namaz kılınır. Üçüncü gece 1000 Felak sûresi, 1000 kelime-i tevhid ve kalpteki perdelerin kalkması için (ref‘-i hicâb) iki rek‘at namaz kılınır. Dördüncü gece 1000 Nâs sûresi, 1000 kelime-i tevhid okunup yine iki rek‘at namaz kılınır. Enîsî’nin verdiği bu bilginin metnini (Menâkıb-ı Akşemseddin, s. 93-94) Harîrîzâde (Tibyân, I, vr. 174ª), Mehmet Ali Ayni (Hacı Bayrâm-ı Velî, s. 136) ve Fuat Bayramoğlu (Hacı Bayrâm-ı Velî, I, 65) aynen iktibas etmişlerdir. Hacı Bayram’ın sabah namazından sonra okunan virdinin metni Menâkıb’da bulunmayıp yukarıda adı geçen kaynaklarda yer almaktadır.

Hacı Bayram’ın esmâ zikrine dayanan bu irşad usulü cehrî zikri esas alan Bayramî-Şemsîler tarafından uygulanagelmiş, buna karşılık müsemmâ yolunu tercih eden Bayramî-Melâmîler sıkāl (صقال) veya “gönül bekleme” dedikleri bir hafî zikir usulü ihdas etmişlerdir. Sarı Abdullah Efendi bu usulün uygulanış tarzını Cevâhir-i Bevâhir-i Mesnevî’de (IV, 208 vd.), La‘lîzâde Abdülbâki de Sergüzeşt’in “Keyfiyyet-i Cem‘iyyet” bölümünde (s. 115-117) anlatmışlardır. Abdülbaki Gölpınarlı’nın asıl Bayramiyye’nin Şemsiyye kolu vasıtasıyla yürüdüğünü söyledikten sonra sadece Melâmiyye kolunun görüşlerini ve âdâbını anlatması (İA, II, 425) konuya yanlış ve eksik yaklaşımının bir sonucudur.

Şemsiyye ve Melâmiyye’nin zikir konusunda tercihleriyle benimsedikleri silsileler arasında bugüne kadar üzerinde durulmamış çelişkili bir durum vardır. Cehrî zikir usulü uygulayan Halvetî silsilesini kabul eden Melâmîler cehrî zikri tercih edecekleri yerde hafî zikri, silsilelerini hafî zikri uygulayan Nakşibendî silsilesine bağlayan Şemsîler ise cehrî zikir usulünü kabul etmişlerdir. Bu çelişkili durumun sebebi, Şemsîler’in Bayramiyye’yi Sünnî çizgiye sağlam bir şekilde oturtma, tarikatı Nakşibendiyye ile Halvetiyye’yi birleştiren bir tarikat şeklinde tarif eden Melâmîler’in de Nakşibendiyye’nin desteğine sığınarak Safevîlik ve dolayısıyla Şiîlik şâibesinden kendilerini uzak tutma gayretleriyle açıklanabilir. Ayrıca hafî zikrin Melâmiyye ile Nakşibendiyye’nin ortak özellikleri olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır.

Tibyân’ın Bayramiyye ile ilgili bölümünün ilk yaprağının kenarında tarikatın “cezbe”, “muhabbet” ve “sırr-ı ilâhî” adı verilen üç esasa dayandığını bildiren şairinin adı verilmemiş yedi beyitlik bir manzume yer almaktadır (I, vr. 172ª). Mehmet Ali Ayni, Tibyân’ı kaynak göstererek Şemsî-Melâmî ayırımı yapmaksızın Bayramiyye’nin bu üç esasa dayandığını söyler. Metni Pakalın (I, 181) ve Fuat Bayramoğlu’nda da (Hacı Bayrâm-ı Velî, I, 64) bulunan bu manzume Bayramî Melâmîleri’nden meşhur Oğlanlar Şeyhi İbrâhim Efendi’nin (ö. 1065/1655) Müfîd ü Muhtasar adlı eserinde yer alan Bayramiyye ile ilgili bölüm (bk. İÜ Ktp., TY, nr. 698, vr. 16ª-b) olup tarikatın sadece Melâmiyye kolu mensuplarınca kabul edilen ilkelerdir.

Akşemseddin’in Risâletü’n-nûriyye’si, bir Bayramî şeyhi tarafından kaleme alınan ilk eser (telifi 841/1437-38) olmasının yanı sıra Bayramiyye’nin ilk dönemlerine dair orijinal bilgiler vermesi açısından da büyük önem taşır. Bu bilgilerden, o dönemde Akşemseddin’in “tâife-i nûriyye” dediği sûfîlerin, daha doğrusu açıkça belirtilmemekle birlikte Bayramiyye mensuplarının tutum ve davranışlarının sünnete aykırı ve bid‘at olduğu ileri sürülerek zâhir ulemâsınca çeşitli tenkitlere uğradıkları anlaşılmaktadır. Kendisi de eski bir müderris olan müellif tenkide konu olan hususları sayar; fıkıh, hadis ve tasavvuf kitaplarından deliller göstererek bunların sünnete uygun olduğunu savunur. Eserden ayrıca bu dönemde Bayramîler’in halka halinde cehrî zikir yaptıkları, zikir sırasında Yûnus Emre’nin şiirlerini okudukları, savm-ı visâl tuttukları, vecde gelip haykırdıkları, taçlarının büyük ve uzun olduğu, kendileri veya başkaları için dilendikleri, asâ kullandıkları, abâ veya eski ve yamalı elbiseler giydikleri, halvete girip kırk gün çile çıkardıkları, Allah’ın rüyada görülebileceğine ve mi‘racda Hz. Peygamber’in Allah’ı zâhir gözüyle gördüğüne inandıkları da öğrenilmektedir. Akşemseddin’in Muhyiddin İbnü’l-Arabî’yi savunan DefǾu metâǾini’s-sûfiyye adlı bir eser yazması da Bayramiyye mensuplarının vahdet-i vücûd anlayışına sahip olduklarını göstermektedir. İbrâhim Tennûrî’nin Melâmîler’ce de okunan (Sarı Abdullah, Semerâtü’l-fuâd, s. 145) Gülzâr-ı Ma‘nevî’sinde bu durum daha açık olarak görülmektedir.

Bayramiyye tarikatının tacı başlangıçta on iki terkli iken Hacı Bayram tarafından altı terkli beyaz çuhaya dönüştürülmüştü. Abdülbaki Gölpınarlı’nın, Hacı Bayram’ın ilk zamanlarda giydiği on iki terkli kızıl tacı Şah İsmâil’in babası Şeyh Haydar’ın (d. 864/1460) icat ettiğini söylemesinin (100 Soruda Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, s. 237) yanlışlığı, Hacı Bayram’ın 833’te (1429-30) öldüğü dikkate alınırsa açıkça ortadadır. Tacın boyu başlangıçta namazda sütrelik edecek kadar uzun iken (Akşemseddin, Risâletü’n-nûriyye, s. 30) sonraları kısaltılmıştır. Tacın tepesinde birbirinin içinde bulunan gül denilen üç daire tevhidin üç mertebesine (tevhîd-i ef‘âl, tevhîd-i sıfât, tevhîd-i zât) ve ayrıca Hacı Bayram’ın şeyhi Hamîdüddin’in Şam’daki


Bâyezîdiyye Dergâhı’na bağlılığının işaretidir (Lâmiî, s. 684; Hüseyin Enîsî, s. 102).

Tacın altı terki, tasavvufun altı ilkesine (az yeme, az uyuma, az konuşma, sürekli zikir, havâtırı nefy, tefekkür) uyarak tevhid sırrına ulaşmayı, altı ciheti (üst, alt, sağ, sol, ön, arka), yani bütün kâinatı kuşatmayı, imanın altı şartını, Allah’ın zâtî sıfatlarını (vücûd, kıdem, bekā, vahdâniyet, kıyâm bi nefsihî, muhâlefetün li’l-havâdis) simgeler. Altı terk ayrıca Allah’ın âlemleri “ol” (kün=كن) emriyle yaratmasının ifadesi olarak da yorumlanmıştır. Çünkü “kün” kelimesinde altı harf (كاف نون) bulunmaktadır.

Bayramî Tekkeleri. Hacı Bayram’ın ölümünden sonra Ankara’daki Bayramî Dergâhı’nın (âsitâne) şeyhliğine büyük oğlu Ahmed Baba geçmiştir. Ahmed Baba’nın sülûkünü Hacı Bayram’dan mı, Akşemseddin’den mi tamamladığı bilinmediği gibi ölüm tarihi de belli değildir. Ondan sonra Hacı Bayram’ın torunu Edhem Baba (ö. 941/1534) şeyhlik makamına geçmiştir. Tekkelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar ailenin “en büyük ve en lâyık” oğulları meşihatları padişah beratlarıyla tasdik edilerek şeyhlik görevini sürdürmüşlerdir. Âsitâne şeyhleri Şemsî-Himmetî kolunun tarikat anlayışını benimsemişlerdir. Dergâhın yirmi yedinci ve son şeyhi Şemseddin (Bayramoğlu, ö. 1945) Efendi’dir.

Bayramiyye tarikatına ait Ankara dışında kurulan ilk tekke, II. Bayezid devrinde vefat eden Bayramî halifesi Şeyh Ramazan Efendi’nin 875 (1470) tarihli vakfiyesi bulunan Edirne’deki zâviyesidir. Ramazan Efendi 887 (1482) ve 906 (1501) tarihli diğer vakfiyelerle ev, dükkân ve bağ gibi birçok mülkü bu tekkeye vakfetmiştir. 1018 (1609) tarihli vakıf tahririnde Edirne’nin Ayşekadın mahallesinde “Sultan Hacı Bayram” adlı bir zâviyenin mevcut olduğu görülmektedir (Gökbilgin, s. 47, 355).

Şeyh Bedreddin’in Vâridât’ına Arapça bir şerh yazan Şeyh Muhyiddin Yavsî için II. Bayezid’in Yavuz Sultan Selim Camii yakınlarında yaptırdığı tekke İstanbul’daki ilk Bayramî tekkesidir (Müstakimzâde, Risâle-i Melâmiyye-i Şettâriyye, vr. 8ª). Zâkir Şükrü’de Sivâsî Tekkesi adıyla geçen bu tekke (Mecmûa-i Tekâyâ, s. 60), Şeyh Yavsî’nin oğlu ve tekkenin beşinci şeyhi Nasrullah Efendi’nin 974 (1566) yılında ölümüyle Halvetiyye’nin Sivâsiyye koluna intikal etmiş ve daha sonra bu adla anılmıştır. Şeyh Yavsî’nin halifelerinden Alâeddin Efendi’nin oğlu Cerrahzâde Muslihuddin (ö. 983/1575) Şeyh Şücâ‘ Zâviyesi’nde irşad faaliyetinde bulunarak Edirne’de Bayramiyye’yi temsil etmiştir (Atâî, s. 342).

Akşemseddin ile birlikte İstanbul’un fethine katılan Bayramiyye mensupları fetihten sonra İstanbul’da kalmalarına rağmen tekke kurup irşad faaliyetinde bulunmamışlardır. Bayramiyye Şeyh Yavsî tarafından İstanbul’a getirilmekle birlikte XVII. yüzyılın ikinci yarısında Bolulu Şeyh Himmet Efendi döneminde yaygınlık kazanmıştır.

1840 yılında İstanbul ve civarında Bayramiyye’nin Himmetiyye koluna ait şu tekkeler bulunmaktaydı: Eyüp civarında Abdi Baba Tekkesi, Topkapı’da Kızlar Ağası Mehmed Ağa’nın inşa ettirdiği cami içinde Bayezid Ağa Tekkesi, Üsküdar Salacak’ta Emekyemez (Etyemez) Tekkesi, Kâğıthane’de Abdüssamed Ağa Tekkesi, Üsküdar’da Divitçiler’de Bezcizâde Muhyiddin Efendi Tekkesi, Şehremini Altımermer’de Tavil Mehmed Efendi Tekkesi, Aksaray’da Cismilatîf Tekkesi, Üsküdar’da Nakkaşpaşa’da Himmetzâde Tekkesi, Kasımpaşa’da Hâşimî Osman Tekkesi. Bu yapıların birkaçı 1840’ta bile arsa halinde bulunuyordu (bk. Âsitâne Tekkeleri). 1307’de (1889) yayımlanan Mecmûa-i Tekâyâ’da İstanbul’da dört Bayramî tekkesinin (Emekyemez, Himmetzâde, Himmet Efendi, Tavil Mehmed Efendi tekkeleri) faal halde olduğu kaydedilmiştir. Tekkelerin kapatılmasından bir yıl önce (1924) yine dört Bayramî tekkesi (Emekyemez, Himmetzâde, Fatih Çarşamba’da Mehmed Ağa Camii, Şehzadebaşı Bozdoğan Kemeri’nde Helvayî Yâkub tekkeleri) bulunmaktaydı (Hüseyin Vassâf, V, 273).

Kaynaklarda Anadolu’nun diğer şehirlerindeki Bayramî tekkeleri hakkında bilgi yoktur.

BİBLİYOGRAFYA:

Akşemseddin, Risâletü’n-nûriyye (nşr. Ali İhsan Yurd, Fatih Sultan Mehmed Han’ın Hocası Şeyh Akşemseddin içinde), İstanbul 1972; a.mlf., DefǾu metâǾini’s-sûfiyye, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4092; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 683-690; Taşköprizâde, eş-Şekāǿik, s. 53, 54, 76-77, 226-235; Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 7, 74-75, 77-78, 95-96, 240-246; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 64-65, 342; Hüseyin Enîsî, Menâkıb-ı Akşemseddin (nşr. Ali İhsan Yurd, Fatih Sultan Mehmed Han’ın Hocası Şeyh Akşemseddin içinde), İstanbul 1972; Sarı Abdullah, Cevheretü’l-bidâye ve dürretü’n-nihâye, İÜ Ktp., TY, nr. 3792, vr. 273b vd.; a.mlf., Semerâtü’l-fuâd, İstanbul 1288, s. 131, 145, 227-245; a.mlf., Cevâhir-i Bevâhir-i Mesnevî, İstanbul 1288, IV, 208 vd., 258; Halil b. İsmail, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Menâkıbı (nşr. Abdülbâki Gölpınarlı - İsmet Sungurbey), İstanbul 1957, s. 87; Oğlanlar Şeyhi İbrâhim, Müfîd ü Muhtasar, İÜ Ktp., TY, nr. 698, vr. 16ª-b; Mahmûd Kefevî, Ketâǿibü aǾlâmi’l-ahyâr min fukahâǿi mezhebi’n-NuǾmân el-muhtâr, Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 630, vr. 450ª vd.; İsmail Hakkı Bursevî, Silsilenâme-i Celvetî, İstanbul 1291, s. 70, 73, 74; La‘lîzâde Abdülbâki, Sergüzeşt, İstanbul, ts., s. 8-23, 115-117; Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Risâle-i Tâciyye, İÜ Ktp., TY, nr. 6700, vr. 136b; a.mlf., Risâle-i Melâmiyye-i Şettâriyye, İÜ Ktp., İbnülemin, nr. 3357, vr. 1b-10ª; Ma‘sum Ali Şah, Tarâǿik, III, 77; Sâmî Sümbülî, Esmâr-ı Esrâr, İstanbul 1316, s. 21; Âsitâne Tekkeleri, İstanbul 1256; Harîrîzâde, Tibyân, I, vr. 33b, 172ª-194ª, 343ª; II, vr. 149ª; Yahyâ Âgâh, Fütüvve-i Esrâr-ı Tâc-ı Saâdet (yazma, Nihat Azamat’taki fotokopi), s. 56-57; a.mlf., Tâc-ı Şeriflerin Merkezinde Olan Düğme ve Pul ve Mühür ve Güllerin Beyânındadır (yazma, Nihat Azamat’taki fotokopi), s. 20; Ahmed Rifat (Yağlıkçızâde), Lugat-ı Târîhiyye ve Coğrâfiyye, İstanbul 1299-1300, III, 75; Ahmed Münib, Mir’âtü’t-turûk, İstanbul 1306; a.mlf., Mecmûa-i Tekâyâ, İstanbul 1307, s. 28; O. Depont - X. Coppalani, Les Confréries Religieuses Musulmanes, Alger 1887, s. 532; Bursalı Mehmed Tâhir, Hacı Bayrâm-ı Velî, İstanbul 1341; Mehmet Ali Ayni, Hacı Bayrâm-ı Velî, İstanbul 1343; Hüseyin Vassâf, Sefîne, II, 251-280; V, 262, 273; Abdülbâki Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler, İstanbul 1931, s. 42; a.mlf., 100 Soruda Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, İstanbul 1969, s. 236-238; a.mlf., “Bayrâmiyye”, İA, II, 423-425; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, 535; Tomar-Melâmîlik, s. 34-42; Tomar-Halvetiyye, s. 17-18; W. Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd (trc. Tevfik Bıyıklıoğlu), İstanbul 1948, s. 5-9, 15; Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livâsı, s. 35, 36, 47, 355; J. S. Trimingham, The Sufi Orders in Islam, Oxford 1971, s. 99-100; Ali İhsan Yurd, Fatih Sultan Mehmed Han’ın Hocası Şeyh Akşemseddin, İstanbul 1972; Zâkir Şükrü, Mecmûa-i Tekâyâ (Tayşî), s. 60; Fuat Bayramoğlu, Hacı Bayrâm-ı Velî, Ankara 1982, I-II; Ahmed Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, İstanbul 1987, s. 10-12; Günay Kut - Turgut Kut, “İstanbul Tekkelerine Ait Bir Kaynak Dergeh-nâme”, Türkische Miszellen (Robert Anhegger Armağanı), İstanbul 1987, s. 232; H. J. Kissling, “Zur Geschichte des Derwischordens der Bajramijje”, SOF, XV (1956), s. 237; Pakalın, I, 181-182; G. L. Lewis, “Bayramiyya”, EI² (İng.), I, 1137.

Fuat Bayramoğlu - Nihat Azamat