BAŞ

Türk devletlerinde bazı müessese ve makam isimlerinin önüne veya sonuna getirilen bir kelime.

Baş kelimesi aynı anlamdaki ser* gibi çok sayıda birleşik kelime yapımında kullanılmıştır. Eski Türk devletlerinde ve özellikle Osmanlı Devleti’nde bu kelime ile yapılan müessese ve makam isimleri yaygın olarak görülmektedir. Nitekim Fâtih kanunnâmesinde çeşitli müessese ve makamların reisleri (kapıcıbaşı, çavuşbaşı, kilercibaşı, odabaşı, hazinedarbaşı vb.) bu kelime ile nitelendirilmiştir. Bunun gibi iskân işlerini yürüten kişiye iskânbaşı; şehirlerde asayişi sağlayanlara subaşı, sekbanbaşı, asesbaşı, böcekbaşı; derbend* işlerini görenlere derbendbaşı, pandorbaşı, martolosbaşı; martolosbaşının üstünde martolos* birliklerindeki nüfuzlu kimselerin en büyüğüne harâmibaşı; derbend muhafazasına tayin edilen aşiretlerin kethüdâsına bölükbaşı denilmiş, askerî terim olarak cebecibaşı, topçubaşı, yayabaşı, delibaşı, mehterbaşı, koçubaşı, bostancıbaşı, kapıcıbaşı, binbaşı vb. kullanılmıştır. Ayrıca medreselerde talebe temsilcisi olarak seçilen kimselere de kemerbaşı adı verilirdi.

Baş kelimesi birtakım kelimelerin önüne getirilerek de birleşik şekiller yapılmıştır: Rumeli’de çeribaşı olarak adlandırılan, Anadolu’da ise “aşiret beyi” anlamına gelen başbuğ (veya baş u buğ); devlet memuriyetlerinden başhalife, başçavuş, başyazıcı, başmukataacı, başlala, başdefterdar, başbakı kulu, başefendi, başalkışçı, başmimar, başmuhasebeci vb.

Baş kelimesinin bazan kelimelerin hem önünde hem sonunda birlikte kullanıldığı görülmektedir. Meselâ saruca ve sekban bölüklerinin en büyük âmiri olup serçeşme de denilen başbölükbaşı ile başodabaşı ve başbinbaşıda olduğu gibi. Kelime hekimbaşı, kasabbaşı, pazarbaşı, dikicibaşı, çizmecibaşı, kürkçübaşı, yiğitbaşı gibi esnaf ve meslek kuruluşlarının en büyüğüne verilen unvanı da ifade etmektedir. Günümüzde de başvekil, başbakan, onbaşı, yüzbaşı, binbaşı gibi siyasî, askerî ve idarî sahalarda aynı şekilde çeşitli makam veya rütbeleri bildirmek üzere kelimelerin önüne ve sonuna getirilerek kullanılmaktadır.


BİBLİYOGRAFYA:

Kamûs-ı Türkî, s. 264-265; Türk Lugatı, I, 592 vd.; BA, MAD, nr. 9956, s. 178; BA, Şikâyet Defteri, nr. X, s. 120; BA, MD, nr. 37, hk. 2900; BA, KK, nr. 220, s. 52; “Kanunname-i Âl-i Osman: Sûret-i hatt-ı humâyûn-ı Sultân Mehemmed Hân” (nşr. Abdülkadir Özcan), TD, sy. 33 (1982), s. 31-32, 34, 35; Osman Nuri Ergin, Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, İstanbul 1338/1922, I, 900-901; M. C. Şehabeddin Tekindağ, Berkuk Devrinde Memlûk Sultanlığı (XIV. Yüzyıl Mısır Tarihine Dair Araştırmalar), İstanbul 1961, s. 147; Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretleri İskân Teşebbüsü (1691-1696), İstanbul 1963, s. 8, 46, 48, 50; a.mlf., Osmanlı İmparatorluğu’nda Derbend Teşkilatı, İstanbul 1967, s. 70, 71, 85; Uzunçarşılı, Medhal, s. 37, 85, 103, 431-432; a.mlf., Saray Teşkilâtı, s. 400, 468, 504, 508; M. Altay Köymen, Alparslan ve Zamanı, Ankara 1983, II, 42-43; Feridun M. Emecen, “Târih-i Lebîbâ’ya Dâir”, TD, sy. 33 (1982), s. 247; “Baş”, İA, II, 328.

Yusuf Halaçoğlu