AYNİCÂLÛT SAVAŞI

Memlük ordusuyla Moğol kuvvetleri arasında meydana gelen ve Moğollar’ın ilk defa mağlûp edilerek batıya ilerleyişlerinin durdurulduğu meşhur savaş.

Aynicâlût Filistin’de Nablus ile Beysân arasında yer alan küçük bir mevki olup rivayete göre adını Hz. Dâvûd tarafından bir savaş sırasında öldürülen (bk. el-Bakara 2/251) Câlût’tan (Goliath) almıştır (I. Samuel, 17/50-51). Selâhaddîn-i Eyyûbî 578’de (1182-83) Haçlılar’dan aldığı bu küçük kasabayı, Hittin Savaşı ve Kudüs’ün fethinden önce bölgedeki Haçlı kontlukları üzerine düzenlediği seferlerde bir üs olarak kullanmıştır. Aynicâlût’un asıl şöhreti burada cereyan eden savaşlardan kaynaklanmaktadır ki bunların en önemlisi Memlükler’le Moğollar arasında vuku bulanıdır.

Hülâgû kumandasındaki Moğol orduları 1258 yılında Bağdat’ı işgal edip Abbâsî Halifeliği’ne son verdikten sonra Suriye’ye yönelmiş ve birkaç günlük muhasaradan sonra Halep ve Dımaşk’ı da zaptetmişlerdi. Bunun üzerine Eyyûbîler’in Halep ve Dımaşk hükümdarı el-Melikü’n-Nâsır Selâhaddin Yûsuf, meşhur tarihçi İbnü’l-Adîm’i Mısır’a gönderip âcil yardım istedi. O sırada Memlük tahtında bulunan el-Melikü’l-Mansûr Ali, Moğol kuvvetlerine karşı koyacak durumda değildi. Emîr Kutuz, ulemânın ve bazı kumandanların da desteğiyle onu azledip el-Melikü’l-Muzaffer unvanıyla tahta çıktı (657/1259). Suriye’deki şehirleri birer birer istilâ eden Hülâgû Kutuz’a elçiler gönderip onu tehdit etti ve mukavemet etmeden teslim olmasını istedi. Bunun üzerine Kutuz kumandanlarını toplayıp bir durum değerlendirmesi yaptı. Çeşitli ihtimaller üzerinde duruldu ve neticede savaşa karar verildi, Moğol elçileri de öldürüldü. Kutuz daha sonra bütün müslümanları Moğollar’a karşı cihada davet etti ve kumandanlarından Baybars el-Bundukdârî’yi (Baybars I) öncü birliğinin başında Gazze’ye sevketti (26 Temmuz 1260). Gazze’de bulunan Moğol kuvvetleri kumandanı Baydarâ durumu o sırada Baalbek’te olan başkumandan Ketboğa Noyan’a bildirdi. Ketboğa ona şehri savunmasını ve kendisi yetişinceye kadar direnmesini emretti. Fakat Ketboğa Dımaşk’ta patlak veren bir isyan yüzünden geç kalınca Baybars Moğollar’ı mağlûp ederek oradan uzaklaştırdı. Hülâgû, Moğol büyük hanı Mengü Kaan’ın ölümü münasebetiyle Karakorum’a gittiği için Suriye’deki ordularının başında Ketboğa’yı bırakmıştı.

Baybars’tan kısa bir müddet sonra Sultan Kutuz da Hama hâkimi el-Melikü’l-Mansûr Muhammed ile kardeşi el-Melikü’l-Efdal Ali ve Suriyeli diğer bazı emîrlerle beraber Kahire’den Gazze’ye hareket etti (14 Ağustos 1260). Yolda Moğollar’la karşılaşmaktan korkan bazı emîrlerin geri dönmek istemeleri üzerine sultan çok tesirli bir konuşma yaptı ve yıllardır beytülmâlin ekmeğini yiyen insanların şimdi Allah yolunda cihaddan geri kalmalarının kendilerini büyük bir vebal altında bırakacağını söyledi. Bunun üzerine bütün emîrler büyük bir şevk ve heyecanla yollarına devam ettiler. Sultan Kutuz Gazze’ye varınca Akkâ’daki


Haçlı kontlarına elçi gönderip topraklarından geçiş izni istedi ve Haçlılar’la bu konuda anlaştıktan sonra Akkâ’ya hareket etti. Bundan bir süre önce Sayda’nın Moğollar tarafından yağmalanmasına kızan Haçlılar, sultanı büyük bir törenle karşılayıp hediyeler takdim ettiler ve asker vererek yardıma hazır olduklarını bildirdiler. Sultan onlardan tarafsız kalmalarını ve müslümanları arkadan vurmamalarını istedi. Böylece iki ateş arasında kalmaktan kurtuldu ve sahil yolunu takip ederek emniyet içinde Aynicâlût’a ulaştı.

Kutuz’un Aynicâlût’a geldiğini duyan Ketboğa öfkesinden “bir alev denizi gibi” köpürdü. Hıms hâkimi el-Melikü’l-Eşref ve Kādılkudât Muhyiddin ile görüştükten sonra bazı adamlarının Hülâgû’nun dönüşüne kadar beklemesine dair tavsiyelerini dinlemeden el-Melikü’s-Saîd ile beraber Aynicâlût’a hareket etti. Sultan Kutuz ise Aynicâlût’ta kumandanlarını toplayıp Moğollar’ın İslâm dünyasında yaptıkları zulüm, yağma ve tahribatı anlatarak onları galeyana getirdi. Onun sözlerinden çok etkilenen kumandanlar canla başla savaşacaklarına ant içtiler. Kutuz ordusunu ikiye ayırıp bir bölümünü ormanlık sahada pusuya yatırdı, geri kalanını da yine Baybars kumandasında ileri sevketti. Aralarında Ermeni ve Gürcüler’in de bulunduğu Moğol ordusu ertesi gün Aynicâlût’a geldi. Baybars’ın emrindeki Memlük kuvvetlerini gören Ketboğa bütün Memlük ordusunun bundan ibaret olduğunu zannederek hücuma geçti. Sabah güneşin doğuşunu takiben başlayan savaş sırasında Baybars sahte bir ricat hareketiyle pusu kurulan yere kadar geri çekildi. Pusuda bekleyen Memlük kuvvetlerinden habersiz olarak ilerleyen Moğollar her taraftan kuşatıldılar. Bazı birlikler çemberi yarıp kaçmayı başardılar, fakat Ketboğa savaşmaya devam etti. Savaşın bu safhasında kumandayı ele alan Sultan Kutuz da başından miğferi çıkarıp yere attı ve yalın kılıç düşman üzerine saldırdı. Öğleye kadar devam eden savaş sonunda Moğollar sayıca üstün İslâm ordusu karşısında ağır bir mağlûbiyete uğradı. Adamlarının kaçma teklifini reddeden Ketboğa ile oğlu esir alındılar ve sultanın emriyle öldürüldüler. Savaşa Moğol saflarında katılan el-Melikü’s-Saîd de öldürüldü (25 Ramazan 658 / 3 Eylül 1260).

Baybars, sultanın emriyle Moğol birliklerini Beysan’a kadar takip etti. Burada yeniden toparlanıp savaşa giren Moğol ordusu tekrar mağlûp oldu ve bozgun halinde Fırat kıyılarına kadar kaçtı. Zafer haberi İslâm dünyasında büyük sevinç yarattı.

Savaştan sonra Sultan Kutuz maiyetindekilerle Dımaşk’a gitti ve iki gün kaldıktan sonra Mısır’a hareket etti. Dönüşte, Aynicâlût Savaşı’nda büyük yararlıklar gösteren ve kendisine söz verdiği halde Halep nâibliğine tayin etmediği kumandanı Baybars el-Bundukdârî tarafından Sâlihiye yakınlarında öldürüldü (16 Zilkade 658 / 23 Ekim 1260).

Aynicâlût Savaşı tarihin akışını değiştiren en kesin sonuçlu savaşlardan biridir. Kutuz, cesareti, akıl ve dirayetiyle kazandığı bu zafer sayesinde müslümanları o güne kadar mâruz kaldıkları en büyük tehditten kurtarmış oldu. Aynicâlût mahallî bir zafer değil bütün İslâm dünyasının büyük bir başarısıdır. Bu zaferle Suriye ve Mısır’dan başka Mağrib hatta bütün Batı Avrupa Moğol istilâsından kurtarılmıştır. Zira Moğollar müslümanların doğudaki son kalesi Mısır’ı ele geçirmiş olsalardı Mağrib’i de kolaylıkla zaptedebilir ve oradan İspanya’ya geçerek bütün Batı Avrupa’yı istilâ edebilirlerdi. Fırsat kollayan Haçlılar da onlarla iş birliği yaparak İslâm dünyasını korkunç bir âkıbete sürükleyebilirlerdi.

Aynicâlût Savaşı sayesinde Memlükler Suriye ve Mısır’daki hâkimiyetlerini sağlamlaştırarak Eyyûbî nüfuzuna son verdiler. Moğol istilâsı karşısında o güne kadar daima pasif kalan ve savunmaya çekilen İslâm âlemi bu savaşla ilk defa müdafaa siyasetini bırakıp hücuma geçti ve Moğollar’ın yenilmezliği imajını sildi. Bu zaferle Memlükler büyük itibar kazandılar, Osmanlılar’ın yükselme devrine kadar İslâm âleminin hâmisi ve en büyük devleti olarak kabul edildiler. Savaştan sonra müslümanlar, Moğollar’ın tanıdığı imtiyazlardan faydalanarak kendilerine zulüm ve haksızlık eden hıristiyan ve yahudilere karşı harekete geçerek onlardan intikam aldılar. Aynicâlût Zaferi aynı zamanda bölgedeki Haçlı devletlerinin inkırazını da çabuklaştırdı. Bu zaferle müslümanların itibarı arttığı için Moğollar Hıristiyanlığa karşı duydukları sempatiden vazgeçerek İslâmiyet’e ilgi duydular ve kısa bir müddet sonra da Müslümanlığı kabul etmeye başladılar. Moğollar Aynicâlût bozgunundan sonra bir daha Suriye’yi istilâ amacıyla ciddi bir harekete teşebbüs edemediler. Hülâgû’nun Ketboğa’nın intikamını almak üzere gönderdiği ordu Aralık 1260’ta Halep civarında çok sayıda müslümanı öldürdüyse de kısa sürede geri çekilmek zorunda kaldı.

Aynicâlût Savaşı aynı zamanda Baybars’a hükümdarlık yolunu açmış ve Kutuz’u öldürerek Memlük tahtına geçmesine vesile olmuştur. Baybars sultan olduktan sonra kendisinin de büyük emeği geçmiş olan bu zaferin hâtırasını ebedîleştirmek için savaş meydanına “Meşhedü’n-nasr” adlı bir âbide diktirmiştir ki rivayete göre İslâm tarihindeki ilk âbide budur.

BİBLİYOGRAFYA:

Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, IV, 177; Ebû Şâme el-Makdisî, Terâcimü ricâli’l-karneyni’s-sâdis ve’s-sâbiǾ, Beyrut 1974, s. 207; Ebü’l-Ferec [İbnü’l-İbrî], Târîhu Muhtasari’d-düvel (nşr. A. Sâlihânî), Beyrut 1890, s. 280-281; Aksarâyî, Müsâmeretü’l-ahbâr, s. 51 vd.; Ebü’l-Fidâ, el-Muhtasar fî ahbâri’l-beşer, İstanbul 1284, III, 214-216; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, XXIII, 200-201; Kütübî, Fevâtü’l-vefeyât, I, 237; III, 201-203; Sübkî, Tabakāt, VIII, 275-277; İbn Kesîr, el-Bidâye, XIII, 225-227; İbn Haldûn, el-Ǿİber, V, 379-380; Kalkaşendî, Subhu’l-aǾşâ, III, 430; IV, 167, 172; Makrîzî, Kitâbü’s-Sülûk (nşr. Mustafa M. Ziada - S. A. Âşûr), Kahire 1934-73, I/2, s. 422-436; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, VII, 72-90; İbn İyâs, BedâǿiǾu’z-zühûr, Kahire 1402/1982, I/1, s. 304-306; İbnü’l-İmâd, Şezerât, V, 293; P. K. Hittî, Târîhu Sûriye ve Lübnân ve Filistîn (trc. Corc Haddâd - Abdülkerîm Râfik), Beyrut 1959, II, 269; a.mlf., İslâm Târihi, IV, 1054-1055, 1090-1091; B. Spuler, İran Moğolları (trc. Cemal Köprülü), Ankara 1957, s. 67-68; Cl. Cahen, “The Mongols and The Near East”, A History of Crusades (nşr. K. M. Setton), London 1969, II, 714, 718, 722; Mustafa M. Ziada, “The Mamluk Sultans to 1293”, a.e., II, 745, 761; İbnü’l-Verdî, Tetimmetü’l-Muhtasar fî ahbâri’l-beşer (nşr. Ahmed Rif‘at el-Bedrâvî), Kahire 1285 → Beyrut 1389/1970, II, 297-298; B. Lewis, Islam, London 1974, I, 84-89; Fâyid Hammâd Âşûr, el-ǾAlâkātü’s-siyâsiyye beyne’l-Memâlîk ve’l-Mogūl fi’d-devleti’l-Memlükiyyeti’l-ûlâ, Kahire 1976, s. 36-63; Muhyiddin b. Abdüzzâhir, er-Ravzü’z-zâhir fî sîreti’l-Meliki’z-Zâhir, Riyad 1396/1976, s. 179, 251, 254, 363, 397; M. Mâhir Hammâde, Vesâǿiku’l-hurûbi’s-salîbiyye ve’l-gazvü’l-Mogūlî li’l-Ǿâlemi’l-İslâmî, Beyrut 1399/1979, s. 353-358; Râciha Ali Gālib, “Min MeǾâriki’l-ǾArabi’l-fâsıleti’l-kübrâ maǾreketü ǾAyni Câlût”, el-Mevrid, X/3-4, Bağdad 1981, s. 169-174; M. Abdullah Enan, Decisive Moments in the History of Islam, Delhi 1983, s. 153-164; Mustafa Murad ed-Debbâğ, Bilâdüna Filistîn, Amman 1983-86, III/2, s. 205-208; Robert Irvin, The Middle East in the Middle Ages, the Early Mamluk Sultanate 1250-1382, Ilinois 1986, s. 33-34; Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, Ankara 1987, III, 264-266; Kâzım Yaşar Kopraman, “Memlükler”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1987, VI, 453-454; M. C. Şehâbeddin Tekindağ, “Kutuz”, İA, VI, 1057-1060; M. Avi-Yonah, “En-Harod (Ain-Jalud)”, Ejd., VI, 791; B. O, “Goliath”, a.e., VII, 757-758; Mv.Fs., III, 368-369; B. Lewis, “Ayn Djalut”, EI² (İng.), I, 786-787; D. P. Little, “Kutuz”, a.e., V, 571-572.

Abdülkerim Özaydın