AYNÎ, Ayıntablı

Ayıntablı Seyyid Hasan (ö. 1766-1837)

Manzum lugatı ve tarih düşürmesiyle meşhur olan divan şairi.

Dürrü’n-nizâm adlı eserindeki bir kayıttan Antepli Dikeçzâde Hasan Çelebi’nin oğlu olduğu anlaşılan şair, Nazmü’l-cevâhir’inde 1180 (1766) yılında Ayıntab’da (Gaziantep) doğduğunu bildirmektedir. Yine burada, yirmi yaşlarında okumaya ilgi duyduğunu, şiire dair bilgileri öğrendikten sonra 1790’da İstanbul’a gidip şairler arasında kendisini gösterdiğini ifade etmektedir. Esad Efendi Bağçe-i Safâ-endûz’da onun memleketinde kunduracı çıraklığı yaptığını söyler. Şeyhülislâm Ârif Hikmet, Ayıntab’daki ayaklanmalardan korkarak 1783’te Maraş’a geçtiğini, burada dört yıl kaldığını, ayrıca Elbistan ve Dârende’de ikişer yıl ikamet ettiğini kaydeder. Ancak Fevziye Abdullah Tansel Aynî’nin Dârende’deki ikametini bir yıl olarak göstermektedir (İA, II, 73-74).

Aynî’nin İstanbul’a geldikten sonra 1791’de Sultan Ahmed Medresesi’ne devam ettiği, Galata Mevlevîhânesi’nin tamiri münasebetiyle yazdığı tarih kıtasını nakleden Cevdet Paşa’dan öğrenilmektedir. Ârif Hikmet’in verdiği bilgilerden, Aynî’nin burada mantık ve riyâziye dersleri gördüğü anlaşılmaktadır. Yine Ârif Hikmet, onun Dürrîzâde Mehmed Ârif Efendi’nin ikinci defa şeyhülislâm oluşuna düşürdüğü tarih dolayısıyla mülâzemet*e nâil olduğunu ifade eder. Nitekim Dürrü’n-nizâm’da da yedi yıllık medrese tahsilinden sonra 1210’da (1795) evlenip aynı yıl mülâzım olduğu, üç yıl sonra ise kadılığa geçtiği ve on beş yıl kadı olarak hizmet ettiği kayıtlıdır. Saraya ve devlet ricâline sunduğu şiirler Aynî’nin ikbalinde şairliğinin önemli bir rol oynadığını gösterir. Nitekim bir çocuğunun doğumu münasebetiyle II. Mahmud’a sunduğu kaside dolayısıyla padişah tarafından mücevher nişanla taltif edilerek “mümeyyizü’ş-şuarâ” tayin edilmiştir (1251/1835). Hicrî 1252 yılını tebrik maksadıyla yazdığı tarih şiiri de mükâfatlandırılmıştır.

Aynî’nin ilk görevi Rumeli Kazaskerliği Dairesi’ndedir. Kısa bir süre Matbaa-i Âmire musahhihliğinde de bulunduktan sonra Tayyar ve Râmiz paşaların hâfız-ı kütüb*lük hizmetlerine girmiştir. Son olarak 1831’de Bâbıâli’deki memurlara Arapça ve Farsça okutmakla görevlendirildi (Fatin, s. 309). S. N. Ergun, Esad Efendi’nin Aynî hakkında Tezkire’sinde yer alan kasıtlı ve küçük düşürücü ifadelerini nakletmişse de bu ithamlara katılmadığı anlaşılmaktadır; hatta Esad Efendi’nin şairin Sâkīnâme’sine yazdığı takrizde onu takdir ettiğini belirtmektedir (bk. Türk Şairleri, II, 602-607). Yine S. N. Ergun, Aynî ile Sürûrî’nin birbirlerine çirkin hicviyeler yazdıklarını da kaydetmektedir. Ancak Hezeliyyât-ı Sürûrî’de (s. 138-152) görülen bu hicviyelere Aynî’nin verdiği karşılıklar elimizde yoktur.

Aynî İstanbul’da ölmüş ve Galata Mevlevîhânesi’ne gömülmüştür. Bazı kaynaklar biraz da bu sebeple onun Mevlevî olduğunu kaydederlerse de bizzat kendisi Dürrü’n-nizâm’ında Celvetî, Nazmü’l-cevâhir’inde ise Nakşî olduğunu açıkça bildirmektedir. Anlaşıldığına göre önce Bursa’da İsmâil Hakkı Bursevî’nin halifelerinden Hikmetîzâde’ye intisap ederek Celvetî, daha sonra ise Nakşî olmuştur.

Devrin divan şairleri arasında dikkate değer bir şahsiyet olan Aynî, A. H. Tanpınar’ın belirttiği gibi, bâriz bir Şeyh Galib tesirini asrındaki şiir modalarıyla oldukça


çözük, ihmalci bir üslûp ve ilhamla birleştirmiş, kaside ve tarih manzumelerinde devrindeki yeniliklerin yankıları önemli yer tutan bir şairdir. Matbu divanında da yer alan işretnâme veya sohbetnâme denilebilecek bir mesnevisinde, bizde Batı sazlarından ilk defa bahseden bölümlerle kıyafet değişikliğini söz konusu ederek bunun en çarpıcı görünümü olan fes hakkındaki hicviyeleri, bu tür özellikler taşıyan eserleri arasındadır. Türk edebiyatında manzum tarih düşürmede Sürûrî’den sonra en başarılı şair kabul edilen Aynî’nin divanının yarısına yakın kısmı tarih manzumelerine ayrılmıştır. Ayrıca başta Târîh-i Atâ olmak üzere Lutfî ve Cevdet Paşa tarihlerinde de onun çeşitli vesilelerle düşürdüğü birçok tarih bulunmaktadır. Nef‘î ve Nâbî’den de etkilenen Aynî’nin diğer şiirleri tarih manzumeleri kadar başarılı değildir. Bunlardan başka XVIII ve XIX. yüzyıl şairlerinden Nedîm, Sâmî, Selâm Tâhir, Bağdatlı Esad, Vak‘anüvis Pertev, Fıtnat Hanım, Hâlet Efendi ve İzzet Molla’ya nazîreleri vardır. İzzet Molla onu çok takdir etmiş, hatta onunla müşterek gazeller söylemiştir.

Eserleri. 1. Divan. Oldukça hacimli olan divanı Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Aynî adıyla basılmıştır (İstanbul 1258). Müzehhep bir yazma nüshası ise Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Hüsrev Paşa, nr. 577). Divanın baş tarafında mesnevi şeklinde yazılmış olan iki manzume dikkat çekicidir. Bunlardan biri içki ve işret meclisi üzerine, öbürü de Arap, Fars ve Osmanlı şairleri hakkındadır. III. Selim’in katli dolayısıyla terciibend şeklinde yazdığı mersiye, dönemine göre bu nevin başarılı örneklerinden sayılır. Başta III. Selim ve II. Mahmud olmak üzere devrin diğer ileri gelenlerine yazdığı kasideler, Fevziye Abdullah’ın ileri sürdüğü gibi onun dalkavukluğunu göstermez. Divanda Farsça şiirleri de vardır. 2. Sâkīnâme. Divanıyla birlikte basılan ve içinde yer yer değişik nazım şekilleri kullanılmakla beraber aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılmış olan 1500 beyitlik bir mesnevidir. Eserin başında devrin tanınmış bazı şairlerinin takrizleri vardır. 3. Dürrü’n-nizâm. Nazmü’l-cevâhir’in ilk şeklidir. Eserin adı, yazılış tarihi olan 1226’yı (1811) göstermektedir. Esas sözlük kısmı “fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün” vezniyle yazılmış mesnevi tarzındaki bu lugat, yirmisi kitabın tertibini anlatan “100 iltizâmat” üzere yazılmıştır. 1300 beyit olan eserde Arapça, Farsça ve Türkçe 10.000 kadar kelime mevcuttur. Her kıtanın ilk beytinde esmâ-i hüsnâdan biri ve bir peygamber adı zikredilir. Eser her biri yirmi sayfalık beş cüzden meydana gelir. İlk defa Ö. Asım Aksoy tarafından bulunarak ilim âlemine tanıtılmış olan eserin bir nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndedir (TY, nr. 5493). 4. Nazmü’l-cevâhir. Aynî’nin 1820’de tamamladığı bu eser de mesnevi tarzında ve aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmış 1300 beyitlik manzum bir sözlüktür. Her mısrada Arapça, Farsça ve Türkçe eş anlamlı kelimelerin sıralandığı bu lugat iki defa basılmıştır (İstanbul 1241, 1250). 5. Nusretnâme. Aynî’nin yeniçeriliğin kaldırılmasıyla ilgili olarak mesnevi şeklinde ve aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla kaleme aldığı bir eserdir. Ârif Hikmet bu eserin 1000 beyit olduğunu kaydetmişse de S. N. Ergun’un bildirdiğine göre Millet Kütüphanesi’nde (Ali Emîrî, nr. 1331) bulunan bir nüsha 431 beyittir. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde de bir nüshası vardır (TY, nr. 6125).

BİBLİYOGRAFYA:

Esad Efendi, Bağçe-i Safâ-endûz, İÜ Ktp., TY, nr. 2095, vr. 54ª-b; Şeyhülislâm Ârif Hikmet Bey, Tezkire, Millet Ktp., Ali Emîrî, T, nr. 789, vr. 50ª-b; Fatin, Tezkire, s. 309; Cevdet, Târih, V, 260; VI, 291; VII, 95, 219; Lutfî, Târih, V, 27, 42; Sicill-i Osmânî, III, 613; Kāmûsü’l-a‘lâm, IV, 3233; Osmanlı Müellifleri, II, 322; Ergun, Türk Şairleri, II, 602-607; Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 589-590; Tanpınar, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 92-93; Özege, Katalog, I, 286; III, 1309; Fevziye Abdullah, “Aynî”, İA, II, 73-74; Ömer Asım Aksoy, Hasan Aynî ve Nazmü’l-cevahir, Gaziantep 1959; a.mlf., “Dürrü’n-nizâm ve Nazmü’l-cevâhir”, TDAY Belleten (1960), s. 144-171.

İsmail Ünver