ÂYETULLAH

آية الله

İsnâaşeriyye Şîası’nın âlim ve fakihleri için kullanılan bir unvan.

Şîa âlim ve fakihlerinden birinin veya bir kısmının ilmî bakımdan diğerlerinden daha üstün olduğu kanaatine varılırsa bunlara “âyetullāhi’l-uzmâ” denilir. Dinî ve ilmî bakımdan fazilet ve kemal sahibi olduklarına inanılan bu kişiler hakkında özellikle âyetullah unvanının tercih edilmesi, “âyet” kelimesinin Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın alâmet ve işareti gibi mânalarda kullanılmasından ve bunların ilâhî hakikatlerin tercümanı olarak kabul edilmelerinden ileri gelmektedir. Halkın şer’î ve dinî vazifelerini amelî konularda yetki sahibi olan bu kimselerin sözlerine göre yerine getirmelerinden dolayı bunlara “merci-i taklîd” veya “müctehid-i mukalled” de denilmektedir.

Şiîler’de âyetullah unvanı ilk defa Allâme el-Hillî diye bilinen Hasan b. Yûsuf b. Ali b. Mutahhar (ö. 726/1325) için kullanılmıştır. Nitekim el-Bâbü’l-hâdî Ǿaşer ve Nehcü’l-müsterşidîn adlı eserlerinin mukaddimesinde Allâme Hillî’den bahseden Cemâleddin Mikdâd b. Abdullah Süyûrî, onu “âlemler içinde Allah’ın âyeti” olarak vasıflandırmıştır. Söz konusu unvanın kullanılmasından önce Şîa’nın önde gelen bütün âlimlerinin kendilerine has birer lakabı vardı. Meselâ Kütüb-i Erbaa* olarak bilinen eserlerin müelliflerinden Ebû Ca‘fer Muhammed b. Ya‘kūb el-Küleynî (ö. 329/941) “Sikatü’l-İslâm”, İbn Bâbeveyh el-Kummî (ö. 381/991) “es-Sadûk” ve Ebû Ca‘fer Muhammed b. Hasan et-Tûsî de (ö. 460/1067) “Şeyhu’t-tâife” unvanlarıyla anılmaktaydılar.

Safevîler devrinde ulemâ için daha çok “şeyh, molla, mevlânâ, ahund” gibi umumi unvanlar, Kaçarlar devrinde ise “alemü’l-hüdâ, nizâmü’l-ulemâ, şeriatmedârî, sadrü’l-efâdıl” vb. unvanlar kullanılmıştır. Sünnîler’in öteden beri İmam Gazzâlî için kullandıkları “hüccetü’l-İslâm” tabiri, İran’da meşrutiyet devrinden itibaren Şîa âlimleri arasında da geçerli olmaya başladı. Bu devirde meşrutiyet öncülerinden Seyyid Abdullah Bihbehânî ve Seyyid Muhammed Tabatabâî’nin hüccetü’l-İslâm unvanı ile anıldığı, bazan da ikisine birden “hücceteyn” denildiği görülmektedir. Bu sırada Şîa arasında daha önce kullanılan âyetullah unvanı giderek yerleşmeye ve adı geçen iki âlim “âyeteyn” diye de anılmaya başladı. Yine Necef’te ikamet eden ve meşrutiyeti destekleyen Mirza Halil Tahrânî, Kâzım Horasânî ve Abdullah Mâzenderânî adlı müctehidlerin de âyetullah lakabını aldıkları bilinmektedir. Bu devirden itibaren din âlimleri ve mezhep fakihleri hakkında “âyât-ı izâm ve hucec-i İslâm” tabiri de yerleşti.

Hâc Şeyh Abdülkerim Hâirî Yezdî (ö. 1355/1937) vasıtasıyla Kum şehri ilim çevresinin yeni bir şekil ve gelişme kazanması üzerine âyetullah unvanı civardaki fakih ve müctehidler için de kullanılmıştır. Bunlar arasında, merci-i taklîd olan ve mensuplarının amelî görevle rinde rehberlik edenlere de âyetullāhi’l-uzmâ denilir. Necef’te Âga Hâc Seyyid Ebü’l-Hasan İsfahânî (ö. 1946) ve Kum’da Âgā Hâc Âgā Hüseyin Burûcirdî (ö. 1961) en önemli âyetullāhi’l-uzmâ idiler. Bu unvanla anılanlar arasında en meşhur sima olan Rûhullah Humeynî, 1979 İran İslâm inkılâbından sonra “imam” unvanıyla da anılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Habîş b. İbrâhim Tiflîsî, Vücûh-i Kurǿân, Tahran 1340 hş., s. 5; Reşîdüddîn-i Meybedî, Keşfü’l-esrâr ve Ǿuddetü’l-ebrâr, Tahran 1330-39 hş., VIII, 546; Şerîf er-Radî, Gencîne-yi Dânişmendân, Tahran 1353 hş./1974, IV, 1-4; Hâkānî-i Şirvânî, Dîvân, Tahran 1338 hş., s. 858; Süyûrî, en-NâfiǾ yevme’l-haşr fî şerhi bâbi hâdî Ǿaşer, Tahran 1366 hş., s. 1; a.mlf., İrşâdü’t-tâlibîn ilâ Nehci’l-müsterşidîn (nşr. Mehdî er-Recâî), Kum 1405/1984, s. 4; Reyhânetü’l-edeb, I, 243; II, 399, 470; Dihhudâ, Lugatnâme, I, 228-229; Ahmed Kesrevî, Târîh-i Meşrûta-yı Îrân, Tahran 1340 hş./1961, s. 379-380, 384, 387; Celâl Metînî, “Bahsî der Bâre-i Sâbıka-i Târîhî-yi Elkāb ve ǾAnâvîn-i ǾUlemâ der Mezheb-i ŞîǾa”, Mecelle-i Îrân, sy. 4, Washington 1983, s. 560-608; Abdülazîz Sâhib-Cevâhir, Dâǿiretü’l-MaǾârif-i İslâmiyye-yi Îrân, Tahran, ts., I, 86-87; J. Calmard, “Ayatullāh”, EI² Suppl. (İng.), s. 103-104; Hamid Algar, “Ayatallāh”, EIr., III, 133.

Mehdî Muhakkık