ATEŞ

Çeşitli dinlerde kutsallaştırılan, mânevî temizlenme veya ceza unsuru kabul edilen ve sembolik anlatımlar için kullanılan bir kavram.

Batı Türkçesi’ndeki ateş Farsça âtişten gelmektedir. Türkler ateş anlamında ot (od) kelimesini kullanmışlardır. Ocak (od-cak), od ocak kelimeleri de bu noktada hatırlanmalıdır. Batı dillerinin çoğunda ateş anlamına gelen kelimeler benzerlik göstermektedir (İng. fire, Alm. feuer, Fr. feu...).

İlk insanlar ateş ilhamını güneşin yakıcı sıcaklığı, yıldırımlar, yanardağlar ve orman yangınlarından almış olmalıdır. Bununla beraber ateşin menşei hakkında pek çok efsane (mitos) ortaya atılmıştır. Birbirinden hayli farklı olan bu efsanelere göre ateş kahraman bir kimse tarafından yeryüzüne getirilmiştir. Ateşi insanlara veren tanrılardır, yahut insanlar onu tanrılardan çalmışlardır. Ateşin kendisi tanrı veya tanrıçadır, yahut da tanrının gücünü gösteren bir işarettir. Ateş kendisine mahsus ruhu olan bir varlıktır. O bir devdir veya Helios adlı güneş devinin yeryüzüne inmiş, evcilleştirilmiş yavrusu olan bir devdir. Bütün bu efsanelerde ortak nokta, ateşte insan üstü bir mahiyet ve özellik görülmesidir. Ateşin kıvılcımı, közü, dumanı, rengi, yanarken çıkardığı ses türlü efsanevî anlatımlara yol açmış, bu nitelikleriyle ateş bakıcılık, falcılık ve büyücülük için bir araç olarak kullanılmıştır.

Birçok kavmin inanç sisteminde yer alan ateş ilâhı ve kültünün en geniş tezahürü Hindistan’da ve İran’da olmuştur. Nitekim ateşin ilâhî bir güç olarak somutlaştırılmasının en belirgin örneği Hindistan’daki ateş ilâhı Agni’dir. Hindistan’da bütün ateşler Agni’ye bağlı görülür. Hintliler’e göre Agni, önceleri ocak ateşi ile ilgili görülürken daha sonra kurban ateşine bağlandı ve böylece insanlarla diğer ilâhlar arasında aracı olan, kehanette bulunan, tanrılara insanların kurbanlarını takdim eden ilâhî bir varlık olarak kabul edildi. Veda’lar devrinde kurban ateşinin büyüye karşı koruyucu olduğuna inanılıyordu. Veda’lar sonrasında Brahmanizm denilen safhada ise ateş ile insanın ölüm döşeğindeki soluğu arasında ilgi kuruldu ve böylece kıvılcım ile ateş arasındaki ilişkiden hareketle insan ruhuyla Brahman’ın ruhu


arasında da bir münasebet bulunduğu, hatta bunların eşdeğer olduğu sonucuna varıldı. Hinduizm’de güneşin uzun zaman gizli kaldığına ve ilk defa Agni doğduğunda göründüğüne inanılır. Odun onun gıdasıdır. Günümüzde brahmanlar tarafından günde üç defa ateşe kurabiye ve tereyağı atılarak Agni’ye sunuda bulunulur. Hindistan’da ateş kültü canlılığını korumaktadır. Ateşin tedavi edici, şifa verici gücüne inanılır. Evlenmelerde kutsal ateş tutuşturulur. Cenaze törenlerinde ölünün cesedinin yakıldığı yere kutsal ateş götürülür ve töreni idare eden din adamı bu ateşle üç ayrı yerden odunları tutuşturur. Ölünün ruhunun, yanmayan iskeleti giyinmiş olarak dumanla birlikte göğe yükseldiğine inanılır.

Ateş kültünün en eski devirlerden bu yana devam ettiği bilinen ülkelerden biri de İran’dır. Zerdüşt’ün bu çok eski ve ayrıntılı kültü yasaklamış olmasına rağmen daha sonra ateş kültü yeniden ortaya çıktı. Eski Zervanizm ile Zerdüştîliği birleştiren Mecûsîlik’te de ateş kültünün önemi büyüktü. Bazı kaynakların Hz. Peygamber’in doğumu sırasında söndüğünü yazdıkları ateş, resmî dini Mecûsîlik olan Sâsânîler’in sönmeyen ateşi idi. İran’ın ateş ilâhı Atar Hindistan’daki Agni’ye benzer. İran’da Mitraizm devrinde bile güneşperestlik ve ateşperestlik vardı; Atar sonsuz ilâhî ışığın dünyevî şekli olarak görülen ateşi temsil ediyordu. Temizleyici sayılan ateş Ahura Mazda’nın oğlu olup Zerdüşt ondan meydana gelmiştir. Eski İran’da, içinde kutsal ateşin yandığı âteşkede denilen tapınaklar vardı. Daha sonra birçok ülkeye yayılan bu âteşkedelerin, birkaç basamakla çıkılan ve ortasında gün ışığı sızmayan bir ateşliği bulunuyordu. Buradaki görevli rahipler ateşin sönmemesine dikkat ederlerdi. Âteşkededen evlere alınan ateş de artık söndürülmezdi.

Zerdüşt zamanında yüce bir varlık olarak kabul edilen Ahura Mazda’nın nuru, sonraları da ateşin ihtiva ettiği yaratılmamış bir ışık olarak düşünüldü, böylece ateş kültü gelişti. Zerdüşt’ün getirdiği dinin âhiret inancına göre muhakeme sonucunda kötülerin ateş ve erimiş madenle cezalandırılacaklarına inanılırdı. Ateş kötülüğü temizleyecek ve şeytanla bütünleşenlerin dışındakiler Ahura Mazda’nın ülkesine gireceklerdi. Zerdüşt’ten sonra rahipler dinî temizlik idealini ateşle sembolleştirdiler. Avesta’da bu rahipler “ateş yakan” şeklinde nitelendirilir. Sâsânîler devrinde hükümdarın sarayında millî birliğin sembolü olarak kutsal ateş yakma geleneği vardı. Müslümanlar, her ne şekilde olursa olsun ateş kültüne bağlı İranlılar’ı “ateşperest” olarak nitelendirmişlerdir. Halen Hindistan’da yaşayan ve Parsîler denilen halk, fetihler döneminde müslümanların önünden kaçmış Mecûsî topluluğudur. Bunların dini olan Parsîlik kuvvetli monoteist bir karaktere bürünmüştür. Âyinlerde tanrı sembolü olarak ateşin merkezî bir yeri bulunan bu dinde günde beş defa ateş tapınaklarında ateşin temizliğini korumak için âyinler yapılır.

Eski Mısırlılar’da ateş hem temizleyici, hem de ölüm ötesi ceza unsuru idi. Eski Yunan mitolojisine göre Zeus insanları cezalandırmak için onlardan ateşi almış, ancak Prometheus onu çalıp insanlara geri vermiş ve bu yüzden ateş kahramanı olarak tanınmıştır. Eski Yunanlılar’da ve Romalılar’da ocak kültü vardı. Ocak tanrıçası eski Yunan’da Hestia, Romalılar’da ise Vesta idi. Hindistan’daki Agni kadar önemli olmasa da Mezopotamya’da Nusku, eski Yunan’da Hephaistos, Roma’da da Vulcan ateş tanrısı sayılırdı. Eski Roma’da Vesta tapınaklarında bâkire rahibeler kutsal sayılan ateşe hizmet ederlerdi. Eski Yunan ve Roma’da her evin sönmeyen bir ateşe sahip olması istenirdi. Çünkü ateşin o ailenin atasının ölmeyen ruhunu temsil ettiğine inanılırdı. Baba eve gelince önce altında kutsal yassı bir taş bulunan ocağa odun atıp ateşe tapınırdı. Bu ocağın savaştaki askeri koruduğuna inanılırdı. Ocak başında bir şükran olarak yemek yenir ve ateşe yenilen şeyler, güzel kokulu otlar, çiçekler atılır, zeytinyağı, şarap serpilirdi. Böylece ateş daha parlak hale getirilirdi. Bu gibi âdet ve inançlar eski Anadolulular’da da vardı. Kütahya Müzesi’ndeki Frigyalılar’a ait aydınlık ilâhesi Hekate heykelleri ellerinde meşaleler tutmaktadırlar. Eski Yunan’da olimpiyat ateşi ve onunla tutuşturulan meşale kutsal sayılmaktaydı. Olimpiyat oyunlarının geleneksel meşalesinin Atina’da 2400 yıllık tarihî Parthenon Tapınağı önündeki yerden tutuşturulması ve yarışmaların yapıldığı yere götürülerek orada ateş yakılması, eski ateş kültünün bir kalıntısı olarak hâlâ önemli bir seremoni şeklinde sürdürülmektedir. Eski Yunanlılar’da ateş kültü sadece mitolojide kalmamış, Efesli Heraklitos ve Empodokles gibi filozofların felsefesinde maddenin temel unsuru veya unsurlarından biri olarak ateş kabul edilmiştir. Heraklitos, panteist bir anlayışla her şeyin menşeinin ateş olduğunu ileri sürmüş ve bir kader olarak yine onların ateşe dönüşeceklerini söylemiştir. Empodokles ise dört unsurdan en önemlisinin ateş olduğunu savunmuştur. O kendisini bazan bir ilâh, bazan da bir peygamber olarak görmüş, sonunda göklere uçacağını ispatlamak için kendisini Etna yanardağının ateşleri içine atmıştı. Eski Yunanlılar’ın ateş hakkındaki düşünceleriyle eski İran’daki ateş kültü arasında büyük bir benzerlik olduğu dikkati çekmektedir. Yunanlılar da Hestia’nın kutsal ateşini dikkatle korumaya çalışmışlardı. Başka bir yere göç ettiklerinde bu ateşi de yanlarına alıp özenle taşıyorlardı.

Eski Bâbil mitolojisinde ateş temizleyici ve ceza unsuru olarak geçmektedir. Ateşle işkence yapmak birçok toplumda başvurulan bir ceza yöntemidir. Dünyanın sonunun ateşle geleceğine inanan eski Germenler’de ateş tanrısına ve ateş ruhlarına tapınılırdı. Yine bazı eski Avrupa kavimlerinde (Keltler, Slavlar) ateş tanrıları ve ateş kültü bulunduğu gibi bunun izleri bugünkü Avrupalılar arasında hâlâ yaşamaktadır. Ateş kültünün eski Amerika halklarında da bulunduğu bilinmektedir. Meselâ Aztekler’de de yaratıcı güç olan ateş tanrısı Tlaloc’un su ile arasında bir bağlantı bulunduğuna, hatta eski tanrıların taşlarla çevrili havuzlarda oturduklarına inanılırdı. Bazı Afrika ve Amerika yerli kabilelerinde âteşkedelere benzeyen kutsal yerler vardı (bu yerler daha sonraki hıristiyan manastırlarını etkilemiştir). Avustralya yerlilerinde erkek çocuklar topluluğa kabul edilirken müstakbel kayınvalidelerinin verdiği bir ateş çubuğunu alırlar. Onlar sünnet icrasını da bir ateş çubuğu vasıtasıyla yaparlar. Topluluğa yeni kabul edilmiş erkek çocuk kadınlar tarafından ateşe tutulur. Böylece çocuğun temizlendiğine inanılır.

Ateşle ilgili bir gelenek de Hindistan’da en eski örneklerine rastlandığı ileri sürülen kızgın ateş veya taşların üzerinde yürümektir. Bu geleneğe XX. yüzyılda Çin’de, Japonya’da, Kuzey ve Güney Asya’da, Fiji, Tahiti, Haiti, Yeni Zelanda, Mauritius gibi yerlerde, hatta Bulgaristan, İspanya gibi Avrupa ülkelerinde, Amerika kızılderililerinde de rastlanmaktadır. Bu gibi uygulamaların sebebi tabiat üstü güç gösterisi, mâsumiyetin


ispatı ve temizlenmedir. Ayrıca ateş yutma, ateşi, ateşli ya da kızgın bir maddeyi ele, ağıza alma gibi dinî ve sihrî gayeli eylemler de vardır.

İlâhî dinlerden Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta ateş tanrısı veya kültü bulunmasa da yer yer diğer dinlerden sızmış bazı deyim ve ifadelere rastlamak mümkündür.

Yahudilik’te ateşin bir rivayete göre yaratılışın ikinci gününde, diğer bir rivayete göre ise sebt günü (cumartesi) sonunda iki taşı birbirine sürtmek suretiyle Hz. Âdem tarafından meydana getirildiğine inanılır. Yahudiler’e göre mezbah (kurbanların takdim edildiği yer) ateşi gökten gelmiş, Hz. Mûsâ devrinden Hz. Süleyman’ın mâbedine intikal edinceye kadar kalmış, Manasseh’in hükümdarlığına kadar da devam etmiştir. İkinci mâbeddeki ateş beşerî ateştir. Ancak bu ateş de yağmurla sönmemiştir. Hz. Hârûn’un oğulları Nadab ve Abihu’nun mezbahta sundukları “yabancı ateş” beşerîdir (Levililer, 10/1; Sayılar, 2/23). Tanrı’dan ne geldiyse ateş içinde gelmiştir. Tora (Tevrat) akkor halinde bir ateş çerçeve içinde verilmiş, harfleri ise siyah ateşle yazılmıştır. Dünyevî ateş gehinnom (cehennem) ateşinden yaratılmıştır, ancak onun altmışta biridir. İlk ateşten ışık yaratılmıştır.

Yahudi kutsal kitap edebiyatında ateş, tecelliyi ifade etmek üzere kullanılan temel bir terimdir. “Rabbin meleği” veya Tanrı Hz. Mûsâ’ya Horeb’de “bir çalı ortasında ateş alevinde” göründü (Çıkış, 3/2, 4). Rab çölde ışık vermek için geceleyin İsrâil’in önünde yürüdü (Çıkış, 13/21-22, 14/24; Sayılar, 9/15-16, 14/14; Tesniye, 1/33; Nehemya, 9/12, 19; Mezmurlar, 78/14, 105/39; İşaya, 4/5). On emrini almadan önce Hz. Mûsâ kavmini Sînâ dağının eteğine getirdi. Dağ tütüyordu, çünkü rab onun üzerine ateş içinde inmişti (Çıkış, 19/18, 24/17). Sînâ tecrübesi yahudi kutsal kitabındaki ateş tasvirinin temelini oluşturur. Kutsal Kitab’ın bazı şiirî bölümlerinde Tanrı, kendi kudretinden sudûr eden bir ateşle çevrili olarak tasvir edilir. Bir kısım Kutsal Kitap ifadelerinde ateş mecazi olarak da kullanılır. Bu anlatımlarda Tanrı genellikle insan şeklinde tasvir edilmektedir. Meselâ, “Burnundan duman yükseldi. Ağzından ateş yiyip bitirdi. Ondan közler tutuştular” (Mezmurlar, 18/18; ayrıca bk. II. Samuel, 22/9; Hezekiel, 1/4-14, 10/2, 6-7). Ateş Kutsal Kitap’ta hem olumlu hem de yıkıcı bir güç olarak Tanrı’nın sembolü gibi kullanılmaktadır: “Ve hangi Allah ateşle cevap verirse Allah odur”. “Ve rabbin ateşi düştü ve yakılan takdimeyi ve odunları ve taşları ve toprağı yiyip bitirdi” (I. Krallar, 18/24, 38; I. Tarihler, 21/26; II. Tarihler, 7/1, 3). Ateş bazan bir ilâhî gazap ifadesidir (Tesniye, 32/22). Tanrı gökten ateş indirerek (meselâ Sodom ve Gomore’de olduğu gibi) günahkârları cezalandırmıştır (Tekvîn, 19/24; ayrıca bk. Levililer, 10/2; Yeşu, 7/15). Ateş aynı zamanda Tanrı’nın hizmetkârıdır (Mezmurlar, 104/4). O’nun sözü ateş gibidir (Yeremya, 23/29). Ateş Yahudilik’te uzun zaman yakıcı yıkıcı özelliği dolayısıyla uhrevî hayatta bir ceza unsuru olarak yerini almış (Tesniye, 32/22; Eyub, 28/5; Amos, 7/4), daha sonraki peygamberlerle ilgili metinlerde ise ateşle cezalandırmanın uhrevî tarzı daha açık hale gelmiştir (İşaya, 33/11, 50/11, 66/24; Hezekiel, 38/22, 39/6; Tsefanya, 1/18). Apokaliptik (gelecekten haber veren) ve yahudilerle bir kısım hıristiyan mezhepleri arasında apokrif olup olmadığı tartışmalı bulunan bazı metinlerde uhrevî ateş cezası çok daha belirgindir (Enoh, 10/6, 18/11, 21/7, 67/13, 90/23-26, 91/9, 100/9, 102/1, 108/3; II. Baruh, 48/39, 43; III. Baruh, 4/16; IV. Makkabiler, 9/9, 12/12). Ancak Yahudilik’teki bu uhrevî ateş cezasının İran kültüründen geldiğine dair bazı rivayetler vardır.

Yahudi âyinlerinde ateşin kullanılışı sembolik bir anlam taşır. Mâbed ve mezbahta yanan ateş Tanrı’nın dâimî huzurunu gösterir (Levililer, 6/12-13). Yahve’ye kurban olarak takdim edilen şeylerin ve günlüğün ateş üzerinde yakılması şarttır. Zira rab onun kokusundan hoşlanmaktadır (Çıkış, 29/18; Levililer, 1/9-17, 16/13). Kurbanın bu şekilde ateşte yakılmasıyla günahın üzerindeki ilâhî hüküm ve günahların temizlenmesi arasında sembolik bir ilişki kurulmuştur. Ateşle temizlenme, özellikle Bâbil sürgününde bazan tarihî bir tecrübe olarak görünür. Ancak bu tecrübe boş yere de olabilir. Çünkü “Yahve’nin günü” İsrâil’i temizleyecektir (Mezmurlar, 66/ 12; İşaya, 43/2; Yeremya, 6/29, Hezekiel, 22/20-21, 24/12; Zekarya, 13/9; Malaki, 3/2, 4/1). Bütün bunlarla beraber ateş yakmak, sebt günü yapılmaması gereken otuz dokuz yasaktan biridir (Çıkış, 35/3). Ancak Saddûkîler ve Karaîler’in aksine Rabbîler, kutsal metinde ayrıca ifade edilen bu yasağı te’vil edip, “Aslolan ateşin mevcudiyeti değil yakılmasıdır” diyerek bir gün önceden bırakılan bir ateşe sebt günü yakıt ilâve etmemek şartıyla buna izin verdiler (masa üzerindeki sebt ışıkları için de durum aynıdır).

Yahudi şeriatında zinanın, erkek erkeğe veya bir hayvanla temas şeklindeki cinsî sapıklığın cezası ölümdür veya ateşte yakılmaktır (Tekvîn, 38/24; Levililer, 20/10-15, 21/9).

Hıristiyanlık’ta, Eski Ahid’de verilen ateşle ilgili bilgilere ek olarak bazı yeniliklerle birlikte o bilgileri destekleyen şu açıklamalar yer almaktadır: Hz. Îsâ Yuhanna’ya göründüğünde “gözleri ateş alevi gibi” idi (Vahiy, 1/14, 2/18). Hz. Îsâ’dan sonra havârilerin üzerine kutsal ruh indi. Ansızın gökten bir ses geldi, oturdukları evi doldurdu. Ve “ateşten imiş gibi bölünen diller” onlara görünüp onların her birinin üzerine kondu. Kutsal ruhla doldular. Kendilerine ruhun verdiği söyleyişe göre başka dillerle söylemeye başladılar (Resullerin İşleri, 2/2-4). Uhrevî tecellilerde dâimî unsur ateştir (Resullerin İşleri, 2/19; Vahiy, 15/2, 19/ 12; karşılaştırmak için bk. İşaya, 4/5, 64/ 2, 66/15; Daniel, 7/9-10; Yoel, 2/30; Mika, 1/4, Zekarya, 2/5; Malaki, 3/2). Hz. Îsâ “dünyaya ateş atmaya” gelmiştir. “O ateş şimdiden tutuşmuşsa daha ne isterim” demektedir (Luka, 12/49).

Hz. Îsâ, kendinden sonra gelecek, ondan daha kudretli bir şahsiyeti ateş motifi içinde şöyle haber vermektedir: “Gerçi tövbe için ben sizi su ile vaftiz ediyorum; fakat benden sonra gelen benden daha kudretlidir. Onun çarıklarını taşımaya ben lâyık değilim. O sizi Rûhulkudüs ile ve ateş ile vaftiz edecektir. Onun yabası elindedir ve harman yerini bütün bütün temizleyecektir; buğdayını, ambara toplayacak fakat samanı sönmez ateşle yakacaktır” (Matta, 3/11-12; ayrıca bk. Luka, 3/16, 12/49). Hz. Lût Sodom’dan çıktığında gökten ateş yağmış, şehirde kalan kavminin hepsini helâk etmiştir. “İnsanoğlu”nun göründüğü günde de böyle olacaktır (Luka, 17/29). Yoel peygamber son günlerde olacaklar arasında gökte hârikalar, aşağıda yeryüzünde de alâmetler zuhur edeceğini, kan, ateş ve duman buğusu olacağını Allah’tan haber vermiştir (Resullerin İşleri, 2/16-19; Yoel, 2/28-32).

Yeni Ahid ateşi çok defa bir hüküm günü elemanı olarak kullanmış, dünyanın sonundaki ateşten, cehennem ateşinden, ebedî ateşten bahsetmiştir (Matta, 3/10, 12, 5/22, 13/40, 18/8-9, 25/41; Markos, 9/43-48; Luka, 17/29; II. Petrus, 3/7;


Yehuda’nın Mektubu, 23; Vahiy, 8/7, 9/18, 11/5, 14/10, 19/20, 20/9-15, 21/8). Herkesin işinin ne çeşit olduğu ateşle keşfolunacak, onu ateş ispat edecektir. Ateş uhrevî konular için mecazi bir anlatım unsurudur (I. Korintoslular’a, 3/13, 15; I. Petrus, 1/7; Vahiy, 3/18).

İslâm dininde ateş kültüne delâlet edebilecek bir şey bulunmadığı gibi yüce Allah’tan başkasını tanrı bilme, ona tapınma da yasaktır. Tevrat’ta anlatılan, Hz. Mûsâ’nın Sînâ dağındaki ve Horeb’deki bir çalı ortasında bulunan ateş alevinde Tanrı’yı görmesi olayı Kur’ân-ı Kerîm’de bulunmaktaysa da bu tecellideki ateşin rolü farklıdır: “O bir ateş görmüştü de ailesine, ‘Durun, ben bir ateş gördüm, ya ondan size bir kor getirir, ya da ateşin yanında bir yol gösteren bulurum’ demişti. Mûsâ ateşin yanına gelince, ‘Ey Mûsâ!’ diye seslenildi, ben şüphesiz senin rabbinim, ayağındakileri çıkar, çünkü sen kutsal bir vadi olan Tuvâ’dasın. Ben seni seçtim, artık vahyolunanları dinle” (Tâhâ 20/10-13). Görüldüğü gibi burada ateş vahye muhatap olmak için bir vesiledir. Bu durum diğer bir âyette daha belirgindir: “Mûsâ ailesine, ‘Ben bir ateş gördüm; size oradan ya bir haber getireceğim, yahut ısınasınız diye tutuşmuş bir odun getireceğim’ demişti. Oraya geldiğinde kendisine şöyle nida olunmuştu: ‘Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübârek kılınmıştır” (en-Neml 27/7-8). Yine bir başka âyet aynı bilgi ile başlayıp şöyle devam etmektedir: “Oraya gelince, mübârek yerde vadinin sağ yanındaki ağaç tarafından, ‘Ey Mûsâ! Şüphesiz ben âlemlerin rabbi olan Allah’ım’ diye seslenildi” (el-Kasas 28/29-30).

Râgıb el-İsfahânî Kur’ân-ı Kerîm’de ateşin üç şekilde kullanıldığını belirtir (el-Müfredât, “nûr” md.). 1. Isı ve ışık kaynağı olan ve duyu ile algılanan tabii ateş (el-Bakara 2/17; el-Vâkıa 56/71-72). 2. Mutlak mânada hararet veya cehennem ateşi (el-Bakara 2/24; el-Hac 22/72). 3. Bozguncu siyasetten kinaye olarak kullanılan harp ateşi (el-Mâide 5/64).

Ateş ısıtma ve aydınlatmayı sağlayan ilâhî bir nimet, aynı zamanda Allah’ın fiil ve kudretini belgeleyen bir delildir (Yâsîn 36/80; el-Vâkıa 56/71-74). Onun yakıcılığı ilâhî kudretin mutlak kontrolü altındadır. Nitekim Allah’ın emriyle Hz. İbrâhim’i yakmamıştır (el-Enbiyâ 21/69; el-Ankebût 29/24). Şeytanın da içinden geldiği cin taifesi “çok kızgın, dumansız ateş”ten (nârü’s-semûm), diğer bir ifadeyle “yalın bir alev”den (mâric-nâr) yaratılmıştır (el-Hicr 15/27; er-Rahmân 55/15).

Cehennemin en bâriz unsuru ateştir. Sadece “ateş” anlamına gelen nâr kelimesi Kur’an’da çok defa cehennem yerine kullanılmıştır. Ayrıca birçok âyette “nâr-ı cehennem” deyimi geçmekte ve nâr ile birlikte kullanılan bazı kelimelerle bu ateşin nitelikleri gösterilmektedir (bk. NÂR).

Hadislerde ateş (nâr) genellikle cehennemi ifade etmek üzere, bazan da azap anlamında kullanılmış ve nâr kelimesiyle “ashâbü’n-nâr, ehlü’n-nâr”, “azâbü’n-nâr”, “fitnetü’n-nâr” ve “ebvâbü’n-nâr” gibi deyimler oluşmuştur (bk. Wensinck, MuǾcem, “nâr” md.).

Tasavvuf ve tarikatlarda ateşle ilgili uygulamalar ve anlatımlar bulunur. Seyyid Ahmed er-Rifâî’nin “Aşk ateştir” sözü, ayrıca Rifâîler’in ateşi ağızlarına, ellerine almaları veya yanan fırının içine girmeleri gibi davranışları hatırlanmalıdır (ayrıca bk. CEHENNEM).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “nûr” md.; Divanü Lûgati’t-Türk Tercümesi, I, 43; Wensinck, MuǾcem “nâr” md.; Sedat Veyis Örnek, Etnoloji Sözlüğü, Ankara 1971, s. 25; Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, İstanbul 1972, s. 327; Orhan Hançerlioğlu, İslâm İnançları Sözlüğü, İstanbul 1984, s. 52, 480, 503; J. G. Frazer, Mythus of the Origin of Fire, London 1930; Nermin Neftçi, O Yakadan Bu Yakaya, İstanbul 1957, s. 19-20 (Kerkük çevresinde ateş inancı); Calwer, Bibel Lexikon, Stuttgart 1959, s. 318-319; Şefik Can, Klasik Yunan Mitolojisi, İstanbul 1962; Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Ankara 1971, I, 7, 27-29, 54, 68, 85-88, 101-103; İsmet Zeki Eyüboğlu, Anadolu İnançları, İstanbul 1974, s. 73-78; Abdulkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul 1976, s. 11; A. Yaşar Ocak, Bektaşi Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul 1983, s. 190-191; N. Poppe, “Zum Feuer Kultus bei den Mongolen”, AM, II (1925), s. 130-145; “Âteş”, Yeni Muhîtü’l-Maârif, İstanbul 1328-30, I, 543-569; O. Hut, “Der Feuer Kult der Germanen”, Archiv für Religionswissenschaft, sy. 36 (1939), s. 108-134; Hikmet Tanyu, “Türklerde Ateşle İlgili İnançlar”, I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri IV, Ankara 1976, s. 283-304; Ömer Rıza Doğrul v.dğr., “Âteş”, İTA, I, 614-633; C. M. Edsman, “Feuer”, RGG, II, 927; E. Hertasch, “Feuerbestattung”, a.e., II, 930-931; “Agni”, “Fire”, An Encyclopaedia of Religion (ed. Verqilius Ferm), New Jersey 1959, s. 8, 220; E. M. Good, “Fire”, IDB, II, 268-269; S. G. F. Brandon, “Fire-cult”, DCR, s. 288; L. I. Rabinowitz, “Fire”, EJd., VI, 1302-1303; A. E. Crawley, “Fire”, “Fire-Gods”, ERE, VI, 26-30; “Ateş”, ABr., II, 500-501; M. Boyce, “Atasa”, EIr., III, 1-5; Muhammed Müctehid Şebusterî v.dğr., “Âteş”, DMBİ, I, 90-95.

Hikmet Tanyu