AŞKÎ, Üsküdarlı

(ö. 984/1576)

Divan şairi.

İstanbul’da Rumelihisarı’nda doğdu. Asıl adı İlyas Çelebi’dir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Gençliğinde babası gibi yeniçeri oldu. Âşık Çelebi’nin bildirdiğine göre askerlik mesleğine bir türlü ısınamamakla birlikte çeşitli seferlere katılmış, Alman seferinde öldüğü söylentilerinin çıkması üzerine ulûfesi kesilince Müeyyedzâde Hacı Halife’nin tekkesine kapılanarak derviş olmuştur. Bir müddet sonra Ebü’l-Fazl Çelebi’nin aracılığıyla bir kâtipliğe tayin edilmişse de hastalanarak görevine devam etmediği için yine maaşı kesilmiştir.

Kanûnî’ye sunduğu bir şiirinde yıllarca padişah kapısında kulluk ettiğini, piyade olarak seferlere katıldığını ve çeşitli fedakârlıklarda bulunduğunu anlatmaktadır. Şiiri beğenen padişah isteğini sorunca Aşkî o sıralarda ölen şair Basîrî’nin 10 akçelik ödeneğinin kendisine verilmesini talep eden bir kıta nazmetmiş, padişah bu arzusunu yerine getirdiği gibi ayrıca ihsanda da bulunmuştur. Böylece maddî sıkıntılardan kurtulan şair Üsküdar’da bir yalı satın alarak bilgin, sanatkâr ve şeyhlerin toplandığı bir mahfil haline getirdiği bu yalıda yaşamaya başlamıştır. Latîfî Tezkiresi’nden itibaren birçok kaynakta Üsküdarlı nisbesiyle anılması bundandır. Şairle 1535 yılı baharında tanıştığını bildiren Âşık Çelebi eserinde Aşkî’nin bu yalıda geçirdiği debdebeli hayatı uzun uzun anlatmaktadır. Ancak aşırı harcamaları yüzünden bir müddet sonra borçlanan Aşkî, II. Selim’e sunduğu “kerem” redifli bir kaside ile evinin rehin düştüğünü belirterek yardım istemiştir. Padişahtan ilgi görüp görmediği bilinmeyen şair tekrar Rumelihisarı’na taşınmış ve bir süre sonra vefat ederek Rumelihisarı Mezarlığı’na defnedilmiştir.

Bazı tezkirelerde, yeniçerilikten ayrıldıktan sonra Bektaşîlik’ten Bayramîliğe geçtiği söylendiği gibi Sadettin Nüzhet de divanındaki bir murabbaa dayanarak Mevlevî olduğunu öne sürmektedir. Devrinin güçlü şairlerinden biri olan Aşkî’nin tasavvufî şiirleri de vardır. Sade ve samimi bir dille söylediği şiirleri arasında, günümüzde de tanınan ve bir muhammesinin nakarat beytinde geçen “Görelüm âyine-i devrân ne sûret gösterür” mısraı gibi güzel parçalara rastlanmaktadır.

Şiirleri bir divan halinde toplanmıştır. Divanının İstanbul kütüphanelerinde bilinen iki nüshası vardır (Millet Ktp., Ali Emîrî, Manzum, nr. 297; Nuruosmaniye Ktp., nr. 3858). Çeşitli nazire mecmualarında eserlerinden örneklere rastlanmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Sehî, Tezkire (G. Kut), s. 136; Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, s. 176-177; Latîfî, Tezkire, s. 244; Ahdî, Gülşen-i Şuarâ, İÜ Ktp., TY, nr. 2604, vr. 246b; Beyânî, Tezkire, İÜ Ktp., TY, nr. 2568, vr. 57ª; Âlî, Künhü’l-ahbâr, İstanbul 1277, s. 202; Kafzâde Fâizî, Zübdetü’l-eş‘âr, İÜ Ktp., TY, nr. 1646, vr. 78b; Kınalızâde, Tezkire, II, 636; Riyâzî, Tezkire, İÜ Ktp., TY, nr. 761, vr. 53ª; Keşfü’z-zunûn, I, 801; Evliyâ Çelebi, Seyahatnâme, I, 335; Müstakimzâde, Mecelletü’n-Nisâb, Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 628, vr. 319ª; Ergun, Türk Şairleri, II, 515; Nail Tuman, Tuhfe-i Nâilî, “Aşkî İlyas” md., sıra nr. 2869, İÜ Şarkiyat Araştırma Merkezi Ktp.; TYDK, I, 163.

İsmail Ünver