ÂRIZ

العارض

Tasavvuf ve tarih ilimlerinde kullanılan bir terim.

Ârız kelimesi sözlükte, “ansızın ortaya çıkan durum, engel, hastalık; ufku kaplayan uzun bulut kümesi, arı ve çekirge sürüsü; çehre, yanak, ön diş; bir askerî birliği tek tek kontrol ve teftiş eden kişi” gibi mânalara gelir. Kelime bu son mânasından dolayı askerî terim, “ansızın ortaya çıkan durum, engel” ve ayrıca “çehre, yanak” mânalarından dolayı da tasavvuf terimi olarak kullanılmıştır.

TASAVVUF. Nefis ve şeytanın tesiriyle sâlik*in kalbinde geçici olarak meydana gelen hal.

Nefis ve şeytanın telkin ettiği şeylerin hepsi geçicidir. Çünkü bu tür düşmanlar evliyanın kalplerine ancak ârızî olarak tesir ederler. Ârızlar (avârız) sâlikin yolda karşılaştığı engellerdir. Bunların başlıcaları rızık, tehlike, kaza ve musibettir (bk. AKABE). Rızık peşinde koşmak, genellikle kendini ibadete vermeye engeldir. Tehlike, zâhirde ve bâtında olabilir. Bâtındaki tehlike şüphe ve tereddüt, zâhirdeki tehlike günaha dalmak ve fitneye düşmektir. Kaza, gazaba yol açan bir engeldir. Musibet ise dünyada kulun darlık ve sıkıntı içinde bulunmasıdır. Baklî’ye göre âşıkların kalplerine doğan Allah’ın dışındaki bütün şeyler ârızdır. Ârız bulut gibidir; bulutun güneş ışığına engel olması gibi ârız da ilâhî tecellîlere geçici olarak engel olur. Bununla birlikte kulun, muhtaç olduğu dünya imtihanını yaşayabilmesi için ârız sayılan beşerî hallerle karşılaşması gerekir. Aksi halde ârızlardan kurtulan âşıkın aşk ateşi söner.

İbnü’l-Arabî’ye göre aslın zıddı olan ârız, gelip geçici birtakım hallerdir; bu hallere has bazı geçici hükümler mevcuttur. Meselâ kendini büyük görme ve böbürlenme yasaktır ve aslolan bu hallerin günah olmasıdır. Savaşta düşmana karşı kibirli ve gururlu davranmak ise câizdir, ama bu hal ârızdır; aslolan tevazudur. Hacda çalımlı ve hızlı yürümenin (remel, hervele) sünnet oluşu, Hz. Peygamber zamanında müslümanların Mekkeli müşriklere karşı yaptığı bir kuvvet gösterisi mahiyetinde olması sebebiyledir. Ârız, asıl ile çatışma ve çelişme halinde olamaz, tersine onu tamamlar. Mümine savaşlarda kibir ve gururun câiz olması, Allah’ın kibriyâ ve azamet sıfatlarını unutmaması, ona karşı beslenen saygı ve huşû hissinin kalbinden silinmemesi şartına bağlıdır. Bazı hallerde câiz görülen kibrin esas itibariyle alçak gönüllü olmaya engel teşkil etmemesi şarttır. Çünkü tevazu asıl, kibrin câiz olması ise ârızdır. Aynı şekilde tevekkül asıl, tedbir almak ârızdır; tevekküle zarar vermemesi şartıyla tedbire cevaz verilmiştir. Allah “kuddûs” ismiyle âlemi pâk olarak yarattığından eşyanın temiz ve helâl olması asıl, pis ve haram olması ârızdır. Tevhid ve iman asıl, şirk ve küfür ârızdır. İnsanın temiz olması asıl, pis olması ârız olduğu için pis kabul edilen müşrik ancak iman edince temiz sayılır (bk. et-Tevbe 9/28). Çünkü insanın zatı değil, sadece fiili pistir; o fiilden vazgeçince artık temiz olan aslına dönmüş olur. İbnü’l-Arabî’ye göre ârızlar tamamıyla beşerî haller olup Allah bunlardan münezzehtir. O, saf ve mutlak hayırdır; yokluğu düşünülemeyen varlıktır. Rahmet varlığının ayrılmaz niteliği olduğundan rahmet asıl, azap ise ârızdır. Ârızlar devamlılıkla nitelenemediğine göre azabın sürekliliğini öne


süren görüş zayıf kalmaktadır (el-Fütûhât, IX, 422).

“Çehre” ve “yanak” mânasına gelen ârız, insanda iman nurunun tecelli etmesi, irfan kapılarının açılması, hakikatın güzelliğini örten perdelerin kalkması ve varlık nurunun mazharı gibi mânalara da gelir.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ârız” md.; Serrâc, el-Lüma, s. 419; Baklî, Meşrebü’l-ervâh, s. 121; İbnü’l-Arabî, el-Fütûhât, V, 206, 208, 475; VI, 166; IX, 422; Ca‘fer Seccâdî, Ferheng, Tahran 1352 hş., s. 324; Hifnî, Mustalahât, s. 179, 189, 190.

Süleyman Uludağ




TARİH. Bazı İslâm devletlerinde ordunun maaş, silâh ve techizatıyla meşgul olan, askerlerin rütbelerine göre kayıtlarını tutan Dîvânü’l-arz’ın (Dîvânü arzı’l-ceyş) başkanı.

Ârızü’l-ceyş, ârız-ı leşker, sâhib-i dîvân-ı arz ve sâhibü dîvâni’l-ceyş de denilen ârızın başlıca görevleri şöyle sıralanabilir: Ordunun tahsisat defterlerini tutmak, savaş ve barış zamanlarında levâzım ve techizatını temin etmek, konaklama işlerini organize etmek, belli zamanlarda askerleri silâh, techizat ve eğitim açısından teftiş ve savaştan sonra ele geçirilen ganimetleri taksim etmek.

Dîvânü’l-arz’ın ve dolayısıyla ârızın Abbâsîler’de daha ilk dönemlerden başlayarak Moğol istilâsına kadar mevcut olduğu bilinmektedir. Bu müessese Abbâsîler’den Mısır’a, oradan da Kuzey Afrika ve hatta Endülüs’teki İslâm devletlerine de geçmiştir. Yine Abbâsîler’in etkisiyle İran, Horasan ve Mâverâünnehir’de hüküm süren İslâm devletlerinde de aynı teşkilâtın ve ârızın var olduğu görülmektedir. Kaynaklarda Saffârîler’den Amr b. Leys’in üç ayda bir yaptığı teftişlerde, ârız Sehl b. Hamdân’ın kâtibiyle (şâkird-i ârız) yere oturarak askere dağıtılacak parayı önüne aldığı ve defterdeki kayıt sırasına göre, ordu kumandanı olması sebebiyle başta Amr b. Leys olmak üzere bütün kumandan ve askerlerin rütbelerine göre sırayla ârızın teftişinden geçtiği, bu kontrol sırasında at, silâh ve techizatları beğenilen askerlere maaşlarının dağıtıldığı ifade edilmektedir.

Bu teşkilât Sâmânîler’de daha mükemmel bir şekil alarak devam etmiştir. Sâmânî Hükümdarı II. Ahmed’in (907-914) Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed adlı bir ârızı bulunduğu bilinmektedir. Ârız, idarî geleneklerini Abbâsîler’den alan Büveyhîler’de de mevcuttu. Ali b. Kasım, Hasan b. Büveyh’in, Ebû Ali de Fahrüddevle’nin ârızı idi. Gazneliler devrinde de Ebû Sehl Zevzenî, Ebü’l-Feth Râzî, Ahmed Hasan Meymendî, Ebü’l-Kasım Kesîr ve Hâce Ebû Bekir Ali b. Hasan-ı Kuhistânî gibi şahıslar ârız olarak görev yapmışlardır. Aynı şekilde Selçuklu devlet teşkilâtında da ârızın yer aldığı bilinmektedir. Sultan Melikşah devrinde Ebü’r-Rızâ ve Sedîdülmülk Ebü’l-Meâlî, Sultan Muhammed Tapar devrinde Ebü’l-Mefâhir el-Kummî, Sultan Mahmud zamanında İmâdüddin Ebü’l-Berekât ed-Dergüzînî, Sultan Mesud devrinde de Adudüddin el-Ârız bu görevde bulunmuşlardı. Anadolu Selçukluları’nda ise Nizâmeddin Ali, Reşîdüddin Cüveynî, Emîr Kemâleddin, Samsâmüddin Kaymaz, Şehâbeddin ve Şemseddin gibi ârızların görev yaptığı tesbit edilmiştir. Hârizmşahlar’da Sultan Tekiş zamanında (1172-1200) Dîvânü’l-arz’ın başında Hamîdüddin Zevzenî bulunuyordu. İlhanlılar’da ise iktâ*ların düzenlenmesiyle görevlendirilen bitikçi*lere ârız unvanı verilmekteydi. Hindistan’daki Türk devletlerinde ârızın divanda görev aldığı ve Delhi sultanlarından Muizzüddin Keykubad devrinde Melik Türkî ve Fîruz Halacî’nin “ârız-ı memâlik” olarak görev yaptıkları bilinmektedir.

Merkezde Dîvânü’l-arz’ın başkanı olan ârızdan başka çeşitli şehir ve ordugâhlardaki askerî birliklerin erzak, silâh, techizat ve maaş işlerinden sorumlu daha küçük rütbeli ârızlar da vardı.

BİBLİYOGRAFYA:

Gerdîzî, Zeynü’l-ahbâr (nşr. Abdülhay Habîbî), Tahran 1347 hş., s. 143, 149, 163; Ali b. Zeyd el-Beyhakī, Târîħ (nşr. Ganî # Feyyâz), Tahran 1324 hş., s. 159; Râvendî, Râhatü’s-sudûr (trc. Ahmed Ateş), Ankara 1957-60, I, 128, 133; Bündârî, Zübdetü’n-Nusra, s. 62, 96, 102, 168; Aksarâyî, Müsâmeretü’l-ahbâr, s. 17, 312; Muhammed Nâzım, The Life and Times of Sultan Mahmud of Ghazna, Cambridge 1931, s. 130, 137-138; Hasan Enverî, Istılâhât-ı Dîvânî Devre-yi Gaznevî ve Selcûkī, Tahran 1355 hş./1936, s. 116-120; Uzunçarşılı, Medhal, s. 40, 89, 96-97; Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Ankara 1958, s. 26, 57; a.mlf., Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1971, s. 326, 462, 472-475; C. E. Bosworth, The Ghaznavids, Their Empire in Afghanistan and Eastern Iran 994-1040, Edinburgh 1963, s. 60, 65, 122-124, 126; C. Cahen, Pre-Ottoman Turkey, London 1968, s. 226, 273, 344; Barthold, Türkistan, s. 282-283; M. Altay Köymen, Alparslan ve Zamanı, Ankara 1983, II, 149-150; M. Fuad Köprülü, “Arz”, İA, I, 657-660.

Erdoğan Merçil