ARAS

Doğu Anadolu bölgesinden doğup Türkiye sınırları dışında Hazar denizi havzasına ulaşan akarsu.

Uzunluğu 1059 km. olan Aras nehrinin 548 kilometresi Türkiye toprakları üzerinde bulunmaktadır. Aras nehri Bingöl dağının (3194 m.) kuzeybatı yamaçlarının zirveye yakın kesimlerindeki çok sayıda kaynak sularının birleşmesiyle oluşur. Önce güney-kuzey istikametinde akarken sonra kuzeydoğuya, daha sonra da doğuya yönelir. Nehir doğuya doğru akarken batı-doğu doğrultusunda uzanan Tekman havzasından geçer. Bu havzada Aras’a birtakım küçük kollar da dökülür. Bu kollardan ırmağa soldan


karışanlar Palandöken dağı (3176 m.), Şahvelet dağı (2654 m.), Nalbant dağı (2899 m.) ve Sakaltutan dağından (2402 m.) inen derelerdir. Tekman havzasında Aras’ın sağ taraftan aldığı kollar ise Bingöl dağının kuzeydoğu yamaçlarından kaynağını alan derelerle daha doğudaki Akdağ’dan (2881 m.) gelen derelerdir. Bu küçük dereleri topladıktan sonra, Tekman’ın 20 km. kadar doğusunda güneykuzey doğrultusunu alır. Kuzeye doğru akarken doğuda Karayazı tarafından gelen Çikılgan deresi kendisine kavuşur. Daha kuzeyde Aras, doğudaki Topçu dağı ile batıdaki Sakaltutan dağı arasındaki dar bir vadiyi geçtikten sonra Pasinler ovasına açılır. Adı geçen ovanın doğusunda bu ovanın sularını toplayan ve Pasin suyu adı verilen akarsu ile birleşir ve bu noktanın yakınında İlhanlılar zamanında vezir Emîr Çoban tarafından 1297 yılında yaptırılan ve bu vezirin adından dolayı Çoban Köprüsü adı ile tanınan yedi kemerli (1878’den beri altı kemerli) taş köprünün altından geçer.

Pasinler ovasının bu köprüden aşağıda kalan kesimine Aşağı Pasin, yukarıda kalan kesimine ise Yukarı Pasin adı verilir.

Aras ırmağı buradan itibaren tekrar batı-doğu doğrultulu mecrasında, teşekkülüne önemli kırık (fay) hatlarının sebep olduğu ve bundan dolayı da tarih boyunca önemli depremlere mâruz kalan “çöküntü havzaları”nı takip eder. Horasan’ı geçtikten sonra soldan Zivin çayını alır. Bu çay 1878 Berlin Antlaşması’ndan itibaren kırk yıl Türkiye ile Rusya arasında sınır teşkil etmişti. Aras, Zivin çayını aldığı yerden Arpaçayı kavşağına kadar birçok yerde dar boğazlardan geçer. Bu arada sadece Kağızman önlerinde vadisi bir dereceye kadar genişler ve çevresine göre mutedil iklim şartları gösteren bu kesimde çeşitli meyve bahçeleri yaygınlaşır. Gene bu kesimde Aras vadisinin güneyinde, eskiden beri işletilen, günümüzde de işletilmeye devam edilen Kağızman tuzlaları bulunmaktadır. Tuz ihtiva eden aynı jeolojik yapıdaki arazi daha doğuda nehrin Arpaçayı kolunu aldığı mevkiin güneyindeki Tuzluca (eski Kulp) civarında da görülür ve buradaki tuzlalardan da tuz elde edilir. Aras vadisi Kağızman’dan doğuda yeniden darlaşır ve burada Boğum Boğazı adı verilen bir boğaza dalar.

Aras nehri Arpaçayı kavşağından sonra daha da büyür ve buradan itibaren 140 kilometrelik bir mesafe boyunca Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında sınır çizgisi rolünü oynar. Aras nehri burada Araplar’ın Surmari dediği, bizim Sürmeli Çukur adını verdiğimiz bereketli topraklarında pamuk dahil çeşitli ürünlerin yetiştiği önemli bir tarım alanını ikiye böler. Kuzeydeki Alagöz dağından güneyde Ağrı dağı eteklerine kadar uzanan bu çukur alanın Aras’ın sol tarafındaki kuzey yarısı Sovyetler Birliği sınırları içinde, ırmağın sağ tarafındaki güney yarısı ise Türkiye sınırları içinde kalır. Bu büyük ovanın Türkiye’de kalan kısmına en büyük merkezinin adı verilerek Iğdır ovası denir. Aras ırmağı Sürmeli Çukur’u geçerken de iki tarafından bazı kollar alır. Bunlar arasında en önemlileri kuzeydeki Alagöz dağından gelen Abaran (Avaran) ile Gökçe gölünün ayağını teşkil eden ve Revan’dan geçen Zengi suyudur.

Aras nehri, Türk-Rus-İran sınırının birleştiği ve Türkiye’nin en doğu ucunu teşkil eden noktadan sonra İran ile Sovyetler Birliği sınırını meydana getirir. Tam bu üç devlet sınırının birleştiği noktada sağ taraftan Türkiye’deki “Dil arazisi”nin güneyini takip eden Karasu’yu alır. Bu noktadan sonra ırmak sağ taraftan Türkiye sınırları içinden gelen Zengimar suyunu alır ki bu akarsuya Sarısu veya Mâkû şehrinden geçtiği için Mâkû suyu da denir. Sol taraftan yani Sovyetler Birliği tarafından da Arpaçayı adlı çay kavuşur. Bu Arpaçayı’nı gene Aras’ın kolu olan ve vadisi Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında sınır teşkil eden öteki Arpaçayı’ndan ayırmak için buna Doğu Arpaçayı adı verilmiştir.

Irmağın soldan aldığı öteki önemli kollar ise Nahcıvan civarında kendisine batıdan ulaşan Nahcıvan suyu ile Culfa şehrinden geçmeden biraz önce aldığı Alıncak suyudur. Aras, Alıncak suyu kavşağından önce de sağ taraftan Kotur çayını alır. Hoy ovasını sulayan bu çaya, Türkiye-İran arasındaki sınır dağlarından doğan Akçay da katılır. Bu Akçay kolundan dolayı Kotur çayına Farsça Sefîd Rûd adı verilir.

Aras, İran ile Sovyetler Birliği arasında sınır meydana getirerek aktığı bu kesimde kuzeydeki Karabağ bölgesi ile İran Azerbaycanı tarafında kalan Karadağ arasında sert akışlı ve yer yer düşüşler yapan yatağında akar. Bu arada bu hızlı akışı sırasında birtakım çağlayanlar meydana getirir ki bunlardan en önemlisi Ordubâd’ın yakınında bulunanıdır. Birçok seyyah ve eski coğrafyacının bu çağlayandan söz ettiği görülmektedir. Kâtib Çelebi’nin, insanların altından geçtiğini zikrettiği Arasbar şelâlesinin de bu olduğu tahmin edilmektedir. Arasbar aynı zamanda buradaki dar boğazın da adıdır.

Aras, aşağı yukarı orta kesimlerine isabet eden bu sert akışlı yatağından sonra Mugan çölü adı verilen kurak bozkır sahasına girer. Bir süre sonra daha farklı olarak bataklıklarla kaplı yörelerden geçer, Cevad civarında gene Türkiye topraklarından çıkan ve Tiflis’ten geçen Kura (Kür) nehri ile birleşir. Daha sonra bu nehirle ortak bir delta meydana getirerek Hazar denizine ulaşır. Fakat sularının bir bölümü 1896’dan beri doğrudan doğruya Hazar denizinin Kızılağaç körfezine akmaktadır. Ağız kısmında önemli havyar toplama merkezleri vardır.

Aras’ın tarih boyunca devam eden öneminin başta gelen sebeplerinden biri, eski dönemlerden beri çeşitli ülkeler arasında sınır teşkil eden bir akarsu olmasıdır. Meselâ İlkçağ’ın Medya Devleti ile Urartu Devleti arasındaki sınır çizgisi belli bir kesiminde Aras nehrini takip ediyordu. Aynı şekilde İskender İmparatorluğu’nun kuzey sınırları da bu nehrin orta kesimlerine dayanıyordu. Eskiçağ’larda olduğu gibi Ortaçağ’larda da Aras’ın sınır olma özelliği devam etmiştir. Aras boyları ilk defa Hz. Osman zamanında Habîb b. Mesleme kumandasındaki kuvvetler tarafından müslüman topraklarına katıldıktan sonra, Arap idaresindeki Azerbaycan’ın kuzey sınırı olarak çok zaman Aras kabul edilmiştir. Fakat bu kuzey sınır bazan Derbent’e (Bâbülebvâb) kadar uzanmıştır. Aras’ın sağ tarafında bulunan Varasan şehri daima Azerbaycan’dan sayıldığı halde bu nehrin sol kıyısındaki Baylakan ve Nahcıvan şehirleri ancak zaman zaman bu ülkeye dahil olmuştur.

Sâsânîler devrinde de Aras’ın sınır teşkil ettiği, bu nehrin kuzey taraflarının Hazarlar’ın elinde, güneyinin ise Sâsânîler’in elinde bulunduğu bilinmektedir. Ancak zaman zaman Hazarlar’ın güneyden gelen kuvvetler tarafından daha kuzeye sürüldükleri dönemlerde sınırın da Aras’tan daha kuzeye kaydığı görülmüştür. İbn A‘sem el-Kûfî bu dönemlerde Aras havzasında Hazarca’nın yaygın bir dil olduğunu kaydeder, hatta Fars aslından olanların bile fasih Hazarca konuştuklarını belirtir.


Aras’ın devletler arasında sınır çizgisi olması, yakın devirlerde olduğu gibi bugün de devam etmektedir. 1921’de imzalanan Moskova ve Kars muahedelerinin kabul etmiş olduğu Türkiye-Sovyetler Birliği sınırı Aras nehrinin orta çizgisini esas aldığı gibi, ondan aşağı yukarı bir asır kadar önce 1828’de yapılan Türkmençay Muahedesi de Rusya ile İran arasındaki sınır çizgisini gene bu nehrin belli bir kesiminden geçirmiştir. Aras bu şekilde tarih boyunca sınır rolü oynadığı gibi bazı kolları da bu fonksiyonu yerine getirmiştir. Meselâ Aras’ın önemli kollarından Arpaçayı’nın günümüzde Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında sınır oluşturduğunu ve Kars yöresinin kırk yıl anavatandan ayrı kaldığı dönemlerde de bu iki devlet arasındaki sınırın gene Aras’ın kollarından olan Zivin çayını boyladığını kaydetmek gerekir.

Aras nehrinin tarihteki bir başka önemi de, çok dar boğazlar içinde aktığı kesimlerinin dışında, mühim yollara güzergâh teşkil etmesi ve bunun sonucunda da istilâ ordularının bu nehir boyunu izlemeleri ve birçok önemli savaşların bu nehrin havzasında yapılmış olmasıdır.

Müslüman Araplar’ın Aras havzasına Halife Osman döneminde başlattıkları akınlar sonucunda Azerbaycan müslümanların hâkimiyeti altına girmişti. Daha sonraları Azerbaycan’da hüküm sürmüş olan Türk asıllı Sâcoğulları ailesinin Aras kıyıları ile ilgilenmeleri, Halife Mu‘tasım zamanında Azerbaycan ve İrmîniye’de meydana gelen bir isyanı (839 ortaları) bastırmak için âsi üzerine Ebü’s-Sâc’ın gönderilmesiyle başlar. Ebü’s-Sâc’ın bu topraklardaki yarı bağımsız valiliği on bir yıl devam ettikten sonra onun oğlu Ebü’l-Kāsım Yûsuf zamanında da Aras civarındaki topraklar için Sâc hânedanı ile Ermeniler arasındaki mücadeleler devam etti. Bu mücadelelerden bahseden tarihî kaynaklarda Aras nehri ile kollarının ve bu nehrin kıyısında bulunan şehirlerin adları geçer. Türkler’in Bizans’a karşı ilk zaferleri olan Pasinler Savaşı Aras ırmağının yukarı havzasındaki Pasinler ovasında cereyan etmişti. 18 Eylül 1048 tarihindeki bu savaşta Türk kuvvetlerine Tuğrul Bey’in görevlendirdiği İbrâhim Yınal, Bizans kuvvetlerine de Katakalon kumanda ediyordu. Gürcü Prensi Liparit kumandasındaki birliklerin de yardım ettiği bu Bizans ordusu Türk kuvvetleri karşısında tutunamadı ve Bizans İmparatoru Monomakhos Tuğrul Bey’le antlaşma yapmaya mecbur kaldı.

Tuğrul Bey’den sonra Alparslan sultan olunca o da Aras dolayları ile ilgilenmeye başladı. Rebîülevvel 456’da (Mart 1064) “Rum gazası”nı amaçlayan seferine başlamak üzere Rey’den Aras dolaylarına hareket ederek bu nehrin sol (kuzey) tarafındaki Nahcıvan’a ulaştı ve ordusunun bu noktadan Aras nehrinin karşı (sağ) yakasına geçişini sağlamak için gemilerden (bazı kaynaklara göre kayıklardan) kurdurduğu bir köprüden faydalandı. Bu sefer sonunda Aras kıyısındaki çok önemli bazı kalelerle birlikte Aras’ın iki yakasında yayılan Sürmeli Çukur fethedildiği gibi, gene Aras havzasının önemli şehirlerinden olan ve Arpaçayı’nın batısında bulunan Ani şehri de alındı. Sultan Alparslan daha sonra 1067’de bir defa daha Aras yöresine geldi. Horasan’dan büyük bir ordu ile hareket ettiği ve Aras nehrini ikinci kez geçtiği bu seferin sonunda Tiflis şehri fethedilmiş oldu.

Selçuklu döneminde Aras ile Kura nehirleri arasında kalan sahanın Türkleşmekte olduğunu gören Gürcü Kralı II. David, 1121 yılında kendi ülkesine Kuzey Kafkasya’dan önemli sayıda hıristiyan Kıpçak çağırdı ve 40.000 kişilik bir ordu oluşturarak Türkmenler’e hücum etti.

Daha sonraları bu topraklar Gürcüler’le Türkler arasında zaman zaman el değiştirdi, Ani şehri de Gürcüler tarafından geri alındı. Bu defa Atabeg İldeniz Gürcüler’le Aras kıyılarında karşı karşıya geldi. Fakat hiçbir taraf zafer kazanamayınca İldeniz Ahlat’a elçi göndererek Sökmen’i de sefere davet etti. Selçuklu Sultanı Arslanşah da aynı şekilde hareket etti. İldeniz’e yardım için farklı istikametlerden gelen Türk kuvvetleri Aras kıyısında Nahcıvan’da toplanarak Gürcistan’a girdiler. Aras boyları, bazan savaş alanı bazan da bu örnekte olduğu gibi kuvvetlerin savaş öncesinde toplanma alanı olarak önem kazanmıştır.

Aras ve çevresinin kesin olarak Türkler’le iskânı İlhanlılar döneminde olmuştur. Bu dönemde İlhanlı Veziri Emîr Çoban’ın emriyle Aras üzerinde, inşası 2.5 yıl süren, muazzam köprünün (Çobandede Köprüsü) yaptırılmış olması da İlhanlılar’ın Aras dolaylarına gösterdikleri ilgiyi ve yöreye kesin hâkimiyetlerini belirtir. Bu tarihî köprü daha sonra birçok askerî birliğin savaş sırasında faydalandığı bir yol teşkil etmiştir. Meselâ Timur’a ait kuvvetler bu köprüden geçtiği gibi Akkoyunlu emîrlerinin bu köprü yakınında savaştıkları da bilinmektedir. Evliya Çelebi, zamanındaki doğu seferinde askerin bu köprüden geçişinin üç gün sürdüğünü söyler. Aras’la ilgili bu türlü imar işleri daha sonraki yüzyıllarda Timur’un ilgisinin bu yöreye çevrilmesiyle yeniden görülür. 1403 yılının Temmuz ayında Gürcistan’a gelen Timur burada fetihlerde bulunduktan sonra kışı geçirmek üzere Karabağ’a giderken Aras’ın sol tarafındaki Beylekan şehrine uğramış ve bu şehrin çok harap bir vaziyette olduğunu görerek imarını emretmişti. Ayrıca Aras ırmağından buraya kadar 6 fersah uzunluğunda ve on gez genişliğinde bir kanal kazdırmıştır. Gene Timur döneminde Aras’ın Cenkşi Köşkü denilen mevkiinden başlayıp Sarhe Pil mevkiine kadar devam eden başka bir kanal daha açılmıştı. 10 fersah uzunluğunda olan bu kanal gemilerin bile çalışmasına elverişli idi. Bu kanallar sayesinde Aras çevresinde birçok yerde sulu tarım yapma imkânı da elde edilmişti.

Erzurum’dan doğuya doğru yönelen yollardan birisi Aras vadisini takip ettiğinden Yavuz döneminden itibaren başlayan Osmanlı doğu seferlerinde bu nehrin vadisinin imkân verdiği yollar kullanılmıştır. Yavuz Çaldıran Seferi’ne Aras vadisini takip ederek Pasin ovası üzerinden gitmiş, dönüşünde Nahcıvan’da Aras vadisini terkederek Revan-Kars üzerinden dönmüştür. Daha sonraki dönemlerde de Aras havzası ve bu havzadaki önemli şehirler Osmanlı padişahlarının ilgisini çekmiş, Safevî-Osmanlı münasebetleri dolayısıyla da Aras kıyıları iki taraf arasında defalarca el değiştirmiştir. Kanûnî Sultan Süleyman’ın 1554’te gerçekleştirdiği İran seferi sonucunda Aras kıyısındaki Nahcıvan şehri Osmanlı topraklarına katılmıştı. 1578 Osmanlı-İran mücadelesi sırasında Aras nehrinin güneyinde ve kuzeyindeki bölgelerin fethi gerçekleşmişti. Bir sonraki yüzyılda da IV. Murad’ın Revan Seferi’nde (1635) Aras vadisi yolu takip edilmiş ve bu yolun Aras’ı aştığı Çobandede Köprüsü yeniden onarılmış, Revan’ın fethinden sonra da gene Aras havzası şehirlerinden Mâkû ve Hoy ele geçirilmiştir. Sefer dönüşü sırasında nüfusu kalabalık olan Aras yöresinden Zeynelli aşiretine ait 1000 civarında nüfus buradan alınarak daha batıdaki seyrek nüfuslu sahalara yerleştirilmiştir. Daha yakın dönemlerde de 1877 ve 1914 yıllarındaki Türkiye-Rusya savaşlarının çok önemli bazı askerî harekâtı Aras’ın yukarı mecrası yakınında meydana gelmiştir.


Aras nehri ve havzasının dinler tarihi açısından da önemi vardır. Bu nehrin aşağı kesimleri İslâmiyet’in doğuşundan çok önceleri yahudi bölgesi olarak bilinmektedir. Bu sebeple eski yahudilere ait birçok menkıbeye mekân olarak Aras çevresi toprakları gösterilir. Bu yüzden Âd ve Semûd kavimlerine ait harâbeler bu topraklarda aranmıştır. Eski dinlerin gelişme alanı içinde bulunmasından dolayı da Aras nehri eski kaynaklarda âdeta efsaneleştirilmiş ve sularının birçok hastalığa deva olduğuna inanılmıştır. Bu eski rivayetlerden birine göre de Aras cennetten çıkan dört nehirden biri sayılmaktaydı.

BİBLİYOGRAFYA:

Kâtib Çelebi, Cihannümâ, s. 396, 397; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, II, 223; Mahmud Celâleddin Paşa, Mir’ât-ı Hakîkat (nşr. İsmet Miroğlu), İstanbul 1983, s. 697; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/1, s. 198; M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kars Tarihi, İstanbul 1953, I, 9; a.mlf., Osmanlıların Kafkas-Ellerini Fethi (1451-1590), Ankara 1976, s. 108, 165-166, 317-321, 368-370; E. Honigmann, Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı (trc. Fikret Işıltan), İstanbul 1970, s. 183, 213; Cevdet Çulpan, Türk Taş Köprüleri, Ankara 1975, s. 66; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1984, s. 15; Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi, Ankara 1988, s. 41; İsmail Aka, “Timurlular Devleti”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1989, IX, 290; Hakkı Dursun Yıldız, “Azerbaycan’da Hüküm Sürmüş Bir Türk Hanedanı: Sac Oğulları, III”, TD, sy. 32 (1979), s. 29-70; Besim Darkot # A. Zeki Velidi Togan, “Aras”, İA, I, 554-557; W. B. Fisher # C. E. Bosworth, “Araxes”, EIr., II, 268-271.

Metin Tuncel