ÂMİNE

آمنة

Âmine bint Vehb (ö. 577 m. [?])

Hz. Peygamber’in annesi.

Babası Vehb b. Abdümenâf Kureyş kabilesinin Benî Zühre koluna, annesi Berre bint Abdüluzzâ da aynı kabilenin Benî Abdüddâr koluna mensuptur. İbn İshak’tan itibaren muhtelif kaynaklar Vehb’in Benî Zühre’nin hatırı sayılır bir siması olduğunu, kızı Âmine’nin de yüksek bir mevkiye sahip bulunduğunu kaydederler. Bu tür rivayetlerin, Hz. Peygamber’in annesine karşı duyulan saygı ve sevgi sebebiyle daha sonra icat edildiği ileriye sürülmüştür. Halbuki genel olarak Kureyş’in diğer Arap kabileleri yanında üstün bir yere sahip olduğu bilinmektedir. Ayrıca Abdülmuttalib gibi bir reisin, kabilenin en güzel genci olan oğlu


Abdullah için bizzat isteyeceği kızın seçkin bir aileye mensup olmasını tabii görmelidir. Bundan dolayı Âmine’nin yüksek bir mevkiye sahip olduğunu belirten rivayetleri, “sonradan tarihî vâkıayı süsleyen efsanevî rivayetler” (İA, I, 406) olarak değerlendirmek isabetli değildir.

Âmine’nin doğum tarihi hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Ancak onun genç yaşta evlendiği şüphesizdir. Evlenmesi, Abdülmuttalib’in, oğlunu da yanına alarak Âmine’yi babası Vehb’den (veya vesayeti altında bulunduğu amcası Vüheyb’den) istemesiyle gerçekleşmiştir. O zamanki Arap töresine göre eşler evliliğin ilk üç gününde Âmine’nin evinde kalmışlardır. Ancak Abdullah evlilikten birkaç ay sonra vefat etmiştir. Bu durumda Âmine’nin kendi ailesinin yanında kalmış olması muhtemeldir.

Siyer kitaplarının birçoğunda yer alan rivayetlere göre yakışıklı bir genç olan Abdullah’ın alnında diğer gençlerde bulunmayan bir parlaklık mevcuttu. Asâleti, yakışıklılığı ve alnındaki parlaklığı sebebiyle birçok hanımdan evlenme teklifi alan Abdullah, bunlara iltifat etmemiş ve Âmine ile evlenmiştir. Hz. Peygamber’in ana rahmine intikal etmesiyle Abdullah’ın alnındaki nur da ona intikal etmiştir. Delâilü’n-nübüvve*, mevlid ve benzeri eserlerde “nûr-i Muhammedî”, “nûr-i nübüvvet” diye söz konusu edilen nur budur. Ayrıca kaynaklar, Hz. Peygamber’in ana rahmine intikalinden doğumuna kadar geçen süre içinde bazı fevkalâde olayların meydana geldiğini ve bunların bir kısmına Âmine’nin de şahit olduğunu ifade eden birçok rivayet kaydederler. Bu tür rivayetler eski müelliflerce ihtiyatla karşılandığı gibi (bk. İbn Hişâm, I, 157-158) yeni araştırıcılar tarafından da tenkide tâbi tutulmuş ve genellikle doğruluklarının sabit olmadığı kanaatine varılmıştır (bk. Abdurrahman el-Vekîl, II, 142 not: 1, 150 not: 3, 172-173 not: 1; M. Halîl Herrâs, I, 113 not: 2). Hemen hemen ilgili bütün kaynaklarda yer alan ve sahih hadis olarak nakledilen bir rivayette, Hz. Peygamber kendisinin “hâtemü’n-nebiyyîn” (nebîlerin sonuncusu) olduğunu ifade ederken diğer bütün peygamberlerin anneleri gibi kendi annesinin de oğlu için bir rüya gördüğünden bahsetmektedir. Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde üç ayrı yerde geçen (IV, 127, 128; V, 262) hadisin bir rivayeti ile Heysemî’nin kaydettiği bir rivayette (VIII, 223) sözü edilen rüyanın konusuna temas edilmemekte, fakat diğer rivayetlerde rüyada Dımaşk veya Busrâ’daki sarayları aydınlatacak şekilde güçlü bir nur görüldüğü ifade edilmektedir. Hadisin arzettiği bu farklı muhtevadan hareket eden bazı araştırmacılar, hadiste rüyanın mahiyetinden bahseden kısmın metne sonradan ilâve edildiğini ileri sürmüşlerdir (bk. M. Halîl Herrâs, I, 114 not: 5). Söz konusu kısım sahih rivayetin bir parçasını teşkil etse bile rüyaya dayalı bir olay olduğundan bunun yadırganacak veya tenkite tâbi tutulacak bir özelliği yoktur. Süleyman Çelebi’ye ait Vesîletü’n-necât’ta ve bugünkü şekliyle Mevlid’in vilâdet bahrinde de göze çarpan bu tür ifadeler, bütün müslümanların gönlünde en mûtena mevkiyi işgal eden Hz. Muhammed’in etrafında hâlelenen sevginin tecellileri kabul edilmelidir.

Âmine doğumdan sonra çocuğunu bir süre yanında tutmuş, ardından da sütanneye vermiştir. Muhtemelen dört yaşlarında onu tekrar yanına almış ve iki yıl daha onunla beraber kalmıştır. Belâzürî’nin tercihine göre (I, 94) Hz. Peygamber altı yaşında iken Âmine, oğlu ve Ümmü Eymen adındaki câriyesiyle birlikte Medine’ye gitmek üzere yola çıkmıştır. Yolculuğun amacı, Abdülmuttalib’in annesi dolayısıyla ailenin dayıları sayılan Benî Neccâr mensuplarını ve Abdullah’ın kabrini ziyaret etmekti. Ancak Âmine Medine’de bir ay kaldıktan sonra Mekke’ye dönerken çok genç yaşta Ebvâ’da ölmüştür (m. 576 veya 577). Kaynakların büyük bir kısmı Âmine’nin Ebvâ’da öldüğünü belirttikleri halde bazıları onun Mekke’de vefat ettiğini zikreder. İbn Sa‘d bu ikinci rivayeti kaydettikten sonra bunun yanlış olduğunu ilâve eder ve kabrinin Ebvâ’da bulunduğunu hatırlatır (I, 116-117). Ayrıca Hz. Peygamber’in, hicretin altıncı yılında annesinin Ebvâ’da bulunan kabrini ziyaret ettiği ve onun rikkat ve şefkatini hatırlayarak gözlerinin yaşardığı bilinmektedir. Diyârbekrî, Âmine’nin Ebvâ’da ölüp orada defnedildiğini, ancak daha sonra mezarının Mekke’ye nakledilmiş olabileceğini ileri sürerse (I, 238) de bu, tatminkâr görünmemektedir. Evliya Çelebi de Âmine’nin Ebvâ’da vefat edip defnedildiği, bazılarına göre ise burada vefat etmekle birlikte cenazesinin Mekke’ye nakledildiği rivayetlerini kaydettikten sonra, “sika-i ehl-i siyer”in, hicretin altıncı yılında Peygamber tarafından Ebvâ’dan Medine’ye nakl-i kabir yapıldığını ve orada sütannesi Halîme’nin kabrinin yanına konulduğunu naklettiklerini ve kabrin kendi zamanında ziyaret edildiğini söyler (IX, 652). Ancak bu son rivayeti ilgili kaynaklarda bulmak mümkün olmamıştır. Ayrıca Hz. Peygamber’in nakl-i kabir yapma ihtimali de vârit görülmemektedir. Belâzürî’nin kaydettiğine göre (I, 95; krş. İA, IV, 103), Uhud Savaşı sırasında Kureyş ileri gelenlerinden bazıları Âmine’nin Ebvâ’daki mezarından naaşını çıkarıp götürmek ve Hz. Peygamber’e karşı kullanmak istemiş, fakat diğerleri buna rıza göstermemiştir. Bu rivayetin doğruluğunu ispat etmek mümkün olmadığı gibi böyle bir teşebbüsün gerçekleşme ihtimali de zayıf görünmektedir.

Âmine Abdullah’ın vefatından sonra bir daha evlenmemiştir. Hz. Muhammed’den başka çocuğu olduğu da bilinmemektedir. Onun, dinî sorumluluğu bulunmayan fetret* ehli statüsünde kabul edilmesi mümkün olduğu gibi Hz. Peygamber’in özel duasına mazhar olması ihtimali de mevcuttur. Başta Türkler olmak üzere bütün müslüman milletler tarafından Resûl-i Ekrem’e karşı duyulan derin sevgi, onun zevcelerinin, kızlarının, sütannesi Halîme ve annesi Âmine’nin (Türkçe şekliyle Emine) adlarını yaşatmak şeklinde de kendini göstermiştir. Bu husus da Âmine’nin âhiret saadeti için bir nevi dua ve niyaz kabul edilmelidir (Hz. Peygamber’in annesinin ve babasının âhiret hayatındaki durumlarına dair yazılan eserler için bk. FETRET).

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, IV, 127, 128; V, 262; İbn İshak, es-Sîre, s. 19-28; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 110, 156-168; İbn Sa‘d, et-Tabakat, I, 59-60, 94-99, 101-103, 116-117; Belâzürî, Ensâb, I, 79-81, 91-95; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), II, 156-166; Beyhakî, Delâǿilü’n-nübüvve (nşr. Abdülmu‘tî Kal‘acî), Beyrut 1405/1985, I, 80-85, 102-114, 187-188; Süheylî, er-Ravzü’l-ünüf (nşr. Abdurrahman el-Vekîl), Kahire 1387-90/1967-70, II, 135-151, 172-173, 179-188; İbn Kesîr, es-Sîretü’n-nebeviyye (nşr. Mustafa Abdülvâhid), Beyrut 1396/1976, I, 177, 180, 198-208, 211-229, 235; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, Kahire 1923-85, XVI, 56-72, 87; Heysemî, MecmauǾz-zevâid, Beyrut, ts. (Dârü’l-Kitâb), VIII, 223; Süleyman Çelebi, Vesîletü’n-necât (Mevlid) (nşr. Ahmed Ateş), Ankara 1954, s. 103-104, 106-111; Süyûtî, el-Hasâǿisü’l-kübrâ (nşr. M. Halîl Herrâs), Kahire 1386-87/1967, I, 99-107, 113-132; Diyârbekrî, Târîhu’l-hamîs, I, 183-186, 195-198, 200-204, 229-230, 238; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, IX, 652; Zürkanî, Şerhu’l-Mevâhib, Kahire 1329 → Beyrut 1393/1973, I, 101-123, 163-166; Abdurrahman el-Vekîl, er-Ravzü’l-ünüf [Süheylî], Kahire 1387-90/1967-70, II, 142 not: 1; 150 not: 3; 172-173 not: 1; M. Halîl Herrâs, el-Hasâǿisü’l-kübrâ [Süyûtî], Kahire 1386-87/1967, I, 113 not: 2; 114 not: 5; Fr. Buhl, “Âmine”, İA, I, 406; a.mlf., “Ebvâ”, a.e., IV, 103; W. Montgomery Watt, “al-Abwāǿ”, EI² (İng.), I, 169; a.mlf., “Āmina”, a.e., I, 438.

Bekir Topaloğlu