ALİ ŞÎRUGANÎ

(ö. 1126/1714)

Türk mûsikisinde en çok dinî eser besteleyen Gülşenî şeyhi.

Kaynaklarda adıyla birlikte zikredilen “şîruganî” kelimesinin ne anlama geldiği tesbit edilememiştir. İstanbul’da doğdu. Doğum tarihi, ailesi ve tahsili hakkında bilgi bulunmamakta ise de iyi bir mûsiki öğrenimi gördüğü anlaşılmaktadır. Gülşeniyye tarikatına intisap ederek tasavvufî bilgisini ilerletti. Şehremini’deki Hulvî Tekkesi şeyhi Sinan Efendi’nin 1107’de (1695-96) vefatı üzerine bu dergâha şeyh tayin edildi ve vefatına kadar bu görevde kaldı. Kabri aynı dergâhın hazîresindedir.

Ölümünden sonra burası Şîruganî Tekkesi adıyla anılmaya başlandı. Güldeste’de Bursalı Muhzirzâde Sâlih Çelebi’den (ö. 1666) bahsedilirken, “İstanbul’da ilm-i mûsikînin peder ü mâderi üstâd-ı nâdirü’l-misl Gülşenî Derviş Ali’den ta‘lîm-i ezkâr ve esvât etmekle ...” şeklindeki ifadeye bakılarak Şîruganî’nin uzun bir hayat sürdüğü söylenebilir. IV. Mehmed devrinde (1648-1687) şöhretinin en parlak zamanını yaşayan Ali Şîruganî, tasavvuftaki mevkii yanında asıl haklı ününü mûsikide kazanmıştır. Yaptığı dinî ve din dışı bestelerle zamanının önemli bestekârları arasında yer almış, Atrabü’l-âsâr’da belirtildiğine göre 600’ün üzerinde dinî, 100’ün üzerinde de din dışı eser bestelemiştir.

Eserlerine, çeşitli el yazması güfte mecmualarında daha çok Dede, bazan da Dede Sinânî, Ali Dede, Derviş Ali, Derviş Ali Sinânî, Derviş Ali Halvetî, Dede-i Atîk adlarıyla rastlanmaktadır. Dede-i Atîk tabiri, büyük bir ihtimalle, Türk mûsikisinin diğer bir meşhur bestekârı olan ve kaynakların çoğunda Dede Efendi diye anılan Hammâmîzâde İsmâil Dede (ö. 1846) ile karıştırılmaması için kullanılmış olmalıdır. Savt*, tesbîh*, tevşîh*, durak* ve ilâhilerden müteşekkil dinî bestelerinden yaklaşık 450’sinin güftesi tesbit edilmiştir. Zâkirler ve müezzinler tarafından büyük bir rağbetle okunan eserleri arasında durakları, dinî mûsikinin en parlak besteleri arasında sayılmaktadır. Dinî eserlerinde genellikle Abdülahad Nûri, Abdülkerim Fethî, Eşrefoğlu Rûmî, Îsâ Mahvî, Niyâzî-i Mısrî ve Şemseddin Sivâsî gibi mutasavvıf-şairlerle İkbâlî mahlasını kullanan Sultan II. Mustafa’nın şiirlerini bestelemiş, bunlardan yaklaşık yirmi beşinin notası günümüze ulaşmıştır. Ancak bestelediği murabba ve semâilerden hiçbirisi zamanımıza ulaşmamıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Belîğ, Güldeste, s. 526; Esad Efendi, Atrabü’l-âsâr, Millet Ktp., Ali Emîrî, T, nr. 706, s. 70-71; Müstakimzâde, Mecmûa-i İlâhiyyât, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3397, vr. 2ª, 3b, 28ª; Osmanlı Müellifleri, I, 61; Türk Musikisi Klasiklerinden Mevlit Tevşihleri (İstanbul Konservatuarı neşriyatı), İstanbul 1931, I, 5, 28-29; Türk Musikisi Klasiklerinden İlâhîler (İstanbul Konservatuarı neşriyatı), İstanbul 1933, II, 67; Ezgi, Türk Musikisi, II, 59-60, 63, 113; III, 60-61; IV, 39-40; a.mlf., Türk Musikisi Klâsiklerinden Temcit - Na’t - Salât - Durak, İstanbul 1946, s. 28-29, 49-54, 59-60; Ergun, Antoloji, I, 136-142, 183-260; Şengel, İlâhîler, I, 85, 121; II, 42; Töre, İlâhiler, V, 57; VI, 88; Nuri Özcan, Onsekizinci Asırda Osmanlılarda Dînî Mûsikî (doktora tezi, 1982), MÜ İlâhiyat Fak., s. 194-663; İlâhîler (Yapı ve Kredi Bankası Yayınları), İstanbul 1986, s. 18, 78, 138; Zâkir Şükrü, Mecmûa-i Tekâyâ (Akbatu), IV/3, s. 66; Öztuna, TMA, I, 34-35.

Nuri Özcan