ALATURKA

Önceleri yalnız mûsikide, daha sonra başka alanlarda da kullanılan bir terim.

Batı dillerinde kullanılan İtalyanca alla turca (Türk tarzında) teriminin Türkçe’deki söyleniş şeklidir. Osmanlı ordusu ile elçi alaylarında yer alan mehter


takımının Avrupa’da bıraktığı tesir altında doğmuş, önce yalnız bir müzik terimi olarak kullanılırken sonraları Avrupa’ya Türkler tarafından tanıtılan çeşitli yenilikleri de içine alan genel anlamda bir terim haline gelmiştir.

Mehter takımının daha çok Doğu ve Orta Avrupa’yı etkilemiş olmasına rağmen terimin İtalyanca’dan gelmesi, bu dilin klasik Batı müziğinin terminoloji dili olması sebebiyledir. İlk defa İtalyan asıllı Fransız besteci Giovanni Battista Lulli (ö. 1687), Molière’in Kibarlık Budalası için yaptığı müziğe “alla turca” adını vermiş, özellikle XVIII. yüzyılın Alman bestecileri de bu ismi severek kullanmışlardır. Avrupa sosyal hayatı üzerinde derin izler bırakan II. Viyana muhasarası (1683) sırasında, mehter takımının hâfızalardaki eski hâtırası güçlü biçimde tekrar canlanmış ve bunun en etkileyici unsurları olan kös, davul, nakkare, üçköşe ve ziller, XVIII. yüzyılın başlarında davul, timpani, senbal ve triangl olarak orkestraya dahil edilmişlerdir. Orkestranın aldığı bu yeni ve zengin şekil üzerine Gluck, Haydn ve Mozart gibi Alman besteciler “Janitscharenmusik” (yeniçeri müziği) adını verdikleri Osmanlı askerî mûsikisini hatırlatacak ritim ve nağme düzeni içinde bazı kısa besteler yapmışlar ve “marcia alla turca” (Türk tarzında marş) veya sadece “alla turca” adını verdikleri bu parçaları senfonik eserleri içinde birer bölüm olarak kullanmışlardır. Aynı adı taşıyan bu tip besteler daha sonra Grétry, Weber, Beethoven, Rossini, Sir Henry Bishop ve Saint Saëns gibi kompozitörler tarafından da yapılmıştır. Mozart’ın K. 331 La Majör Piyano Sonatı ile Beethoven’in op. 113 Atina Harabeleri Uvertürü’nün içinde yer alan parçalar en tanınmış “alla turca”lardır.

Tanzimat’tan sonra Muzıka-i Hümâyun’a alınan yabancı şef ve çalgıcılar aracılığıyla Türkçe’ye alaturka şeklinde giren terim, Avrupa’daki kullanılışından farklı ve yanlış olarak, yabancıların bestelediği Türk tarzı eserler için değil, gerçek Türk mûsikisi için kullanılmıştır. Ayrıca bu terim Avrupa’da Türkler aleyhine bir küçümseme veya hakaret anlamı taşımadığı halde, Osmanlı sarayındaki Batılılaşma cereyanı içinde, Avrupaî olmayan, Türk-İslâm geleneklerine bağlı maddî ve mânevî pek çok özelliği de içine alan “ilkel, kaba, rüküş” karşılığı bir terim haline gelmiştir. Alaturka teriminin halk arasında yerleşmesi üzerine, bunun karşıtı da “Avrupaî” anlamında alafranga (Frenk usulü) şeklinde, Batı dillerinde bulunmayan bir yapma kelimeyle ifade edilmeye başlanmıştır. Takvim ve saatte milletlerarası esasların kabulünden önce hicrî-kamerî (Arabî) takvimin yanı sıra, yeni sistemin kabulünden sonra da bir süre daha halk arasında yaygın olan Türkler’in kullandığı hicrî-şemsî (Rûmî) takvime, yeni takvimden (alafranga) ayırt edilebilmesi için “alaturka takvim”, güneşin batışını 12.00 kabul eden ezanî saate de yine alafranga saatten ayırt edilebilmesi için “alaturka saat” denilmiştir.

Müzikolog Hüseyin Sadeddin Arel’in “Türk mûsikisi” yerine kullanılmaması için büyük çaba harcadığı alaturka kelimesi ile bir dönem onunla birlikte Doğu-Batı kültür çatışmasını sembolleştiren alafranga kelimesi artık eskisi kadar rağbet görmemektedir. Alaturka, bugün Türkiye’de ve Batı dünyasında hemen sadece ayak taşlı helâ ile klozeti (alafranga helâ) ayırmak için söylenmekte (bk. ABDESTHANE), yine Batı’da bunun dışında yalnız cezve ile pişirilen kahveye “café alla turca” denilmektedir (ayrıca bk. MEHTER, TUĞ).

BİBLİYOGRAFYA:

Mahmud Ragıp Kösemihal (Gazimihal), Türkiye-Avrupa Musiki Münasebetleri, İstanbul 1939, s. 24-26, 32-33, 55-59; a.mlf., Türk Askeri Muzıkaları Tarihi, İstanbul 1955, s. 33-38; a.mlf., Musiki Sözlüğü, İstanbul 1961, s. 9, 151; Haydar Sanal, Mehter Musikisi, İstanbul 1964, s. 83, 90; Öztuna, TMA, I, 27; II/2, s. 342.

Cinuçen Tanrıkorur