ALÂEDDİN ATTÂR

علاء الدين عطّار

Muhammed b. Muhammed el-Buhârî (ö. 802/1400)

Nakşibendiyye tarikatının kurucusu Bahâeddin Nakşibend’in halifelerinden biri.

Hârizm’den Buhara’ya göç eden bir tüccarın üç oğlundan en küçüğüdür. Babası vefat edince kendisine düşen mirası almayıp Buhara’daki medreselerden birinde zâhidâne bir hayat sürmeye başladı. Tesadüfen bu medreseye uğrayan Hâce Bahâeddin Nakşibend durumunu beğenince onu mânevî evlât edindi ve kızıyla evlendirdi. Bu evlilikten oğlu Hasan dünyaya geldi. Bahâeddin Nakşibend, Attâr’a hemen zikir telkin etmeyip önce onu denemek ve nefis terbiyesinden geçirmek için odun toplamak ve Buhara çarşılarında yalın ayak elma satmakla görevlendirdi. Attâr şehrin itibarlı tüccarlarından olan iki kardeşinin hoşnutsuzluğuna rağmen bu vazifeleri


severek yerine getirdi. Bir müddet sonra Bahâeddin kendisine zikir telkin edip onu sürekli sohbetinde bulundurmaya başladı. Kısa sürede şeyhin en seçkin müridi oldu ve mübtedî*lerin terbiyesiyle görevlendirildi.

Bahâeddin Nakşibend 791’de (1389) vefat edince, daha önce halife tayin ettiği Muhammed Pârsâ da dahil olmak üzere bütün müridleri Alâeddin Attâr’a biat ettiler. Buhara’da on yıl irşad faaliyetinde bulunduktan sonra 2 Receb 802 (28 Şubat 1400) tarihinde hastalandı. Yakında öleceğini söyleyerek müridlerine sünnete sımsıkı bağlı kalmalarını, Nakşibendî tarikatı usullerine her zaman riayet etmelerini ve arkasından yas tutmamalarını vasiyet etti. On sekiz gün sonra da vefat etti. Buhara yakınlarındaki Çaganiyân (veya Nevçaganiyân) köyünde toprağa verildi.

Alâeddin Attâr vefat etmeden önce her biri belli bir bölgeden sorumlu on halife tayin etti. Nakşibendî tarikatı bu halifeler sayesinde Buhara’nın dışına yayıldı. Müridlerinden Seyyid Şerif Cürcânî’nin, “Hâce Alâeddin Attâr’ın hizmetine girmeden Allah Teâlâ’yı tanıyamadım” dediği rivayet olunur. Nakşibendî tarikatının devamını sağlamak bakımından Attâr’ın en önemli halifeleri Câmî ve Nevâî’nin mürşidi Sa‘deddîn-i Kâşgarî’nin şeyhi Mevlânâ Nizâmeddin Hâmûş ile Hâce Ubeydullah Ahrâr’ın mürşidi Ya‘kub-ı Çerhî’dir.

Alâeddin Attâr, gaybet* ve huzur* hallerini tasavvufun esası sayar. Bu hallerin de aşk ve muhabbet nisbetinde gerçekleşeceğini ifade eder. Cehrî zikri kabul etmekle birlikte daha çok hafî zikir üzerinde durur. Nefiy ve isbat* usulünden çok murakabe* esasına ağırlık verir. Velîlerin kabirlerini ziyaret edip ruhlarına teveccüh etmekten bahseder; ancak mahlûkun yakınında bulunmaktansa Hakk’ın civarında bulunmanın daha doğru olacağını söyler.

Attâr’a, Bahâeddin Nakşibend’in sözlerini ve menkıbelerini toplayan Makamât-ı Bahâeddîn Nakşibend adlı bir eser atfedilmektedir. Selâhaddin b. Mübârek, Bahâeddin’in menâkıbına dair Enîsü’t-tâlibîn adlı eserini yazarken muhtemelen bu eserden geniş ölçüde faydalanmıştır. Muhammed Pârsâ’nın (ö. 822/1419) Attâr’ın sohbet meclislerinde kaydettiği konuşmalardan bir kısmı, yirmi yedi parça halinde Reşehât’ta nakledilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Muhammed Pârsâ, Kudsiyye, İstanbul 1291, s. 118-145; a.e. (nşr. Muhammed Tâhir Irâkı), Tahran 1354 hş./1975, s. 7; Câmî, Nefehât, s. 389-392; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 428-431; Muhammed b. Hüseyin Kazvînî, Silsilenâme-i Hâcegân-ı Nakşibend, Süleymaniye Ktp., Laleli, nr. 1381, vr. 9ª; Ali b. Hüseyin Vâiz el-Kâşifî, Reşehât, Taşkent 1329, s. 81-92; İzzî, Tercüme-i Enîsü’t-tâlibîn, İstanbul 1328; Abdülmecîd el-Hânî, el-Hadâiku’l-verdiyye, Kahire 1308, s. 14; Hasan Shushud, Masters of Wisdom of Central Asia, Oxford 1983, s. 56-63.

Hamid Algar