AHMED el-MANSÛR

أحمد المنصور

Ebü’l-Abbâs Ahmed el-Mansûr-Billâh b. Muhammed el-Mehdî es-Sa‘dî (ö. 1012/1603)

Fas sultanı (1578-1603)

956 (1549) yılında Fas’ta doğdu. Babası, hânedanın ikinci sultanı olan Muhammed eş-Şeyh el-Mehdî, annesi hayır ve hasenâtıyla meşhur


Mes‘ûde bint Ebü’l-Abbas Ahmed’dir. Ahmed el-Mansûr devrin ünlü bilginlerinden fıkıh, hadis ve sarf-nahiv okudu. Çeşitli askerî görevlerde bulunduktan sonra büyük kardeşi Ebû Mervân Abdülmelik ile birlikte, tahtı ele geçiren yeğenleri Muhammed el-Mütevekkil’e karşı mücadeleye girişti. Bir ara ağabeyi ile birlikte Cezayir’e sürüldü. Cezayir’e hâkim olan Osmanlı Devleti, Kuzey Afrika siyasetine uygun olarak Fas hükümdarlığına Ebû Mervân Abdülmelik’i getirmeyi arzu ediyordu. Cezayir beylerbeyi Ramazan Paşa’nın yardımı ile yeğeni Muhammed el-Mütevekkil’i mağlûp ederek tahta çıkan Abdülmelik, Ahmed el-Mansûr’u veliaht tayin etti (983/1575-76).

İki yıl sonra Muhammed el-Mütevekkil’in, dostu olan Portekiz Kralı Sebastiyan’dan yardım istemesi ve kralın da 80.000 kişilik ordusuyla Fas’a çıkması üzerine veliaht Ahmed, kardeşi Abdülmelik’in yanında, Kasrülkebîr yakınında meydana gelen meşhur Vâdilmehâzin Savaşı’na katıldı (4 Ağustos 1578). Bu savaşta Portekiz ordusunun hemen hemen tamamı, Abdülmelik’e yardım eden Türk kuvvetleri sayesinde imha edildi, geri kalanları da esir alındı; Kral Sebastiyan ise kaçarken nehirde boğularak öldü. Abdülmelik de savaş meydanında can verdi. Onun ölümü üzerine veliaht Ahmed aynı gün el-Mansûr unvanıyla sultan ilân edildi. 14 Ağustos 1578’de Fas’a girdi ve biat yenilendi. Ahmed el-Mansûr Vâdilmehâzin Savaşı’ndan sonra Osmanlı Sultanı III. Murad’a ve diğer müslüman hükümdarlara yolladığı beşâretnâme*lerle bu zaferi müjdeledi. Bunun üzerine müslüman ve gayri müslim pek çok hükümdar değerli hediyeler gönderip hem bu zafer hem de tahta geçişi dolayısıyla kendisini tebrik ettiler.

Büyük ümitlerle tahta çıkan Ahmed el-Mansûr öncelikle içteki çeşitli meseleleri halletti. Daha sonra ordu ve saray teşkilâtını Osmanlılar’ı örnek alarak yeniden tanzim etti. Kumandanlarına “beylerbeyi” ve “paşa” gibi Türk unvanları verdi.

Osmanlı Padişahı III. Murad’ın gönderdiği hediyeleri az bulan Ahmed el-Mansûr’un onun tebrik mesajına cevap vermeyi ihmal etmesi Sa‘dîler’le Osmanlılar arasındaki münasebetlerin bozulmasına sebep oldu. Kaptanıderyâ Kılıç Ali Paşa (Uluç Ali Paşa) Ahmed el-Mansûr’u sevmediği için Sultan Murad’ı Mağrib’e asker sevketmeye teşvik etti ve sonunda padişah, Ahmed el-Mansûr’un üzerine bir ordu göndermeye karar verdi. O bunu haber alır almaz meşhur kumandanı Ebü’l-Abbas Ahmed ile kâtibi Ahmed b. Yahyâ’yı değerli hediyelerle İstanbul’a gönderdi. Kılıç Ali Paşa yolda karşılaştığı bu iki elçiyi geri çevirmek istedi. Daha sonra kumandanı yanında alıkoyup kâtibin İstanbul’a gitmesine izin verdi. Ahmed b. Yahyâ, Ahmed el-Mansûr’un gönderdiği hediyeleri III. Murad’a takdim etti ve mesajını iletip özür diledi. III. Murad hediyeleri ve sultanın mazeretini kabul etti; Kılıç Ali Paşa’ya da geri dönmesini emretti. Böylece iki devlet arasındaki münasebetler düzeldi ve karşılıklı olarak elçiler gidip geldi. Osmanlı ordusunun Mağrib’e hareketini haber alınca Fas’a kaçan Ahmed el-Mansûr da geri döndü ve âdeta halife gibi Sahih-i Buhârî okunarak karşılandı (1581).

Çeyrek asır devam eden hükümdarlığında Ahmed el-Mansûr’u meşgul eden başlıca meseleler, yeğeni Dâvûd b. Abdülmü’min’in isyanı (1579), Hlotlar’ın çıkardığı karışıklıklar, kendini halife ilân eden Karakuş’un (1585), Nâsır b. Abdullah el-Galib’in (1594) ve veliaht oğlu Me’mûn’un isyanları olup hepsi kısa sürede bastırılmış ve devlet otoritesi sağlanmıştır. Askerî sahadaki başarıları arasında, Sahra üzerine büyük bir ordu sevkederek burayı hâkimiyeti altına alması (1581), Sudan’ı istilâ etmesi (1591) ve Tinbüktü’ye girerek başta tanınmış âlim Ahmed Baba olmak üzere çok sayıda âlim ve fakihi Merakeş’e göndermesi sayılabilir. Ahmed el-Mansûr’un Sudan’ı bütün müslümanları kendi idaresi altında toplamak gibi siyasî maksatla zaptettiği söylenirse de asıl gayesi oradaki zengin altın yataklarını ele geçirmek ve bunları işleterek servet sahibi olmaktı. Nitekim bundan dolayı kendisine “Zehebî” lakabı verilmiştir.

Ahmed el-Mansur hem müslüman hem de gayri müslim hükümdarlarla diplomatik münasebetler kurmuş ve başarılı sonuçlar elde ederek bu sahadaki maharetini ispat etmiştir. Mısır ve Hicaz emîrleriyle devamlı irtibat halinde olmuş ve Mısırlı meşhur bilginlerin de desteğini sağlamıştır. İspanya Kralı II. Philip onun, kendi hâkimiyetinde bulunan Portekiz’deki taht iddiacılarını desteklemesine mâni olmak için Asîle’yi Sa‘dîler’e terketmiştir (1592). İngiltere’yle karşılıklı dostluk ve yardımlaşmaya dayanan bir iş birliği tesis etmiş, hatta İngiltere Kraliçesi Elizabeth ile İspanya’ya karşı ortak bir sefer düzenlemeyi kararlaştırmışlarsa da her ikisinin de aynı yıl vuku bulan ölümleri buna engel olmuştur. Fransa ile ilişkiler daha dar bir çerçeve içinde tutulmuştur. Zaten Fransa kırk yıl süren iç savaşlarla meşgul olduğundan buna imkân bulamamıştır. Ahmed el-Mansûr aynı başarıyı, başlangıçtaki hatalı davranışları bir yana bırakılırsa, Osmanlılar’la olan münasebetlerinde de göstermiş ve Osmanlı kuvvetlerinin Mağrib üzerine yürümesine mâni olmuştur. Onun siyasî sahadaki en büyük hatası, idarî kabiliyeti olmamasına ve kötü ahlâkına rağmen oğlu Me’mûn’u veliaht tayin etmekte ısrar etmesidir.

Son yılları oğullarının çıkardığı olaylar ve huzursuzluklarla geçti. Saltanatı boyunca başşehir Merakeş’ten pek az ayrılan Ahmed el-Mansûr, oğlu Me’mûn’u veliahtlıktan azl ve hapsettikten sonra tekrar Merakeş’e dönmeye karar verdiyse de bu sırada çıkan veba salgını sebebiyle şehre dönmekten vazgeçti ve Fas yakınında el-Medînetülbeyzâ’daki sarayına gitti; bir müddet sonra orada öldü (11 Rebîülevvel 1012/19 Ağustos 1603). Başka bir rivayete göre ise oğlu Ebû Fâris’i veliaht tayin etmek istediği için diğer oğlu Zeydân’ın annesi tarafından zehirlenerek öldürülmüştür. Naaşı, vasiyeti gereğince daha sonra Merakeş’e nakledilerek Mansûr Camii yanında inşa ettirdiği türbeye defnedildi.

Uzun boylu, geniş omuzlu, açık tenli ve siyah saçlı bir kişi olan Ahmed el-Mansûr iyi bir diplomat ve güçlü bir devlet adamıydı. Önemli işlerde istişareyi ihmal etmezdi. Çarşamba günleri, müşavere ve divan günüydü. O gün ileri gelen devlet adamlarıyla görüşür, fikirlerini alır ve halkın şikâyetlerini dinlerdi. Sa‘dîler en parlak devrini onun zamanında yaşamıştır.

Ahmed el-Mansûr, Vâdilmehâzin Savaşı’nda elde ettiği ganimet, esirlerden aldığı fidyeler ve Sudan’ın zaptedilmesiyle sahip olduğu servetle bazı ıslahat ve imar faaliyetlerinde bulundu. Köprüler, kaleler ve Merakeş’te yaklaşık yirmi yılda tamamlanan Kasrülbedî‘ adlı muhteşem bir saray yaptırdı. Şeker kamışı üretimine ve şeker sanayiine büyük önem verdi. Şekerin ihraç malları arasında önemli bir yeri vardı. Bu arada yeni ticarî vergiler ihdas etti ve vergilerin nakit yerine aynî olarak ödenmesini istedi. Vergilerin çok ve ağır olması


pahalılığa ve halk arasında huzursuzluklara sebep oldu. Hatta halk bu yüzden Nâsır b. Abdullah’ın isyanını destekledi.

Onun zamanında mevlid kandilleri ve ramazan bayramları resmî bayram olarak kutlanır, törenlere ülkenin her tarafından gelen bilginler, sûfîler ve devlet adamları katılırdı. Ayrıca fakir çocukları sünnet ettirir ve onlara hediyeler dağıtırdı. Onun giydiği ve bundan dolayı mansûrîyye adını alan bir elbise çeşidi daha sonra fakihler ve devlet adamları tarafından da giyilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Les Sources inédites de L’Histoire du Maroc, Archives et Bibliothèques d’Angleterre (nşr. Henry de Castries), Paris 1918, I, 490-514; İbnü’l-Kadî, Cezvetü’l-iktibâs, Rabat 197-374, I, 114-116; Mehmed b. Mehmed, Nuhbetü’t-tevârîh ve’l-ahbâr, İstanbul 1276, s. 134; Muhibbî, Hulâsatü’l-eser, I, 222-225; Müneccimbaşı, Sahâifü’l-ahbâr, İstanbul 1285, III, 263; Ahmed es-Selâvî, Kitâbü’l-İstiksâ (nşr. Ca‘fer en-Nâsırî - Muhammed en-Nâsırî), Dârülbeyzâ 1954-56, V, 89-194; Hammer (Atâ Bey), VII, 44 vd., 110; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/2, s. 222-223, 268-269; Ziriklî, el-Alâm, I, 224; Abdülkerîm Kerîm, el-Magrib fî ahdi’d-devleti’s-Sadiyye, Rabat 1398/1978, s. 97-336; İbrâhim Harekât, el-Magrib abre’t-târîh, Rabat 1405/1985, II, 262-277; a.mlf., es-Siyâse ve’l-müctemea fi’l-asri’s-Sadî, Dârülbeyzâ 1408/1987, s. 75-89; Jamil M. Abu’n-Nasr, A History of the Maghrib in the Islamic Period, London 1987, s. 14, 214-219, 220, 223, 231-232, 234; C. Funck-Brentano, “Mansur”, İA, VII, 296-300; Bekir Kütükoğlu, “Murad III”, İA, VIII, 621-622; A. Cour, “Sa‘dîler”, İA, X, 43; E. Lévi-Provençal, “Ahmad al-Mansur”, EI² (İng.), I, 288-289; R. Le Tourneau, “Fas”, EI² (İng.), II, 819.

Hulûsi Yavuz