AHKAF SÛRESİ

سورة الأحقاف

Kur’ân-ı Kerîm’in kırk altıncı sûresi.

Ahkaf, lugatta “uzun, meyilli ve yüksekçe kum yığını” mânasına gelen hıkfın çoğulu olup, “eğri büğrü kum tepeleri” demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de Âd kavmi’nin, Hz. Hûd tarafından imana davet edildikleri sırada yaşadıkları yerin adı olarak geçer. Kaynaklarda bu yerle ilgili farklı bilgiler verilmektedir. Buranın Yemen’in Sihr mıntıkasında denize bakan yüksek kumluk bölge, Arabistan’ın güneyinde Uman ile Mehre arasında bir vadi veya Uman ile Hadramut arasında kalan geniş kum çölü olduğu ileri sürülmüştür. Araplar, umumiyetle yarımadanın güneyindeki kendilerince fazla bilinmeyen kum çölüne bu adı verirlerdi.

Ahkaf sûresi, adını yirmi birinci âyette geçen ahkaf kelimesinden almıştır; “hâ-mîm” ile başlayan ve Mushaf’ta ardarda dizilmiş bulunan yedi sûrenin


sonuncusudur. Mekke devrinde Câsiye sûresinden sonra nâzil olmuştur. On, on beş ve otuz beşinci âyetlerinin Medenî olduğu da rivayet edilmiştir. Otuz beş âyettir; sûre evvelindeki “hâ-mîm”i tek başına bir âyet saymayanlara göre ise otuz dört âyettir. Fâsılaları nûn (ن) ve mîm (م) harfleridir.

Konusu bakımından kendisinden önceki Câsiye sûresinin devamı mahiyetinde olan Ahkaf sûresindeki âyetleri muhteva yönünden beş grupta mütalaa etmek mümkündür. 1-6. âyetlerde, Kur’ân-ı Kerîm’in Allah tarafından indirilmiş bir kitap olduğuna işaret edildikten sonra Allah’ın göğü, yeri ve diğer varlıkları belli bir süre içinde ve bir gayeye bağlı olarak yarattığı, bu gerçek apaçık ortadayken Allah’tan başka tanrılar edinmenin mânasızlığı, haklarında akla veya nakle dayalı hiçbir delil bulunmayan, sürekli yakarılsa da kıyamete kadar hiçbir karşılık veremeyecek olan putlara tapmanın saçmalığı çarpıcı bir şekilde ortaya konur; bunun ne kötü bir sapıklık olduğuna dikkat çekilir. 7-14. âyetlerde, vahyin gerçekliği ve buna bağlı olarak Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğu, Kur’an’ın şüphe götürmez üstünlüğü, iman davasının haklılığı, müşriklerin bile bile gerçeği kabule yanaşmadıkları anlatılır. 15-20. âyetlerde, imanın iyilik ve ahlâkla, inkârın da kötülük ve ahlâksızlıkla olan ilişkisi konu edilir. Gerçek müminin aile ve sosyal çevresiyle olan iyi münasebetleri üzerinde durulur. Allah’a ve âhiret gününe inanan insanın Allah’ın emrine uyarak O’nun rızasını iyi davranışlarda araması ve iyiliğin her şeyden önce en yakınlara, özellikle ana ve babaya yapılması gerektiğine işaret edilir. Kendisini büyütmek ve yetiştirmek için birçok sıkıntılara katlanan ana babasına karşı saygılı davranmayan, onların öğütlerini dinlemeyenlerin âhirette azap görecekleri ihtar edilir. 21-29. âyetlerde, Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber’e ve müminlere karşı takındıkları olumsuz tavırdan vazgeçip öğüt almaları için kendilerine Âd kavminin uğradığı âkıbet hatırlatılır. Hz. Hûd’un Âd kavmini, putları bırakıp yalnız Allah’a kulluk etmeleri, aksi halde büyük bir felâkete uğrayacaklarını haber vererek uyardığı, buna rağmen onların küfür ve inkârda ısrar ettikleri, Allah’ın da onları, inkâr ve taşkınlıklarının cezası olarak, her şeyi yıkıp yok eden korkunç bir kum fırtınası ile helâk ettiği anlatılır ve aynı âkıbete uğrayan diğer toplumların halinden ibret alınması öğütlenir. Son âyetlerde ise cinlerin de insanlar gibi Hz. Peygamber’in tebliğine uymakla mükellef oldukları ve bu konuda uyarıldıkları belirtilerek Allah’ın davetine uymayanların apaçık bir sapıklık içinde bulunduklarına ve âhirette cezalandırılacaklarına işaret edilir.

Ahkaf sûresinde, Hz. Peygamber’e kavminden gördüğü eza ve cefaya, diğer büyük peygamberler (ülü’l-azm*) gibi katlanması tavsiye edilir. Sûre, küfrün sonunun yakın olduğunu, inananların mutlaka başarıya ulaşacaklarını haber veren âyetlerle sona erer. Bundan sonraki Muhammed sûresinde cihad ve savaşa izin veren âyetlerin bulunması, Mekkeli müşriklerin uğrayacağı hezimetin eski ümmetlerin helâkinde görüldüğü gibi tabii âfetler sebebiyle değil, ileride güçlenecek olan müslümanların eliyle gerçekleşeceğine işaret sayılır. Bu nokta aynı zamanda bu iki sûre arasındaki münasebeti de gösterir.

BİBLİYOGRAFYA:

Taberî, Câmiu’l-beyân, Bulak 1323-29 → Beyrut 1398/1978, XXVI, 2-25; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “hkf” md.; Yâkut, Mu‘cemü’l-büldân, Beyrut 1376/1957, I, 115-116; Kurtubî, el-Câmi li-ahkâmil-Kur’ân (nşr. Ebû İshak İbrâhim), Kahire 1386-87/1966-67, XVI, 178-222; Lisânü’l-Arab, “hkf” md.; Süyûtî, el-İtkan (nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl), Kahire 1387/1967, I, 74; Âlûsî, Rûhu’l-meânî, Bulak 1301 → Beyrut, ts. (Dâru İhyâi’t-türâsi’l-Arabî), VIII, 74-98; Kamûsü’l-a‘lâm, I, 783; Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1982, VI, 4333-4365; Muhammed İsmâil İbrâhim, Mu‘cemü’l-elfâz ve’l-alâmi’l-Kur’âniyye, Kahire, ts. (Dârü’l-Fikri’l-Arabî), s. 131; “Ahkâf”, İA, I, 157; G. Rentz, “al-Ahkaf”, EI² (İng.), I, 257; a.mlf., “el-Ahkaf”, UDMİ, II, 44.

Emin Işık