AHAD

الأحد

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ*) biri.

“Bir, yegâne, bir tek” anlamına gelen ahadın, vahd (الوحد) veya vahde (الوحدة) kökünden türetilen vahad kelimesindeki vav harfinin hemzeye çevrilmesiyle ortaya çıkmış bir isim olduğu kabul edilir. Aynı kökten türemiş olan vâhid de aynı veya yakın anlamda olmak üzere Allah’ın isimleri arasında yer alır. Ahad, İhlâs sûresinde (112/1) doğrudan doğruya, bazı âyetlerde de (bk. el-Beled 90/5, 7) dolaylı olarak Allah’a nisbet edilmiş, bu mânada hadislerde de geçmiştir (bk. Buhârî, “Tefsîr”, 112; Ebû Dâvûd, “Vitr”, 23; İbn Mâce, “Duâ”, 10; Nesâî, “Cenâiz”, 117). Vâhid ismi ise Kur’ân-ı Kerîm’de on beş yerde ilâhın, beş yerde Allah lafzının sıfatı, bir âyette Allah’a râci zamirin haberi olarak kullanılmış, hadislerde de Allah’a nisbet edilmiştir (bk. Tirmizî, “Da‘avât”, 82; İbn Mâce, “Duâ”, 10; Müsned, IV, 103, 238).

Vâhid ve ahad kavramları Allah hakkında kullanıldığında, “bölünmesi (tecezzî, inkısâm) ve sayısının artması (tekessür) mümkün olmayan bir, tek, yegâne varlık” mânasını ifade eder. Buradaki birlik, herhangi bir sayı dizisinin ilk basamağı anlamında değildir; Allah’ın cüzlerden teşekkül eden birleşik (mürekkeb*) bir varlık olmadığı, benzeri ve dengi bulunmadığı mânasını taşır. Aynı kökten gelmekle birlikte ahad ile vâhid arasında kullanılış bakımından bazı farklar tesbit edilmiştir. Ahad, genellikle nefy için kullanılır ve Allah’a nisbet edildiğinde onun birliğini tenzihî veya selbî (ne olmadığını belirten) sıfatları (celâl sıfatları) açısından anlatır. Nitekim İhlâs sûresindeki ahad, “ortağı ve benzeri yoktur, bu bakımdan O, bir ve tektir” anlamını taşır ve sûrenin daha sonraki âyetleri de bu mânadaki birliği vurgular. Aynı sûreye bundan dolayı Tevhîd adı da verilmiştir.

Ahad, bazı istisnalar dışında, müsbet kullanılışla Allah’tan başkasına nisbet edilemez; bu sebeple de kelimenin çoğulu yoktur. Vâhid ise müsbet ifade ile kullanılır ve Allah’a nisbet edilince onun birliğini sübûtî (ne olduğunu belirten) sıfatlar (cemal sıfatları) açısından anlatır; O’nun zâtında ve sıfatlarında benzeri bulunmayan bir ve yegâne olduğunu ifade eder. Nitekim zât-ı ulûhiyyetle ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’deki kullanılışında ilâh ve Allah lafızlarına sıfat olması da bunu gösterir. Çünkü Allah isminin tarifi içinde “bütün sıfatlarını ihtiva etmek” mefhumu vardır. Buna göre İhlâs sûresinin ilk âyetinde Allah lafzıyla sübûtî sıfatlara, ahad ismiyle de selbî sıfatlara işaret edilmiş olur. “Birleşik (mürekkeb) olmamak, benzeri ve dengi bulunmamak” anlamında bir ve tek olan varlığın ezelî ve ebedî olması gerekir. Binaenaleyh ahad ile vâhidin her biri ezeliyet ve ebediyet mânasını da ihtiva etmekle birlikte, bazı âlimler ahadı ezeliyet, vâhidi de ebediyet mânasına tahsis etmişlerdir (أحد لم يزل، واحد لا يزال). Ahad, Allah’ın zâtı bakımından, vâhid ise sıfatları bakımından bir olduğunu gösterir (أحد في ذاته واحد في صفاته). Çünkü ahad, zât için düşünülebilecek adedî ve terkibî çokluğu ve bunun doğuracağı cismiyet özelliklerini nefyetmek suretiyle Allah’ın birliğini ifade eder. Vâhid ise onun zâtına ait sıfatların gerçekte çokluğu gerektirmediğini, O’nun, sıfatlarıyla birlikte de bir ve yegâne olduğunu ifade eder (bk. Şirvânî, Tefsîru sûreti’l-İhlâs,). Başka bir ifade ile ahad her türlü nisbî kesreti, vâhid ise adedî kesreti nefyeder.

Kur’an’da ve hadislerde (bk. M. F. Abdülbâkı, MuǾcem, “ahad” md.; Wensinck, MuǾcem, “ahad” md.) Allah’a nisbet edilen vahdehû (وحده), ahad ile vâhidin kökünü teşkil eden vahd kelimesinin zamire muzaf olmasıyla meydana gelen bir tâbirdir. “Yalnız, bir olan” mânasına gelen bu tâbir, gramercilere göre ibârede hâl, mef‘ûl-i mutlak veya zarf durumundadır. Müddessir sûresinde geçen (74/11) vahîden (وحيدا) kelimesi, kayda değer bir yoruma göre (bk. Zemahşerî, IV, 180; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXX, 198; a.mlf., Levâmiu’l-beyyinât, s. 312-313) Allah’a nisbet edilmektedir. Bu durumda anlamı “ezelden beri tek ve yegâne olan, kâinatı tek başına yaratıp idare eden, celâl ve kemal sıfatlarıyla vasıflanmış bulunan” demek olur.

Allah’ın birliği, bütün müslümanların ittifakla benimsediği bir prensip olmakla birlikte, bu birliğin nasıl anlaşılıp yorumlanacağı konusunda kelâm âlimleri, mutasavvıflar ve İslâm filozofları arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır (bk. ALLAH, SIFAT, TEVHİD, VAHDÂNİYET).


BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, IV, 103, 238; Kindî, Resâil (nşr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde), Kahire 1398/1978, s. 87-92, 164; Buhârî, “Tefsîr”, 112; İbn Mâce, “Duâ”, 10; Ebû Dâvûd, “Vitr”, 23; Tirmizî, “Daavât”, 82; Nesâî, “Cenâiz”, 117; Halîmî, el-Minhâc fî şuabi’l-îmân (nşr. Hilmi Muhammed Fûde), Beyrut 1399/1979, I, 189-190, 195; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ahad”, “vâhid” md.leri; Gazzâlî, el-Maksadü’l-esnâ, Beyrut, ts. (Dârü’l-Kütübi’l-ilmiyye), s. 103-104; Zemahşerî, el-Keşşâf, Kahire 1387/1968 → Beyrut, ts. (Dârü’l-Ma‘rife), IV, 180; İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-ayün (nşr. M. Abdülkerîm Kâzım er-Râzî), Beyrut 1405/1985, s. 115-116; Fahreddin er-Râzî, Levâmiu’l-beyyinât (nşr. Tâhâ Abdurraûf Sa‘d), Kahire 1396/1976, s. 308-314; a.mlf., Mefâtîhu’l-gayb, Kahire 1934-62, XXX, 198; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl (İhlâs sûresi); Lisânü’l-Arab, “ahad”, “vâhid” md.leri; et-Tarîfât, “ahad” md.; İbnü’l-Vezîr, Îsârü’l-hak ale’l-halk, Beyrut 1403/1983, s. 101; Şirvânî, Tefsîru sûreti’l-İhlâs,, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 628/10, vr. 123a-127b; Ebü’l-Beka, el-Külliyyât, Bulak 1281, s. 18-19, 370-371; Kamus Tercümesi, “ahad”, “vâhid” md.leri; Wensinck, MuǾcem, “ahad” md.; M. F. Abdülbâkı, MuǾcem, “ahad” md.; Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1935-38, VIII, 6269, 6277-6305.

Bekir Topaloğlu