AĞLAMA

البكاء

Hayatın her döneminde insanların tepkilerini göstermede özel bir yeri olan ağlamanın dinî hayatta da önemi vardır. Rivayete göre Hz. Âdem cennetten çıkarılıp yeryüzüne indirilince, işlediği günaha o kadar çok ağlamıştı ki bütün melekler ona acımışlardı. Sonunda bu kadar çok ağlaması affedilmesini sağlamıştı (bk. Ahmed b. Hanbel, s. 61). Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Ya‘kub’un sevgili oğlu Yûsuf’un hasretiyle çok ağlamasından dolayı gözlerine perde indiğini haber vermektedir (bk. Yûsuf 12/84). Hz. Dâvûd’un da günlerce ağladığı nakledilir (bk. Ahmed b. Hanbel, s. 61). Diğer peygamberlerin de ağladıklarına dair rivayetler vardır. Bütün semavî dinlerde aşırı derecede gülmek hoş karşılanmamış, buna karşılık ağlamak tavsiye edilmiştir. Nitekim Kur’an da az gülmeyi, çok ağlamayı tavsiye eder (bk. et-Tevbe 9/82). Ağlayarak yere kapananları öven ve bu hareketin saygı duygusunu artırdığını ifade eden Kur’ân-ı Kerîm, bu suretle ince ve hassas kalbi över (bk. el-İsrâ 17/109); kaba ve duygusuz kalbi taşa benzeterek yerer (bk. el-Bakara 2/74; Âl-i İmrân 3/159; el-Hac 22/35; el-Hadîd 57/16). Hz. Peygamber, “Benim bildiğimi siz bilseydiniz az güler çok ağlardınız” (Buhârî, “Küsûf”, 2; Müslim, “Küsûf”, 1) buyurmuştur.

Ağlamanın sebebi Allah korkusu ve sevgisi, cehennem, kıyamet ve ölüm endişesi, cennet nimetleri olduğu gibi, dünya ile ilgili üzüntü ve acılar da olabilir. Nitekim Hz. Ya‘kub oğlu Yûsuf için ağladığı gibi Hz. Peygamber de oğlu İbrâhim’i can çekişirken kucaklayarak öpmüş, koklamış ve onun için göz yaşı dökmüş, bunu gören çevresindeki sahâbîler de ağlamışlardı (bk. Buhârî, “Cenâiz”, 44; Müslim, “Fezâil”, 62). Yine Hz. Peygamber annesinin kabrini ziyareti sırasında ağlamış (bk. Nesâî, “Cenâiz”, 101), ölen bir torunu için de göz yaşı dökmüş (bk. Buhârî, “Cenâiz”, 33; Müslim, “Cenâiz”, 12), koma halinde bulunan Sa‘d b. Ubeyde’yi ziyaret ettiğinde gözleri yaşarmış ve orada bulunanlar da ağlamışlardı (bk. Buhârî, “Cenâiz”, 54; Müslim, “Cenâiz”, 12). Ayrıca Osman b. Maz‘ûn’un naaşını yaşlı gözlerle öpmüştü (bk. Tirmizî, “Cenâiz”, 14).

İslâm’da bedenî, ailevî, dünyevî felâket ve acılara ağlamayıp sabır ve tahammül göstermek tavsiye edilmekle birlikte, bu durumlarda taşkınlık yapmadan ağlamak yasaklanmamıştır. Buna karşılık nevha yani isyanı andıracak şekilde bağırıp çağırarak, saçını başını yolarak ağlama kesin olarak haram kılınmıştır. Kalben üzülmek ve göz yaşı dökmekte ise dinen mahzur yoktur. Nitekim Hz. Peygamber, oğlu İbrâhim’in ölümüne ağladığı için kendisine hayretini ifade eden bir sahâbîye, “Kalbimizde acı, gözümüzde yaş var; ama dilimiz Allah’ın rızasına aykırı bir söz söylemez” buyurmuşlardı (Buhârî, “Cenâiz”, 43; Müslim, “Fezâǿil”, 62).


İslâm’da dinî his ve heyecanla ağlamak tavsiye edilmiş ve bu tür ağlamalar karşılığında büyük sevap vaad edilmiştir. Meselâ kimsenin bulunmadığı bir yerde Allah’ı zikredip ağlayan müminin âhirette Allah’ın özel lutfuna nâil olacağı (bk. Buhârî, “Rekāǿik”, 24; Müslim, “Zekât”, 91), Allah korkusundan ağlayan kişinin cehennemden âzat edileceği (bk. Tirmizî, “Fezâilü’l-cihâd”, 8, 12; Nesâî, “Cihâd”, 8), Allah’ın, kalbi hüzünlü ve gözü yaşlı olanlara azap etmeyeceği (bk. Buhârî, “Cenâiz”, 45; Müslim, “Cenâiz”, 12), Allah korkusundan ağlayan, harama bakmayan ve askerde nöbet tutan kimselere cehennem ateşinin haram olduğu (bk. Dârimî, “Cihâd”, 15; Nesâî, “Cihâd”, 11) hadislerde belirtilmiştir. Hz. Peygamber, “Kur’an hüzünle nâzil oldu” buyurarak onu okurken veya dinlerken yerine göre hüzünlenmeyi ve ağlamayı tavsiye etmiştir (bk. İbn Mâce, “İkame”, 176). Nitekim kendisi de İbn Mes‘ûd Nisâ sûresinin 41. âyetini okurken dolu dolu göz yaşı dökmüştü (bk. Buhârî, “Fezâilü’l-Kurân”, 35; Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 247-248). Kur’ân-ı Kerîm’de de Allah’ın âyetleri okunduğunda ağlayarak secde edenler övülmüştür (bk. Meryem 19/58). Hz. Ömer, kız kardeşi Fâtıma’nın evinde dinlediği âyetlerin tesirinde kalarak ağlamış ve müslüman olmuştu (bk. İbn Hişâm, I, 230). Hz. Ebû Bekir’in de yufka yürekli olduğu, Sevr mağarasında ağladığı, Hz. Peygamber’in vefat edeceğini sezince göz yaşı döktüğü bilinmektedir (bk. Buhârî, “Fezâilü ashâbi’n-Nebî”, 2; Müslim, “Fezâilü’s-sahâbe”, 2). Hz. Peygamber, kendisine kurtuluşun yolunu soran Ukbe b. Âmir’e, işlediği günahlardan dolayı ağlamasını tavsiye etmişti (bk. Tirmizî, “Zühd”, 60). Tebük seferine katılamayan Kâ‘b b. Mâlik, Mürâre b. Rebî‘ ve Hilâl b. Ümeyye kusurlarını affettirmek için hüngür hüngür ağlamışlardı (bk. İbn Hişâm, IV, 945).

İçinden gelerek ağlayamayanlara ağlar bir tavır takınmaları tavsiye edilmiştir (bk. İbn Mâce, “Zühd”, 6; Müslim, “Cihâd”, 58). Bununla birlikte lüzumsuz, zamansız ve yersiz ağlamalar, riya sayılması ihtimali bulunan göz yaşları yasaklanmış ve bu türlü ağlamaların şeytandan kaynaklandığı bildirilmiştir (bk. Müsned, V, 235). Nevhanın ve ağıtçılığın yasaklanmasının sebebi de bu tarz ağlamaların din ve dünya bakımından zararlı oluşudur. İslâm’ın bu konudaki görüşü, olur olmaz şeylere ağlamamak, başkalarını kendine acındırmak için göz yaşı dökmemek, sabır ve tahammül ederek kendine hâkim olmak, yeri ve zamanı gelince de ağlayarak içini boşaltmak şeklinde özetlenebilir. Bu dinî temele bağlı olarak özellikle tasavvufta hüzünlü bir tavır içinde bulunma ve ağlamaya büyük önem verilmiş, hatta ilk zâhid ve mutasavvıflar arasında bazıları bu halleriyle meşhur olmuşlardır (ayrıca bk. AĞIT, BEKKÂÎN).

BİBLİYOGRAFYA:

Abdullah b. Mübârek, Kitâbü’z-Zühd (nşr. Habîbürrahman el-A‘zamî), Haydarâbâd 1386 → Beyrut, ts. (Dârü’l-Kütübi’l-ilmiyye), s. 40; İbn Hişâm, es-Sîre, Kahire 1963, I, 224, 230; IV, 945; Ahmed b. Hanbel, Kitâbü’z-Zühd, Beyrut 1983, s. 61; Müsned, V, 235; Dârimî, “Cihâd”, 15; Buhârî, “Küsûf”, 2, “Cenâiz”, 33, 44, 45, 54, “Rekāǿik”, 24, “Fezâilü’l-Kurân”, 35, “Fezâilü ashâbi’n-Nebî”, 2; Müslim, “Küsûf”, 1, “Fezâil”, 62, “Cenâiz”, 12, “Zekât”, 91, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 247-248, “Fezâilü’s-sahâbe”, 2, “Cihâd”, 58; İbn Mâce, “İkame”, 176, “Zühd”, 6; Tirmizî, “Cenâiz”, 14, “Fezâilü’l-cihâd”, 8, 12, “Zühd”, 60; Nesâî, “Cenâiz”, 101, “Cihâd”, 8, 11; Ebû Tâlib el-Mekkî, Kutü’l-kulûb, Kahire 1961, I, 477; Gazzâlî, İhyâ, Kahire 1938, I, 283, 292; IV, 160.

Süleyman Uludağ