ABÂDİLE

العبادلة

Hadiste ve tasavvufta farklı anlamlarda kullanılan terim.

HADİS. İlimleriyle ve özellikle verdikleri fetvalarla meşhur olan Abdullah adlı dört sahâbî hakkında kullanılır. Abâdile, “abd” mânasına gelen abdel kelimesinin değil, Abdullah kelimesinin çoğuludur. İbn Fethûn’a ait el-İstîǾâb zeylindeki listeye göre, Hz. Peygamber’in ashabı arasında Abdullah isimli 300 kadar sahâbî bulunmaktaydı. Fakat bunların içinde geniş fıkıh kültürü ve fetvalarıyla şöhret bulan dört sahâbî Abâdile unvanıyla tanınmıştır. Abâdile’nin kimler olduğu Ahmed b. Hanbel’e sorulmuş, o da Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Amr b. Âs’ın isimlerini saymış, Abdullah b. Mes‘ûd’un Abâdile’den olmadığını belirtmiştir. Beyhakı de, fıkıh ilminde önemli bir yeri bulunan Abdullah b. Mes‘ûd’un Abâdile’den sayılmayışını, onun çok erken tarihlerde vefat etmesi (32/652), Abâdile’den sayılan diğer Abdullahlar’ın ise daha uzun yaşayarak ilimlerinden büyük ölçüde faydalanılmasıyla izah etmiştir. Zaten Abâdile terimi Abdullah b. Mes‘ûd’un vefatından sonra ortaya çıkmıştır. Her ne kadar Zemahşerî ile Râfiî, Abdullah b. Mes‘ûd’u Abâdile’den saymışlarsa da usul âlimleri bunu doğru bulmamıştır. Cevherî, Abdullah b. Zübeyr’i Abâdile’den saymayarak onların İbn Abbas, İbn Ömer ve Abdullah b. Amr’dan ibaret olduğunu söylemiştir. Merğınânî de el-Hidâye adlı eserinde hac aylarının tesbiti konusundaki bir rivayetten söz ederken, “Bu, üç Abâdile (el-Abâdiletü’s-selâse) ile Abdullah b. Zübeyr’den rivayet edilmiştir” der. Şârih İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr’de bu cümleyi açıklarken Hanefîler’e göre Abâdile’nin Abdullah b. Mes‘ûd, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Abbas’tan ibaret olduğunu, başkalarının ıstılahına göre de yukarıda Ahmed b. Hanbel’den naklen adları verilen dört kişiye Abâdile dendiğini söylemektedir.

Hepsi de Kureyş kabilesine mensup olan ve yetmiş yıldan fazla yaşayan Abâdile’nin en son vefat edeni, 73 (692-93) yılında seksen beş veya seksen yedi yaşında ölen Abdullah b. Ömer’dir. Abâdile’nin çeşitli görüş, düşünce ve fetvaları özellikle tefsir, hadis ve fıkıh kitaplarında yer almıştır. İttifak ettikleri görüşe “kavlü’l-Abâdile”, amelî ittifaklarına da “fi‘lü’l-Abâdile” veya “mezhebü’l-Abâdile” adı verilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Cevherî, Sıhâh, “abd” md.; Hatîb, el-Esmâǿü’l-mübheme, Kahire 1405/1984, s. 609; İbnü’s-Salâh, ǾUlûmü’l-hadîŝ (nşr. Nûreddin Itr), Medine 1972, s. 266; Irâkı, Fethu’l-Mugıŝ (nşr. Mahmûd Rabî), Kahire 1355/1937, IV, 37-38; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, Kahire 1389/1970, III, 17-18; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Kahire 1385/1966, II, 219-220; Tehânevî, Keşşâf, II, 948; Ahmed Muhammed Şâkir, el-BâǾisü’l-hasîŝ, Kahire 1370/1951, s. 188-189, 239; Tecrid Tercemesi, I, 27-28; M. Tayyib Okiç, Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tetkikler, İstanbul 1959, s. 36.

Raşit Küçük





TASAVVUF. Genellikle esmâ-i hüsnâ*dan birinin tecellisine mazhar olmuş kimseleri ifade etmek için kullanılır.

Bazı müteahhir sûfîler, ilâhî isimlerden özellikle birinin tecellisine mazhar olan ve o ismin özünü teşkil eden sıfatla vasıflananları o isme nisbet etmişlerdir. Bu nisbeti de abd kelimesini o isme muzaf kılmak suretiyle meydana getirdikleri birleşik isimle gerçekleştirmişlerdir. Cömertlik özelliğine sahip olana Abdülvehhâb, nefsânî arzuları ve her türlü kötülükleri yenecek güce sahip bulunana da Abdülkahhâr denilmesi gibi. Kâşânî, Istılâhâtü’s-sûfiyye’sinde (s. 108-130) esmâ-i hüsnânın her biriyle meydana getirdiği birleşik isimlere bu türden mâna vermeye çalışmıştır. Bu tarz bir yorum, hadiste geçen “abdü’d-dînâr ve’d-dirhem” (altına ve gümüşe kul olan kimse) (Buhârî, “Cihâd”, 70, “Rikak”, 10; İbn Mâce, “Zühd”, 8) deyimine benzemektedir. Abâdile aslında “Abdullahlar” demektir, fakat İbnü’l-Arabî ve Kâşânî gibi müellifler, Allah kelimesinden başka isimlerin başına abd kelimesini ekleyerek meydana getirdikleri birleşik isimlere de Abâdile demişlerdir.

Mutasavvıflar, bazı velîlerin diğer velîlere göre esmâ-i hüsnâdan birinin tecellisinden daha fazla pay aldıklarını, bundan dolayı her velînin kendine has bir yönü bulunduğunu savunurlar. Meselâ hakikatleri gönüllere nakşetmede Bahâeddin Nakşibend, başı darda olanların yardımına koşmada Abdülkadir-i Geylânî, ilâhî tecellilerden feyiz almada Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî, olağan üstü hal göstermede Ahmed er-Rifâî, şefkat ve merhamette Ahmed el-Bedevî, cömertlikte İbrâhim ed-Desûkı, mârifette İbnü’l-Arabî, mahviyette Sühreverdî, cezbe ve istiğrakta Necmeddîn-i Kübrâ, aşk ve muhabbette de Mevlânâ temayüz etmişlerdir. Aynı şekilde dört büyük halifeden her biri diğerlerinden ayrı bir özelliğe sahiptir. Doğruluk Ebû Bekir’in, adalet Ömer’in, hayâ Osman’ın, kerem de Ali’nin ayırıcı özellikleridir. Aynı durum peygamberler için de söz konusudur. Âdem “safiyyullah”, Nuh “neciyyullah”, İbrâhim “halîlullah”, Mûsâ “kelîmullah”, Îsâ “rûhullah”, Muhammed de “habîbullah”tır.

Fusûsü’l-hikem’de peygamberleri bu yönleriyle inceleyen İbnü’l-Arabî’nin aynı konuda Kelâmü’l-ǾAbâdile adında bir eseri de vardır. İbnü’l-Arabî, sözlerini naklettiği bazı muhayyel şahısların her birine Abdullah adını verir. Bunların babaları olarak bir peygamber adını, dedeleri olarak da abda bağlanan esmâ-i hüsnâdan bir ismi kaydeder; Abdullah b. İdrîs b. Abdülhâlik, Abdullah b. İsmâil b. Abdünnâfi‘ gibi. Verilen ilk örnekte dede (Abdülhâlik), Allah’ın isimlerinden birine mazhar olduğu kabul edilen mücerret bir kulu, baba da (İdrîs) aynı ismin mazharı sayılan bir peygamberi, Abdullah ise yine bu ismin (Hâlik) tecelli ettiği velîyi temsil etmektedir. İbnü’l-Arabî bu Abdullahlar’a mazhar oldukları esmâ-i hüsnâya uygun özellikler verir ve bu özellikleri onların diliyle anlatır. Böylelikle o, isim alan her şeyin taşıdığı özellikleri esmâ-i hüsnâ vasıtasıyla Allah’tan aldığını iddia etmiş ve bütün tesir ve münasebetleri Allah’a bağlamak istemiştir.

Mutasavvıflar, İbnü’l-Arabî’den itibaren kutub, imâmân, evtâd, abdal vb. zümrelere abd ile başlayan isimler vermişlerdir. Meselâ kutbun adı Abdullah, sağdaki imamın adı Abdürrab, soldaki imamın adı Abdülmelik’tir. Sayıları dört olan evtâdın isimlerine de (Abdülalîm, Abdülmürîd, Abdülkadir, Abdülhay) abd ile başladığı için Abâdile denilmiştir.


BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Arabî, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, Kahire 1293, IV, 250-410; a.mlf., Kelâmü’l-abâdile (nşr. Abdülkadir Ahmed Atâ), Kahire 1389/1969; a.mlf., Fusûsü’l-hikem, İstanbul 1287; Kâşânî, Istılâhâtü’s-sûfiyye (nşr. Muhammed Kemâl İbrâhim v.dğr.), Kahire 1981, s. 107; Tehânevî, Keşşâf, II, 948; Gümüşhânevî, Câmiu’l-usûl, Kahire 1319, s. 19; Annemarie Schimmel, Tasavvufun Boyutları (trc. Ender Gürol), İstanbul 1981, s. 236.

Süleyman Uludağ